“Toplumsal Sorunlar Gündemi – İmamoğlu’dan Yoksulluk ve Federal Sistem Tartışmalarına”

“Liyakatten ayrılırsa Sakın derim”

Türkiye, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na açılan soruşturmaları, Cumhurbaşkanı adaylığını konuşuyor. Peki yaşadıkları evde nasıl yankılanıyor? En yakınındaki isim, eşi Dilek İmamoğlu nasıl bir First Lady olur, nerede eşine ‘dur’ der? Türkiye’de kadınlar neler yaşıyor, liderler nasıl ayrışıyor? Hepsini Dilek İmamoğlu’na sordum.

Dilek Hanım, hadi bir gününüzü konuşarak başlayalım. Uyandınız ve sonra?

Öncelikle mutlaka her gün erken kalkmaya çalışırım. Zaman kazanmakla beraber, bana göre aynı zamanda hayat kalitemi de artırdığı için güne erken başlamayı seviyorum. Haftada en az üç gün spor yapmaya özen gösteriyorum. Kahvaltı benim için çok önemli bir öğündür, sonrasında da kahvaltımı yapar günün rutin işlerine odaklanırım. Malum 🙂 sosyal medyayı tarar, okumam gereken yazıları okur, varsa toplantılarımı yaparım. Katılmam gereken programlarla ilgili hazırlık çalışmalarımı, planımı yapar o gün katılmam gereken programlara katılırım. Bu programlarda Ekrem’e eşlik etmem gerekenler de olabiliyor bazen. Genelde o gün bütün gün dışarıdaysam Beren’in okul dönüşüne yetişmeye çalışıyorum. Onunla akşam yemeğini kaçırmak istemiyorum. Malum babasının akşam yemeklerinde bize eşlik etmesi zor oluyor. Sonrasında güzel bir film varsa seyrediyorum ve tabi ki her gece mutlaka kitabımı okuyorum.

Bir tez yazdınız, konusu liderlik. Hadi Türkiye’deki liderliği anlatın bana. Otokratik liderler neden dünyaya hakim olmaya başladı?

Tabii ki otokratik liderlik, içinde bulunduğumuz çoklu kriz koşullarından bağımsız bir seçmen tercihi değildir. Seçmenlerin, alternatifsizlikten otokrat popülist liderlere yöneldiğini söylememiz gerekiyor. Sadece Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesinde benzer bir durum söz konusu. Bir endişe ve belirsizlik çağından geçiyoruz. Ekonomiden, afetlere, göçlerden savaşlara birçok alanda derin krizler yaşanıyor. Dünyada demokratik siyaset, sivil toplum, haklar alanı giderek daraltılıyor. Güvensizlik, kırılganlık ve belirsizliğin küresel olarak arttığı bir düzlemde seçmenlerin bu yönelişi tesadüf değil yani. Demokratik kurumların, kuralların aşındığı, baskılandığı, medyanın baskılandığı, bilgiye erişimin sınırlandığı veya tek yönlü propagandaya maruz kalmanın arttığı düzlemlerde bireyler güçsüzleşiyor. Dünyanın pek çok ülkesinde insanlar adeta kendi güçsüzlüklerini istismar eden popülist liderlere yöneliyorlar. Bu yönelişi anlamak için üç ana faktörü göz önünde bulundurmak gerekiyor: Demokratik kurumların zayıflaması, toplumun kendi gerçeklerinden kopuşu ve ekonominin bozulması. Otokratik liderlerin yükselmesi, bu üç faktöre sıkı sıkıya bağlı. Demokratik kurumların zayıf olduğu, toplumun kimlik çatışmaları yaşadığı ve ekonomik belirsizliğin hâkim olduğu toplumlarda, güçlü lider arayışı artıyor. Bu liderler, toplumun korkularını, kimlik kaygılarını ve ekonomik güvensizliklerini kullanarak kitleleri mobilize ediyor.

Peki demokratik liderler, onlar nasıl farkındalık yaratmalı?

Toplumların yukarıda bahsettiğimiz kırılganlığını, beklentilerini iyi analiz etmesi, onları karşılayacak politikalar ve söylemler üretmeleri önemli. Ancak bunu yaparken sadece güçlü ve karizmatik figürler olarak değil, hesap verebilir, şeffaf ve katılımcı yönetim anlayışıyla hareket etmeleri gerekiyor. Çoğulcu demokrasiyi destekleyen, eleştiriye açık ve toplumun tüm kesimlerini kucaklayan liderlik modeline ihtiyaç var. Yani gücü kendilerini veya ideolojilerini güçlendirmek için değil; krizlerin çözümü, toplumsal kutuplaşmanın azalması ve demokratik işleyişin yerli yerine oturması için kullanmaları, toplumla etkileşim içinde olmaları, onların sorunlarını giderecek çözümlere, politikalara odaklanmaları gerekiyor. Toplumlara şunu çok güçlü bir şekilde anlatmaları gerekiyor. Otoriterlik sorunları çözmüyor. Otokrat liderler güçlendiği zaman toplumlar da güçlenmiş olmuyor. Söylemlerde vaat edilen refaha ulaşmıyor. Her ne kadar bu mücadeleyi toplum adına yaptıklarını söyleseler de onların ve etrafındakilerin dışında kimse güçlenmiyor. Aksine toplumun farklı kesimleri giderek güçsüzleşiyor. Demokratik liderler, sorunlarının çözümünün daha fazla otoriterlikte değil aksine; kurumlara, kurallara yani demokratik sistemlere dönüşün yaşamsal bir ihtiyaç olduğunu her fırsatta anlatmalı. Vatandaşlara otokratik sistemlerin sadece belirli bir zümreyi veya lideri güçlendirmeye odaklı sistemler olduğunu böyle sistemlerde vatandaşların zayıfladığını, vatandaşlık kavramının altının oyulduğunu anlatmak zorundalar. Refah ve huzur için daha fazla demokrasiye ihtiyaç olduğunu hissettirebilmeli. Onları mücadelesinin bir parçası haline getirebilmeli. Yani topluma rağmen değil onlarla birlikte siyaset yapmaktan söz ediyorum.

EKREM DEMOKRATİK VE BİRLEŞTİRİCİ BİR LİDER

Eşiniz Ekrem İmamoğlu’nu hangi lider sınıfına koyarsınız? Bunu şunun için soruyorum: Siz de eminim kendisini benimsemeyenlerin ‘İkinci Erdoğan olur’ eleştirilerini çok okumuşsunuzdur.

Demokrat ve birleştirici bir lider… İki önemli özelliği daha var; bunlardan ilki tutarlılığı, ikincisi de samimiyeti. Siyasete başladığından beri toplumun her kesimiyle konuşabilmek, yani kutuplaşmayı aşmak, temel siyasi hattı oldu. Ve bundan hiç vazgeçmedi. Rakiplerinin aksine seçim kampanyalarında birleştirici söylemler kullanıp seçildikten sonra tam tersini yapmadı yani. Bu onun gündelik hayatında, yaşam biçiminde, yetişme şeklinde olan bir durum olduğu kadar içinden gelerek de yaptığı, her görüşe, yaşam tarzına saygılı olmasından da kaynaklanan bir özellik…

Ya eleştiriler?

Eleştirileri evet ben de duydum. Ancak, Karadenizli oluşları dışında ortak başka yönleri olduğunu düşünmüyorum. Ekrem hem siyasi gelenek hem siyaset yapma biçimi hem de liderlik tarzı olarak çok farklı bir yerde duruyor. Kutuplaşma siyasetiyle hareket etmemesi, ortak akıl, istişare ve müzakereyi öncelemesi, ekip çalışmasına yatkınlığı bunlar onu ayıran diğer özellikler.

Ancak, yukarıda da belirttiğim gibi, kim olursa olsun bütün güçleri elinde bulundurduğunda farklı eğilimler içine girme ihtimali olabilir. O yüzden de Ekrem, güçlerin tek kişide toplandığı, hesap verebilirlik mekanizmalarının işletilmediği merkeziyetçi sistemler yerine; şeffaf, katılımcı, denetlenebilir ve hesap verebilir kamu yönetiminin olduğu güçlü ve demokratik bir sistemden yana olduğunu her fırsatta dile getiriyor. Kurumları güçlendirmenin, devlet idaresinde keyfileşmeyi sona erdirmenin öneminden bahsediyor. Gücünü şahıslardan değil, adaletten, kurumlardan ve kurallardan alan bir devlet anlayışını savunuyor. Devletin; her bir vatandaşa, her bir partiye ve görüşe eşit mesafede olmasını, kamu hizmetlerini ayrımcılık yapmadan gerçekleştirmesi gerektiğini anlatıyor.

Sizin de doğrudan cevaplayacak bir kadın olduğunuzu bildiğim için direk soracağım: Eşiniz Cumhurbaşkanı olursa siz nasıl bir first lady olacaksınız?

Dilek olarak ben her zaman topluma, çevreme ve dünyama karşı duyarlı olmayı kendime bir hayat biçimi olarak benimsedim. Her zaman da bulunduğum alanların el verdiği koşullarla, bir sivil toplum gönüllüsü olarak gördüğüm toplumsal sorunların çözümü için çalıştım ve emek vermeye de devam edeceğim. Çünkü her şeyden önce ben Dilek Kaya İmamoğlu’yum ve benimsediğim hayatı yaşamak beni ben yapıyor.

Bu konuda örnek aldığınız, taktir ettiğiniz kimse var mı, Türkiye’de ya da dünyada?

Kendini ve toplumu dönüştürebilen, içindeki potansiyeli ortaya çıkaran, hayatı ve çevresindekileri ürettikleriyle aydınlatan her kadını yürekten takdir ediyorum. Birleştirici gücüyle dayanışma içinde olan ve mücadeleci ruhuyla hayallerinin peşinden giden her kadın bana ilham kaynağı oluyor. Kendi hayatıma bunları nasıl uygulayabilirim diye bakıyorum.

Sizin yıllardır aynı yastığa baş koyduğunuz Ekrem İmamoğlu Cumhurbaşkanı olursa bu ülkede sizce ne değişir?

Normalleşme, huzur ve özgürleşme olacak ilk etapta. Bu korku iklimi sona erecek, siyasete hakim kılınan kutuplaşma, düşmanlık dili sona erecek. Düşüncelerimizi özgürce ifade edebildiğimiz, siyaset yapabildiğimiz, aktif vatandaşlığın hayata geçtiği bir ortama kavuşacağız. Fırsatlarda eşit, imkanlarda adil bir toplum olacağız. Çocuklar, gençler başta olmak üzere herkesin geleceklerinden endişe etmedikleri, geleceğe güven ve ümitle baktıkları, yaşamayı külfet değil nimet olarak gördükleri bir refaha kavuşacağız umarım.

Peki siz, ne yaparsa “Sakın” diyerek itiraz edersiniz?

Kapsayıcı, liyakate önem veren, vizyoner ve icraatçı yapısından ödün verdiğini düşünürsem, kutuplaştırma siyasetine savrulursa ya da ülkedeki sorunlara karşı duyarsızlaştığını düşünürsem ‘sakın’ derim.

HER GÜNE ‘BUGÜN NE OLDU’ DİYE UYANIYORUZ

Her gün Ekrem Bey bir yargı haberiyle uyanıyor. Sizin için bu normalleşti mi, yoksa kaygı duyduğunuz bir şey mi, siz derken tüm ailenizden bahsediyorum.

Aslında her gün, toplumun her kesimden kişilere yönelik yargı haberleriyle uyanıyoruz. Artık “normal” bir hal almış gibi görünebilir ancak bu durum, aslında hepimizde derin bir kaygı yaratıyor. Hem kişisel hayatlarımızda hem de toplumsal olarak… Türkiye’de yargı sisteminde yaşananlar, adaletsizlikler, yaratılan mağduriyetler ve belirsizlik toplumun genelinde büyük bir üzüntü ve endişe yaratıyor. Adaletin temel güvencesine olan inancımızı, toplumsal güven duygusunu ve huzuru sarsıyor.

Son zamanlarda en çok neye üzüldünüz ve en çok neye sevindiniz, hatırlıyor musunuz?

Toplumun genelinde olduğu gibi, son zamanlarda sevinçten çok hüznü, mutluluktan çok acıyı yaşıyoruz. Ne yazık ki, her yeni güne “bugün ne oldu?” diye uyanıyoruz. Haber kanallarını açarak, sosyal medyaya girerek kötü bir haber var mı diye bakıyoruz. Tüm bu koşullar çoğu zaman herkeste mutsuzluk, huzursuzluk ve karamsarlığa sebep oluyor. Halbuki mutlu olmak hepimizin hakkı ve bu mutluluğa sahip olmak için ülkede, her bir alanda gereken koşulların sağlanmasının gerektiği çok açık.

Ülkeyi daha güzel bir yer haline getirmek, çocuklara, gençlere, kadınlara, ülkemizin her bir vatandaşına değer katan her şeye sahip çıkmak hepimiz için sevinç kaynağıdır. Bu tür adaletli ve eşitlikçi adımları gördüğümde, güvende olduğumuz hissiyle sevinç yaşıyorum. Ancak maalesef, bu tür sevinçlerin ve umut ışığının sayısı azalmaya başladı. Yine de biliyoruz ki, hep birlikte atacağımız adımlar ve duyacağımız dayanışma bu karamsar tabloyu tersine çevirebilir.

TÜRKİYE’DE BİR SİSTEM EROZYONU YAŞANIYOR

Birçok sosyal sorumluluk projesinde yer aldığınızı biliyorum. Türkiye’nin en büyük sıkıntısı ne desem, nasıl cevaplarsınız?

Bugün Türkiye’nin sorunlarını tanımlayacak tek bir sıkıntı yok. Türkiye’de insanlar birçok açıdan zorlukla karşı karşıya. Ekonomiyi burada en başa koysak, insanların adalete olan inancının ne kadar zayıfladığı ve adaletin yokluğunun bir toplumsal kabule dönmesi gölgede kalır. Adaletsizliği başa koysak bu sefer insanların yaşadığı güvensizlik hissini ötelemiş oluruz. O sebeple tüm bunları birleştiren noktaya bakmamız gerekiyor. Ülkede ciddi bir sistem erozyonu yaşandı/yaşanmaya da devam ediyor. Yani, kurumsal yapının, kamu iradesinin, devletin kamusal sorumluluğunun ortadan kalktığı, vatandaşın yalnızlaştırıldığı ve kendini mevcut çoklu kriz ortamında savunmasız hissettiği bir sistemsizlik bugün Türkiye’nin en büyük sıkıntısı diyebiliriz. Eğer Türkiye’de sistemsizliği merkeze alırsak aslında eğitimden sağlığa, güvenlikten insanların hakkaniyet ve adalet anlayışına, ekonomiden refaha ülke gündemindeki tüm sorunların nedenini de tespit edebilmiş oluruz. Böylece de artık çözüm üzerine düşünmeye, alternatif geliştirmeye başlayabiliriz. Örneğin, tüm toplumda sosyal sorumluluk bilincini artırmalıyız. Kültürümüzün temellerinde de yer alan yardımlaşma ve dayanışma güdüsüne sahip çıkmalıyız ve bunu artırmak için çalışmalıyız. Herkesin sosyal sorumluluk alanında bir şeyler yapabileceğine ve yaptıklarıyla dönüşüme katkı sağlayabileceğine dair inancının artırılması gerekiyor. Böylece birlik olarak sorunların çözümleri için sosyal sorumluluk bilinciyle hep birlikte çalışabilir ve hızlı, somut adımlar atabiliriz.

Toplumun her kesimini etkileyen sorunlar kadınları da etkiliyor. Ama kadınlar halihazırda toplumda dezavantajlı durumda olduklarından bu meseleleri daha yıkıcı yaşıyorlar. Sistemsizlik, kadınlar açısından var olan sorunları daha da derinleştiriyor. Kadınlar için hayat maalesef hiçbir açıdan adil değil, bu adaletsizlik yükü de giderek artıyor. Kurucuları arasında olduğum Reform Vakfı, bugünlerde bir kadın seçmen araştırması yaptı ve üzerine fazlaca düşünülmesi gereken sonuçlar karşımıza çıkardı. Kadınlar bugünün zorlu ekonomik sorunlarıyla baş etme yollarını buluyorlar. Tüketim alışkanlıklarını değiştirerek, daha az sosyalleşerek, bir kilo yerine yarım kilo ürün alarak, ikinci el eşya satarak… Yani kendi ihtiyaçlarından feragat ederek aile ekonomisini ayakta tutmaya çalışıyorlar. Başta bahsettiğim sistemsizlik sorunu, kadınları hane içinde o kadar yalnız bırakmış ki, kadınlar her sorunda “iş başa düştü” diyorlar. Çözüm için beklentiye girmektense kendi güçlerinin yettiğince çareler üretiyorlar. Çarelerin tükendiği yerde de hareket alanlarını kısıtlıyorlar. Mesela yine araştırmaya dayanarak söyleyebilirim ki kadınlar kendilerini ne sokakta ne evde güvende hissediyorlar. Maruz kaldıkları her türden şiddeti engelleyici bir adalet anlayışının olmadığına emin olan kadınlar şiddetten kaçınmak ve güvende hissetmek için kendilerini kapatıyorlar. Yani hareket alanlarını kısıtlıyorlar. Mesela sokağa daha az çıkıyorlar. Daha az sosyalleşiyorlar. İşin açığı, hali hazırda sistemde zayıf ve güçsüz olan kadınlar son yılların erozyonu ile daha da savunmasız bırakılmışlar. Ama bir yandan da yukarıda bahsettiğim gibi, tüm olumsuzluklara rağmen mucizeler yaratmaya devam ediyorlar. Yaşanan sorunların çözümü, en çok da çocukların geleceği için ellerinden geleni de yapıyorlar.

Biz de çocukların, gençlerin, kadınların geleceği için Büyüt Hayallerini sosyal girişimini başlattık. 2021 yılında, İstanbul Vakfı çatısı altında başlattığımız Büyüt Hayallerini ile toplumsal cinsiyet eşitliğine katkıda bulunmayı ve kadınların eşitlik mücadelesine güç katmayı hedefledik. Kız çocuklarının ve genç kadınların eğitimlerini ve hayallerinin peşinden gitmelerini desteklemek amacıyla başlattığımız bu dayanışma hareketinde bugün 3.000 üniversiteli genç kadına eğitim bursu sağlıyoruz. Gençlerin hayata hazırlık süreçlerinde yanında olmak için her alanda gelişmelerine destek olacak etkinlikler, eğitimler, buluşmalar düzenliyoruz. Dayanışmamızı artıracak Büyüt Hayallerini Kız Öğrenci Yurdu ve Büyüt Hayallerini Kreşi’ni hayata geçirmek için de çalışmalarımıza hızla devam ediyoruz.

Bu yıl ‘Aile yılı’. Geçen yıl emekli yılı olduğunu düşünürsek kaygılıyız. Aile yılında ailenin en büyük ihtiyacı ne sizce?

Aile genelde toplumun en küçük parçası olarak tanımlanır. Ama bunun ne demek olduğu üzerine hiç düşünmüyoruz. Bu ezberi kabul ediyoruz. Burada aileyi toplumun bir parçası olarak görmektense özü olarak görmek gerekiyor. Bu sebeple ailenin karakteri ve kimliği ülkeye de kimliğini verir. Bir yandan da ülkenin ahvalini aile üzerinden de anlayabiliriz. Yani aile aslında soyut bir ezberin ötesinde hem toplumda canlı-kanlı bir gerçekliktir hem de toplumun yansımasıdır. Ülkenin yaşadığı tüm sorunları insanlar ailelerinde de yaşıyor. Ekonomik sıkıntı, ailenin sıkıntısına dönüşüyor. “Aile yılı” kavramı maalesef bu sıkıntıları bütüncül olarak görmekten çok uzak. Saha araştırmaları gösteriyor ki aileyi oluşturan kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar, çoklu krizler karşısında yalnız bırakılmışlar. Bu yalnızlık da yine en çok annelerin omuzlarındaki yükü arttırıyor. Aileler, anneler sayesinde kendi kendilerine yetiyorlar belki şimdilerde ama bu ailelerin hiçbir desteğe ihtiyacı olmadığı anlamına gelmiyor. Aslına da bakarsanız bugün ailelerinin yükünü taşıyan kadınlar emeklerinin görünmez olmasını da istemiyorlar. Doğal bir sorumluluğun ötesinde görülen bir emeğin sahibi olduklarının kabul edilmesi kadınlar için çok önemli.

Aileyi bireyler oluşturur ve en temel unsurlarından biri de kadındır. Her gün bir kadın cinayeti haberi alırken, kadınlar aile bireyleri tarafından katledilirken ve aile içinde şiddet görürken bu söylem ancak gerçek toplumsal sorunları ve kadın cinayetleri gibi acı olayları örtbas eder. Geçtiğimiz yıl emekli yılıydı, emeklilerin durumunu görüyoruz. Bu yıl da aile yılı denerek; Türkiye’nin gerçek gündemi olan ekonomik zorluklar, yüksek yaşam maliyetleri, kadınların yaşadığı güvenlik sorunları, toplumda artan eşitsizlik gibi temel sorunlar unutturuluyor. Aile yılı söylemi; kadın sorunlarına yönelik çok daha önce hayata geçirilmesi gereken somut, çözüm odaklı politikaların bırakın uygulanmasını, konuşulmasını bile engelliyor. Oysa toplumun en büyük ihtiyacı yaşamsal ve ekonomik güvence, erişilebilir kaliteli eğitim, toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı kapsayıcı politikaların uygulanması konularının direkt konuşularak gerçek çözümler için adımlar atılmasıdır.

Türkiye’de kadının çilesini konuşalım biraz. Bir yanda Türkiye’deki en iyi çalışan hareket kadın hareketi, ancak bir yandan da ‘evde oturması istenen’ biri. Neden sürekli mücadele vermek zorundayız?

Türkiye’de kadınlar çok uzun süredir eşitlik mücadelesi veriyorlar. Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetlerini gündemde tutan kadın sivil toplum kuruluşlarına çok şey borçluyuz. Pek çok konuda bizi demokratik bir toplum kriterlerine yaklaştıran kadınları buradan selamlamak isterim. Ayrıca bu duyarlılık, her yaştan kadında farkındalık yaratıyor. Bakın, her kadın bilir, içinde bulunduğumuz koşullara itiraz ettiğimizde, ataerkil sistem bundan çok hoşlanmaz. Hayat olduğu gibi devam etsin, kadınlar evin bakımını sağlasın, ailede denge unsuru olsun ama kararlara karışmasın, para işlerine bakmasın. Evde baş tacı olsa bile, ciddi kararlarda kadın bir adım geride dursun istenir. Hepimiz bu geleneksel yapıyı tanıyoruz. Kadınlar haklarını öğrendikçe, itiraz ettikçe, eşitlik ve adalet istedikçe, tabii ki bizleri yeniden eve, geleneksel rollerimize çağıran ses de daha gür çıkmaya başlıyor. Ama bu mücadelede kadınların gücüne çok inanıyorum. Aileyi ayakta tutma becerimize, annelik gücümüze, yaşamın kendisini kurma azmimize çok inanıyorum. Bu güçle mutlaka kadınlar olarak kendimiz ve çocuklarımız için adil hayat koşullarını da kuracağız.

İNANDIĞIM KONULARDA İNATÇIYIM

Siz inatçı biri misiniz? Hırslı mısınız?

Uğruna mücadele etmem gerektiğine inandığım konularda inatçıyımdır. Sonuna kadar onun için çalışırım, emek veririm. Bir engel çıktığında hemen “tamam o zaman, bırakıyorum” demem. Daha iyisinin olabileceğini bildiğim konularda hırslıyımdır. Özellikle eğitim konusunda bu hırsımı kaybetmemeye çalışıyor. Çünkü bu duygularla her gün kendimi yeni bir şey öğrenemeye motive edebileceğimi ve yeni alanlarda geliştirerek ileriye taşıyabileceğimi biliyorum. Bunlar hem kişisel yaşamımda hem de sivil toplum alanında yaptığım çalışmalarda beni ileriye taşıyan özellikler…

Bir kadın olarak, buradan diğer kadınlara ve bence en önemlisi erkeklere bir mesaj vermek isteseniz ne dersiniz?

Adil ve demokratik bir hayat, kadınlar için de erkekler için de elzemdir. Eşit koşulların sağlandığı bir hayat, mutlu bir aile, geleceğe umutla bakan çocuklar demektir. Bugün herkes için durum umutsuz gözükse de çok yakında hepimiz için daha eşit ve daha adil hayat koşullarının sağlanacağına yürekten inanıyorum, bu yolculukta Ekrem’le beraber yürümekten dolayı çok da heyecan duyuyorum.

Source: İpek Özbey


İmamoğlu’nun yolları mayınlı!

“O sandık, eninde sonunda milletin önüne gelecek. Onları göndermeyi dört gözle bekliyorum. Yükü omuzlama vakti gelmiştir. Tarihin en büyük hezimetini yaşayacaklar!”

Ekrem İmamoğlu’nun sözleri, bunlar……

İktidara “Getir sandığı, hesaplaşalım!” diyor.

AKP cenahına bakıyorum. Oralı değil gibi görünmek istiyorlar ama inanın ki, etekleri tutuşuyor.

İmamoğlu’ndan çok çekindikleri, hatta nefrete varan bir duygu içinde oldukları o kadar belli oluyor ki!

Peş peşe açılan soruşturmaların, hapis ve siyasi yasak istenen davaların sebebinin bu olduğu apaçık belli……

Önünü kesmek istiyorlar!

Öyle garip bir ülke olduk ki, “CHP’ye kayyum atanabilir” iddiaları bile ortalıkta dolaşıyor!

Hangi dünyada yaşıyoruz?

Türkiye’nin birinci partisine kayyum atamayı düşünmek bile saçmalığın zirvesi değil midir?

Fakat…… Yaparlar mı, yaparlar! Öyle bir ülke haline geldik… Kimse yarınından emin değil……

Beykoz Belediye Başkanı Alâattin Köseler’in sabahın kör karanlığında, saat 04.00’te yaka-paça gözaltına alınması bile acınacak halimizi gösteriyor!

Ülkede artık “Hak-hukuk-adalet” yerine “Gak-guk-garabet” var!

“Tüm bu olanlar neden?” sorusunun cevabı basittir.

İmamoğlu’nun halkta yarattığı heyecan, iktidarı endişelendiriyor.

O nedenle tehlikeli rakibin defteri dürülüp, devreden çıkarılması isteniyor.

Bunu gerçekleştirmek için her yolu deneyecekleri kesin!

Yaratılan hukuk sorunlarına, adaletsizliğe, korkutma ve sindirme çabalarına rağmen İmamoğlu cephesinde bir yılgınlık yok. Hedefe doğru başlayan yürüyüş, kararlı bir şekilde devam ediyor.

AKP, kurulduğu günden bu yana en zor günlerini yaşamakta……

Ekonomi tarumar…… Fiyatlar azgın bir iştahta zirveye koşuyor… Ülkeyi saran yoksulluğun azalacağı yok!

Bu güçlükler içinde AKP, iktidarda kalmak için her şeyi yapabilir.

İmamoğlu’nun yolları mayınlı…… Hakkında hapis cezası ile birlikte “Siyasi yasak” kararı çıkması kuvvetli bir ihtimal!

Böyle bir şey olursa CHP ne yapacak?

Kimi kime şikâyet edecek?

Ülkede hukuk mu kaldı ki?

Daha önce de sormuştum, yine soruyorum: CHP’nin bir “B Planı” var mı?

Bir ülkeyi nasıl tanırsınız?

Ülkemizde yaşamak da adalete ulaşmak da çok zor!

İçişleri Bakanı Yerlikaya, “En geç 10 gün içinde bu işi çözer, sorumluları ortaya çıkarırız” demişti……

Biz de inanmıştık…… Aradan neredeyse bir buçuk ay geçti, olay hâlâ karanlık!

Bolu Kartalkaya’daki korkunç yangından bahsettiğimi anlamışsınızdır…… Faciada 36’sı çocuk, 78 vatandaşımızı kaybetmiştik……

Feci yangının üzerinden tam 40 gün geçti, henüz ortada bir sonuç yok…

Çalışmaların, Turizm Bakanlığı ve Turizm Bakanı Ersoy’u sorumluluktan kurtarmaya yönelik olduğu şeklinde iddialar var…… “Sonunda suçu birilerinin üzerine yükleyip, kendilerini kurtaracaklar” şeklindeki iddialar güç kazanıyor.

Eserlerinde toplumsal adaletsizliği sorgulayan Albert Camus, Nobel Edebiyat Ödüllü önemli bir Fransız yazardır. Onun şu sözleri bizim halimizi anlatır gibi:

“Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız insanların ölüm şekline bakın!”

Ramazan fıkrası…

Temel, sıcak bir ramazan günü fena halde susamış, ağzını çeşmenin musluğuna dayayarak kana kana su içmeye başlamış……

O sırada yoldan geçen bir hoca seslenmiş:

“Hey, ne yapıyorsun öyle?”

Temel sormuş:

“Ne yapıyorum ki?”

Hoca kızgın bir şekilde bağırmış:

“Oruç gitti lan!”

Temel gülümsemiş:

“Oruç gitti ama bana da can geldi!”

Bir ülkenin Ceza Yasası ne kadar kalınsa, ülke o kadar az gelişmiş demektir!

Source: Rahmi Turan


Şehit ailesinin evindeki akılalmaz yoksulluk ilk kez görüntülendi

Türkiye PKK terör örgütünün silah bırakması çağrısını tartışırken, 20 Şubat’ta şehit düşen Piyade Sözleşmeli Er Mustafa Uslu’nun ailesi, harap vaziyetteki evleri uygun olmadığı için şehidin amcasının evinde taziyeleri kabul etti. Şehit ailesini ziyaret eden CHP Çorum Milletvekili Mehmet Tahtasız, “Yüreğimiz dağlandı. Hep mi garibanın evine acı düşer’’ dedi.

Tahtasız, Pençe-Kilit operasyonu bölgesinde girdiği çatışmada şehit düşen ve 22 Şubat’ta devlet töreni ile Çorum’un Bayat İlçesi Çukuröz Köyü’nde toprağa verilen şehit Uslu’nun babası ve kardeşlerini ziyaret etti. Tahtasız şunları söyledi:

BEŞ KARDEŞİN EN KÜÇÜĞÜ

“24 yaşındaki şehidimiz 5 çocuklu ailenin en küçüğü. Baba Sadık Uslu’nun uzun yıllardır oturduğu ev misafir ağırlamaya elverişli olmadığı için taziyeler şehidin amcasının evinde kabul ediliyor. Askerliğini Kıbrıs’ta yapan Uslu, hem geçimini sağlamak hem de sevdiği mesleği yapmak için sözleşmeli er sınavına girmiş. Sınavı kazanan Uslu’nun ilk görev yeri de Kuzey Irak’taki Pençe-Kilit Operasyon bölgesi oluyor. Burada 1.5 yıldır görev yapıyordu ve 20 Şubat günü maalesef şehit düştü.

BABASINA SÖZ VERMİŞTİ

Şehidin babası köyde geçim sıkıntısı yaşıyor. Erkek kardeşleri inşaatlarda amelelik yapıyor. Ailenin acısı ve yaşam koşulları yüreklerimizi dağladı. Şehit babasının oturduğu ev çok kötü durumda. Uslu, şehit olmadan önce babasına ‘Sana güzel bir ev yapacağım’ diye söz vermiş. Elimizden geleni yapmak boynumuzun borcu. İnşaat sezonu başladıktan hemen sonra şehidin ailesine bir ev yapılacak ve Valilik tarafından teslim edilecek.’’

Source: Başak Kaya


Federal sistem kurulması önerisine karşı çıktı: Bize göre bu bir bölünme projesidir

Lübnan resmi haber ajansı NNA”ya göre, Lübnan İlerlemeci Sosyalist Partisi Başkanı Canbolat, partisinin Cebel Lübnan kentinde düzenlediği konferansta, Lübnan devletindeki etnik ve dini yapının ortadan kaldırılması çağrısı yaptı.Canbolat, devlet yapısının yeniden düzenlenmesiyle ilgili her öneriyi görüşmeye açık olduklarına dikkati çekerek, “Ancak bu (Federal sistem kurulması önerisi) bize göre bir bölünme ve ayrımcılık projesidir ve bu yüzden bunu reddediyoruz.” dedi.Devletin yapısına ilişkin reform önerileri olduğuna işaret eden Canbolat, “Bu zor zamanlarda ülkede yeni bir fırsat var ve bununla reformların gerekliliğine, siyasi mezhepçiliği ortadan kaldırmak için ulusal bir mekanizma kurulması, bir senato kurulması gerekliliğine olan bağlılığımız daha da güçleniyor. Bu sadece bizim bir talebimiz değil ulusal bir reform talebidir.” ifadelerini kullandı.Son dönemde Lübnan”da art arda yaşanan krizlere çözüm olarak Ulusal Liberal Parti ve Süryani Dünya Birliği Partisi”nin de aralarında bulunduğu siyasi ve bağımsız güçler federalizm fikrini yeniden gündeme getirmeye başladı.Lübnanlı ünlü Dürzi lider Velid Canbolat”ın oğlu olan Teymur Canbolat, Haziran 2023″te İlerlemeci Sosyalist Partisi”nin başkanlığından istifa eden babasının ardından partinin yeni başkanı olmuştu.

Source: Www.star.com.tr


Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Uçum”un “Türk Vatandaşlığı” çıkışına MHP”li Yıldız”dan destek

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı ve Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu Başkanvekili Mehmet Uçum, PKK lideri Abdullah Öcalan”ın PKK”ya silah bırakma ve tasfiye çağrısının ardından tekrar başlayan Anayasa”da vatandaşlık tanımıyla ilgili tartışmalara ilişkin olarak açıklama yaptı. Uçum, eski paylamışını “Türk vatandaşlığı eşit vatandaşlıktır. Türk vatandaşlığı isminden vazgeçilemez” notuyla tekrar paylaştı. MHP”li Yıldız da Uçum”a sosyal medya hesabından destek verdi. Uçum”un paylaşımına yanıt veren MHP”li Feti Yıldız ise şunları yazdı: “Sayın Uçum, bazı kişiler fonksiyonsuz kalınca seri şekilde saçmalamaya başlıyor. Vatandaşlık; birey ile devlet arasındaki hukuki bağı ifade eden bir kavramdır ve siyasal bir aidiyet biçimidir. Saçmalayanları izliyoruz… Not ediyoruz.”

Source: Internet Haber


Bin yıllık kardeşlik, yıkım sürecinden alnının akıyla çıkmıştır

Arapça bir kelime olan ve günümüz Türkçesinde “yorum” anlamında kullanılan “tevil” kelimesi sözlüklerde “bir şeyin ilk örneğine döndürülerek anlaşılması” şeklinde açıklanır. Ömrünü sözlüklerle geçirmiş biri olarak meseleleri tarihsel örneklerine döndürerek anlamlandırmak bende bir meleke haline gelmiş bu yüzden. Nitekim ne zaman iki yüz yıllık batılılaşma sürecinde tahriş olmuş ve bu yüzden kendi topraklarında, bu toprakların değerlerine yabancı unsurların iktidarı altında inim inim inleyen Kürtlerin ve Türklerin durumunu düşünsem bu bağlamda çok çarpıcı bir örneklik oluşturan kendi tarihimizden bir hadise aklıma gelir. Neredeyse birebir örtüşüyor durumuzla bu hadise.Peygamberimizin (s.a.v) hicretinden önce o zamanki adı Yesrib olan Medine”de Evs ve Hazreç adlı iki büyük Arap kabilesi yaşıyordu. Hayber”de ve Medine”nin içinde de üç Yahudi kabilesi vardı. Evs ve Hazrec”in toplam nüfusundan çok az nüfusa sahip bu Yahudi kabileleri, Medine”deki dinî, ekonomik, ticarî ve sosyal iktidarı ellerinde tutuyorlardı. Çünkü Evs ve Hazreç arasında geçmişi yüz yıllara dayanan bir kan davası vardı ve her fırsatta birbirleriyle acımasızca savaşıyorlardı. Yahudi kabileleri de onların savaşmak için ihtiyaç duydukları silah ve mühimmatı tedarik ederek hem bu çatışmanın devamını sağlıyorlardı hem iktidarlarını pekiştiriyorlardı hem de büyük bir rant elde ediyorlardı. Bu Yahudi kabileleri silah sanayini de aralarında bölüşmüşlerdi. Biri zırh üretiminde, biri kılıç ve kalkan üretiminde, biri de ok ve mızrak üretiminde uzmanlaşmıştı. Dolayısıyla Araplar birbirlerini öldürmek için onlara muhtaçtılar. Ehlikitap oldukları için de okuma yazma bilmeyen Araplara karşı zaten belirgin bir üstünlükleri vardı. Tıpkı bugünkü batılı ülkelerin dünyanın geri kalanına karşı kurdukları üstünlüğün küresel bir hegemonyaya dönüşmüş olmasına benzer bir statü elde etmişlerdi.Bildiğiniz gibi İslam”ın çağrısı Medine”de makes bulunca bu düzen bozuldu ve neticede muktedirler eski günlerini arar oldular. Çünkü Evs ve Hazreç, tevhid ve adaletin sağladığı özgür ortamda artık birbirleriyle savaşmıyorlardı. Tam tersine dayanışma içine girmişlerdi, yani ensar olmuşlardı. Siyer kitaplarında, eskinin hegemonik güçlerinin bu kardeşliği sabote etmek için kurdukları tuzakların örnekleri çokça anlatılır.İki gün önce İmralı”da tutuklu bulunan PKK lideri Abdullah Öcalan, örgütüne silah bırakma ve kendini feshetme çağrısında bulundu, 22 Ekim”de sn. Devlet Bahçeli”nin başlattığı sürecin bir devamı olarak. Ülkenin genelinde bu adım memnuniyetle karşılanırken iki taraftan da birçok kişi adeta bu sürece çomak sokma yarışına girdiler. Çünkü yirmi küsur yıldan beri üst yapı itibariye kaybettikleri siyasal iktidarın, bu sefer alt yapı itibariyle de ellerinden ebediyen çıkacağını anladılar ve gördüğünüz gibi acımasızca saldırıya başladılar. Neticede üst yapıyı kaybetseler de çatışmalı alt yapı devam ettikçe yeniden iktidara gelmek hususunda bir umut besliyorlardı. O fırsatın da ellerinden kayıp gittiğini iliklerine kadar hissedince, geçmişin acı hatıralarını tarafların gözlerine sokmaya, yaraları kaşımaya başladılar.Kürtler ve Türkler bin yıllık kardeşliğin sınandığı ağır bir süreçten geçtiler son kırk yılda ve kendilerine mal edilmeye çalışılan bu çatışmaların meydana getirdiği tahribata, can ve mal kaybına rağmen kadim kardeşliklerine halel gelmesine izin vermediler.Şimdi bu kardeşliğin boş bir retorik olmadığını, süreci sabote etmek için ellerinden geleni yapmaktan kaçınmayacak olan bedhahlarına kanıtlamanın zamanıdır.Not: Başta okuyucularımızın ve bütün Müslümanların Ramazanını tebrik ediyorum. Bu Ramazanın hegemonik düzenlerin dişlileri arasında inim inim inleyen bütün mazlumlar için bir kurtuluş vesilesi olmasını temenni ediyorum.

Source: Vahdettin İnce


Kredi kartıyla sigara alırken yanında bir şey almak “zorunlu” oldu

Kredi kartıyla sigara satışında fırsatçılar yeni bir yönteme başvurmaya başladı.

Kartlı alışverişlerde bazı işletmeler 1 ila 5 TL arasında komisyon istiyordu.

Tütün ürünlerinde kredi kartına fark alınmasının Banka Kartları ve Kredi Kartı Kanunu”nun 17. maddesi gereğince yasaya aykırı olduğu bilinirken, 200 bin lira da ceza kesiliyor.

YENİ YÖNTEM BELLİ OLDU

Tüketicilerin şikayetleri sonrası kimi işletmeler uygulamalarına devam ederken kimi işletmelerde yeni bir yönteme başvurdu.

Artık karta sigara alışverişlerinde yanında herhangi bir ürün alma zorunluluğu başladı.

Son dönemde artan bu uygulamaya birçok işletme başvururken komisyon tutarıyla elde edeceğinden daha yüksek bir rakama satış yapmış oluyor.

Kimi işletmeler böylece “komisyon” cezasını delmeyi hedefliyorlar.

Source: Burak Demirbaş