“Toplumsal Sorunlar Gündemi – İnsani Yardım, Gençlik ve Eğitimde Ayrımcılık”

Yetimler İhlâs Vakfı ile güldü! Altı ülkede kurban kesimi yapıldı

HABER MERKEZİ – Yıllardır hayırseverlerin maddi ve manevi desteğiyle büyüyen İhlâs Vakfı; altı ülkede kurban organizasyonu düzenledi. Dağıtılan kurban etleriyle yüzleri gülen zor durumdaki Müslümanlar, Türkiye’ye hayır dualarını gönderdi.

Kurban kesim ve dağıtım organizasyonları hakkında bilgi veren İhlâs Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Mahmut Kemal Aydın “Vakfımız bu sene Somali, Çad, Uganda, Tanzanya, Afganistan ve Hindistan’da hizmet verdi. Kurbanlık hayvanların alımında, kesiminde ve elde edilen etlerin dağıtımında çok titiz davrandık. Kapak atmış iki yaşını doldurmuş, kurbanlık vasıflara haiz olan hayvanları seçerek aldık, kestik ve dağıttık” dedi.

HAZIRLIKLARIMIZ RAMAZANLA BAŞLADI

Kurban hazırlıklarına Ramazan Bayramı ile başladıklarını belirten Aydın “Kurbanlık hayvanların alımı ve seçimi için 15 vakıf görevlisini Somali, Çad, Uganda, Afganistan ve Hindistan’a gönderdik. Arkadaşlarımız; vekâletlerini veren kurban sahipleri adına titizlikle hayvanları satın aldılar. Sonra vekâlet sahiplerinin isimlerini tek tek okuyarak kasabı vekil ettiler, kasap da ‘Aldım, kabul ettim’ deyip, tekbir getirerek ve ‘Bismillahi Allahü Ekber’ diyerek kurbanları kesti” şeklinde konuştu.

Kurban etlerinin dağıtımı ile ilgili de bilgi veren Mahmut Kemal Aydın “Kurban etlerini yurt dışında yetimhanelere dağıtıyoruz. Mesela Afrika’daki çeşitli ülkelerdeki medreselere ve Kur’ân-ı kerim kurslarına ve buralardaki ihtiyaç sahiplerine veriyoruz. Aynı şekilde Afganistan’da kendi yaptığımız eğitim külliyeleri var. Bu külliyelerde okuyan öğrencilerimize ve ailelerine kurban etlerini dağıtıyoruz. Hindistan’da fakir fukaraya ve civar beldelerdeki medreselere veriyoruz” diye konuştu.

VİDEO GÖNDERİYORUZ

Kesim esnasında vekâlet sahibinin isminin okunarak kasaba vekâlet verildiği ve kurbanın kesildiği anın video kaydının alındığını belirten Aydın “Bu videolar bayramdan sonra bir hafta içerisinde bağışçılara ulaştırılacak. Kurban vekâletlerini İhlâs Vakfına vererek yetim ve ihtiyaç sahiplerinin yüzlerinin gülmesine vesile olan bütün bağışçılara canıgönülden teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı.

Source: Baki Sancak


Esila Ayık, Avrupalı gençlerle Türk gençlerinin en büyük farkına dikkat çekti: “Biz çok erken büyüyoruz”

İBB’ye yönelik operasyondan sonra gerçekleşen Gençlik Dayanışma Konserinde tutuklanan ve geçtiğimiz ay tahliye olan Esila Ayık, Cumhuriyet’in sorularını yanıtladı. – Cezaevindeyken bir rahatsızlık geçirdiniz, şimdi nasılsınız? Fiziki olarak kendimi baya kötü hissediyorum. Tansiyon problemim var. Cezaevinde başladı, öncesinde yoktu. Cezaevinde fenalaşıp hastaneye kaldırıldığımda tansiyonum 15 idi. Deprem nedeniyle 15 olduğunu düşünmüştüm. Belçika’da direkt kontrole geldim. Doktorum 5 kez ölçtü, hepsinde 15 çıktı. Tansiyon ilacı yazdı. Kullanıyorum ancak hala düşmedi. Ayağa kalktığımda veya dışarı çıktığımda başım dönüyor. Pek konforlu hareket edemiyorum şu aralar. – Kalp ve böbrek rahatsızlıklarınızda son durum nedir? Böbreklerimde protein kaçağı var. Doktorum birçok tahlil istedi. Protein kaçağı cezaevine girmeden önce 500 mg idi, şimdi 2 gr olmuş. Sağlıklı bir insanda en fazla 150 mg olması gerekirken ben de 2 gr. Doktorum bunun cezaevinde doğru beslenememeye, hijyen yetersizliğine, strese ve daha bir çok şeye bağlı olabileceğini söyledi. Şu an iki ilaç kullanıyorum, takipteyiz. – Doktor yeni bir şeyden şüphelendi mi? Doktorumu en çok tansiyon şaşırttı. Çünkü normalde 9’dur. Sonrasında “çok stresli bir dönem geçirdin. Böyle olması beklenilebilir” dedi. Sadece bir an önce bu stres seviyemi azaltmam lazım. – Ne zaman döndünüz Belçika’ya? Çıktıktan sonra iki gün Türkiye’de kaldım ve döndüm. – Kim karşıladı sizi havaalanında? Havaalanına okuldan birkaç arkadaşım gelmişti. Arkadaşlarımın dışında ben cezaevindeyken, beni tanımadan benim için uğraşan insanlar vardı. – Nerede kalıyorsunuz şimdi? Benim taşınmam gerekti. Aslında “taşınmam gerekti” değil, kovuldum. Arkadaşlarım gidip eşyalarımı toplamışlar. Ama beni üzmemek için başta söylemediler bana. Cezaevinin son zamanlarında öğrendim, çok üzüldüm ve sinirlendim açıkçası. Şu an yeni bir eve taşındım. İki senedir tanıdığım arkadaşlarımla beraber kalıyorum. Onların apartmanında bir oda boştu. Oraya yerleştim. – “Kovuldum” derken neden kovuldunuz? Bununla ilgili çok konuşmak istemiyorum ama ev sahiplerim cezaevine girmemden rahatsız olmuşlar. – Ne kadar zamandır yanlarındaydınız? Bir buçuk senedir. – Siz döndükten sonra hiç iletişime geçmediniz mi? “Görüşmek istemiyoruz” demişler. Açıkçası şunu da söylemek isterim; bana çok iyiliği dokunmuş insanlar. Verdikleri tepkiye şaşırmadım ama pek insani de bulmadım. En azından cezaevinden çıkmamı bekleyebilirlerdi. Kötü bir şey yapmadım çünkü. – Okul ile ilgili bir sıkıntı söz konusu mu peki? Okulum bana çok destek veriyor. Ben cezaevinden çıktıktan sonra rektör aradı. Tüm süreci takip ediyorlardı. Hatta bir öğretmenim tahliye olduğum gün görülen davaya gelmişti benim için. Dışarı çıktığımda karşılayanlar arasında öğretmenim de vardı. – Kaçırdığınız sınav ve dersler ne olacak? Öğretmenlerimle görüştüm. Kolaylık sağladılar. Normalde biri hariç sınavların hepsini kaçırdım. 28 Haziran’a kadar üç tanesini alacağım. Geriye Fotoğraf Tarihi ile Sanat Tarihi olmak üzere iki çok ağır ders kalıyor. Onları da hazirandan sonra alacağım. Hocalarım “Kaçırdığın dersleri tekrar edebiliriz, boş zaman ayarlayabiliriz, istersen çevrim içi, istersen okulda dersleri tekrar edebiliriz” diye bana mail atıyor. Çok yardımcı oldular. – Hem okuyor hem de çalışıyordunuz, çalışmaya devam edecek misiniz? Aralık ayına kadar çalışmasam daha iyi olur. Hem psikolojik ve fiziki olarak kendimi iyi hissetmiyorum hem de kaçırdığım dersleri telafi edip sınavlara gireceğim için yoğun olacağım. Eylül’de kaçırdığım jürim var aralıkta da ikinci jürim var. Ama çok zor bir duruma düşersem, buradaki hayatımı karşılayabilmek için çalışmak zorunda kalırım. Burs bulursam çalışmak istemiyorum. Ya da en azından şöyle olabilir; eskiden haftada 20 saat çalışıyorsam, burs bulursam belki haftada 5 ya da 7 saat çalışayım istiyorum. Diğer türlü çok zor olacak. Çünkü sadece teori değil, pratik dersleri de var. Türkiye’de 4 senelik olan bir bölümü biz burada 3 senede bitiriyoruz. Dolayısıyla ders yoğunluğumuz çok daha fazla oluyor. Benim haftanın 5 günü derslerim oluyor. Hafta sonu ise farklı bir şehre gidip fotoğraf çekmem gerekiyor. – Bölümünüz masraflı bir bölüm. Ders için gittiğiniz yerlerde, seyahatlerinizde masrafları cebinizden mi karşılıyorsunuz? Bizim bölümde herkes her şeyi cebinden karşılıyor. “Oturalım kütüphanede çalışıp geçelim” diyemiyorsunuz. Dolaşman, yeni şeyler görmen, insanlarla iletişim halinde olman gerekiyor. Bunların tümü de harcama gerektiriyor. Tabii bunu bilerek ve isteyerek seçtim. – Bursla ilgili bir gelişme var mı? Evden atıldığım için kira desteği alıyorum ancak burs almıyorum şu an bir yerden. – Fotoğraf çekme merakı nasıl başladı? Ben politika ve sosyal sorunlarla ilgili bir insandım. Ama sonra farkına vardım ki bir şeyleri değiştirmek gerçekten zor. Çünkü bir şeyleri değiştirmek için insanların da değişmeyi istemesi gerekiyor. O nedenle ben de “Acaba sanatla bir şeyleri değiştirmek değil ama bir şeyleri göstermek mümkün olur mu” diye düşünmeye başladım. Ünlü fotoğrafçı Abbas Attar”ın şöyle bir sözü var “Fotoğrafçının işi dünyayı değiştirmek değil ama dünyanın neden değişmesi gerektiğini göstermek”. Herhalde bu açıdan baktığım için şu an fotoğrafçılık okuyorum. – Cezaevinde sizi en çok üzen ne oldu? Cezaevinde iki kez ağladım, ilki girdiğim gündü. Gerçekten tutuklanmayı hiç beklemiyordum. Önce geçici koğuşa aldılar. Geçici koğuş pis bir yerdi. Yemek geliyor ama kaşık çatal yok. Elimizle pilav yedik. Girer girmez böyle bir ortamla karşılaşınca “Ben ne yaptım da beni buraya koydular” dedim. – Ne kadar kaldınız geçici koğuşta? Şükürler olsun ki bir gün. O sırada kendimi 1984 romanı içerisinde hissettim. Hatta “George Orwell bunları görseydi romanı çok daha farklı yazardı” diye düşündüm. “Müebbet yiyeceğim” diye dahi aklımdan geçti. İlk gün gerçekten en umutsuz olduğum gündü. Bu nedenle geçici koğuşta baya ağladım. – Sonra geçtiğiniz koğuş nasıldı? Geçici koğuştan sonra kalıcı koğuşa gelince dedim ki; “Yaşasın, en azından temiz”. 52 kişilik bir koğuştu. Bu koğuş 4 kişilik odalara ayrılıyordu. Hatta ranzaların arasından geçerken yan dönüp geçmen gerekiyor. O derece küçüktü odalar. Her odada tuvalet vardı ama 52 kişi iki banyo kullanıyordu. – Hangi suçlular vardı? Daha çok adli suçlularla kalıyordum. Uyuşturucu, dolandırıcılık, hırsızlık, birkaç tane de adam yaralama vardı sanıyorum. – Arkadaşlık kurma fırsatı oldu mu? İlk girdiğimde kendimi hiç güvende hissetmedim. Ve bunu kırmanın en iyi yolu da o insanları tanımak, o insanlarla konuşmaktı. Ben, kimsenin suçuna bakmadan herkesle konuşuyordum. O yüzden arkadaşlıktan ziyade bir bağ kurduk. – “İki kere ağladım” dediniz, ikincisi ne zaman? İkincisi de deprem olduğu ve hastaneye gittiğim gün. Televizyonda “Binaları terk edin” diyorlardı. Nereyi terk ediyoruz, kapı zaten üstümüze kilitli. Bağıranlar, kapıya vuranlar oldu ama gardiyanlar gelip açmadı. Sadece bizim koğuş değil, tüm koğuşlar gürültüden yıkılıyordu. – Siz içerideyken sizinle ilgili kampanyalar oldu. Gazeteciler yazdı, birçok söyleşi yapıldı. Ne kadar haberdar olabildiniz? Başta hiçbir şey gerçek gelmiyordu sonrasında birkaç kere kendimi haberlerde gördüm. Gerçekten çok büyük bir destek varmış. Bunu çıkınca, özellikle mahkeme günü o kalabalığı görünce anladım. – Özgür Özel başta olmak üzere birçok siyasi de ziyaretinize geldi. Ne konuştunuz? Moral vermeye çalıştılar. Aslında moralim hem bozuk hem de yerindeydi. En azından içim rahattı. Çünkü suçsuzluğumun farkındaydım, o nedenle bir iç rahatlığı vardı. Fakat suçlu olmadığım halde orada olduğum için yaşadığım ciddi bir moral bozukluğu da söz konusuydu. – İçerideyken sizi en çok etkileyen ne oldu? Çok sayıda suça sürüklenen çocuk vardı. Buna gerçekten üzüldüm. – Nasıl gördünüz onları? Çocuk koğuşunda kavga çıkaranları birkaç gün ya da haftalığına bizim koğuşa veriyorlardı. Geldiklerinde onlarla sohbet ediyordum. Genelde devlet koruması altında büyüyen ya da ailesi tarafından yeterince ilgi ve şefkatle büyümeyen çocuklardı. – Suçları neydi genelde? Birçoğu uyuşturucu satıcılığından içeri giriyordu. Gerçekten bu beni çok üzdü. Sonuçta bu çocuklar analarının karnından suçlu doğmadı, belli şartlardan dolayı suça sürüklendi. Bir de özellikle devlet koruması altında büyüyüp sonrasında bir şekilde cezaevine girmiş olmaları da düşündürttü beni. Demek ki çocuklara daha fazla özen göstermemiz gerekiyor. – “Z Bakış” diye bir kitabınız var. İkinci kitap olarak annenizi yazacaktınız, şimdi plan değişti mi? Annemi kaybedeli dört yıl oluyor ama acısı yeni çıkıyor. Çünkü o dört yıl boyunca aslında annemi “öldü” olarak değil de “hastanede ya da tatilde ama benim göremediğim bir yerde hala yaşıyor” olarak düşündüm sanırım. Benim için bir şeyin üstesinden gelmenin en iyi yolu o şey hakkında yazmak. İlk fotoğraf çekmeye annemin fotoğraflarını çekerek başladım. Hastane sürecinde de sürekli annemin fotoğraflarını çekmişim. Fotoğraflara bakınca sağlıklı bir insanın ölüme doğru yavaş yavaş nasıl gittiğini görüyorum. Burada bir hocam var. Kendisiyle bunun üzerine konuştuk ve “Annemi öldürmek beş yılımı aldı” adıyla bir kitap projesine zaten başlamıştık. Kitapta anneme yazdığım mektuplar da yer alacaktı. İster istemez “Anneme bunu söylesem nasıl tepki verirdi” veya “Bunu kesinlikle anneme söylemeliydim” gibi durumları çokça yaşıyorum. Tüm bunları birleştirdiğim bir kitap üzerinde çalışıyordum. Ta ki cezaevine girene kadar. Ama şimdi ilk olarak Mahpus Bakış’ı yazacağım, daha sonra annemin kitabı gelecek. – Annenizle paylaşmak istediklerinizi yazdığınızı söylediniz, cezaevinde anneniz aklınıza sık geldi mi? Elli bin kere geldi. Babam da hiç bana öyle tepki gösteren bir baba değildir ama eve gittiğim zaman ufak da olsa “Sen büyük sözü dinlemezsen…” diye kulağımı çekti. Çünkü “Belki güvenli olmaz, gitme” demişti. Ama ben yine de gittim tabii. – Anneniz ne derdi? Annem de kızmaz, arkamda dururdu. Çünkü benim yanlış bir şey yapmayacağımdan emin olurdu. Babam başta olmak üzere çok fazla insandan destek gördüm ama annemin yerini tutmuyor, hep bir boşluk kalıyor. Cezaevinde “Allahım inşallah bu gece annemi rüyamda görürüm” diye dua ederek çok uyudum, hiç göremedim. Ama arkadaşım tahliyemden bir gün önce annemi rüyasında görmüş ve bana yazmıştı. – Nasıl bir rüya? Annem arkadaşıma “Esila”ya yolladığım mektup ona ulaşmamış, yanında olduğumu bilsin, ben çok uzağım, oraya onu görmeye gelemiyorum. Ama onu çok seviyorum, çok özledim. Esila”ya söyle” demiş. Kocaman bir kiraz ağacı varmış ve annem o kocaman kirazları uzatmış arkadaşıma. Sonra alarmı çalmış – Çok güzel bir rüyaymış gerçekten… Ben de çok duygulandım. – Peki kaç yıldır yurt dışındasınız? Ağustosun sonunda 2 sene olacak. – Türk gençleriyle Avrupalı gençler arasında göze çarpan farklar nedir? Çok çocuklar. Ben lisedeyken bir yıl Amerika”da değişim öğrencisiydim. Oradakiler de çok çocuk geliyordu. Şimdi Belçika’da üniversitedeyim, buradakiler de çok çocuk. Türkiye’deki gençler kadar olgun değiller. Aslında onlarınki normal. Bizimki normal değil. Bizler çok zor şartlar altında büyüdüğümüz için ülke koşulları bizi olgunlaşmaya zorladı. Çocukken yetişkin çocuklardık, gençken de zamanından önce büyüyen gençler olduk. Biz çok erken büyüyoruz. Buradaki arkadaşlarımın tek sıkıntıları sınav. Bir de neymiş; “istediklerini almadılar ya da az para gönderiyorlar” diye ana babalarıyla kavga ediyorlar. – Sizin cezaevi süreciniz ile ilgili ne yorum yaptılar? Benim yaşadığım onlara hiç gerçek gelmiyor. Algılayamıyorlar. Bana “telefonun, dizüstü bilgisayarın var mıydı” diye soruyorlar. – Peki bir gün Türkiye”ye dönmeyi düşünüyor musun? Özgürlüğe, adalete, geleceğe dair birazcık umudum olursa Türkiye’ye dönmeyi istiyorum. Tamam, burada da mutluyum. Ama Türkiye”deki arkadaşlarımın yanında yaşadığım yakınlığı, yurt dışındaki hiçbir arkadaşımın yanında hissedemiyorum. Çünkü bence beni en iyi anlayan Türkiye”deki insanlar. Benim de en iyi anladığım insanlar Türkiye”dekiler. – Başarılı bir eğitim hayatınız var. Bunda ÇYDD önemli bir yer tutuyor, nasıl başladı bağınız? Benim ÇYDD bursuna başvurmamla bağımız oldu. ÇYDD sadece burs vermekle kalmıyor aynı zamanda öğrencilerin ailesi olarak hep yanında duruyor. Benim şu ana kadar yaşadığım her türlü zorlukta yanımdaydılar. – Siz de bir kardelensiniz yani… Evet. “Hocam ben gözaltına alınıyorum” diye ilk mesaj attığım kişi Ayşe Yüksel Hocam”dı. Çıktıktan sonra da görüştük zaten. – Sonunda tekrar özgürsünüz, şu an hisleriniz nedir? Ben çıktığımda cezaevinde kalan arkadaşlar için kendimi kötü hissettim. Benden daha uzun süre kaldıkları için vicdan yaptım. Böyle olunca kendimi kötü hissettim. Bir de cezaevinde Çiğdem Mater ve Mine Özerden ile avukat görüşlerine giderken tanıştım. Benden çok daha güçlülerdi. Ben kendimden utandım. Dedim ki: “Senelerdir buradalar. Ona rağmen pozitif ve enerjikler. Ben birkaç haftadır buradayım ve bitmiş vaziyetteyim”. Ben çıktım ama onların da benim gibi özgür nefes almasını istiyorum. Kimse daha iyi bir gelecek için böyle bir bedel ödememeli. PORTRE 2003’te Niğde’de doğdu. Prof. Dr. Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi’ndeki 5 yıllık eğitimi 4 yılda tamamladı. 2019-2020 eğitim-öğretim yılında Alaska’nın Anchorage şehrinde bir yıl boyunca değişim öğrencisi olarak bulundu. KL YES Programı kapsamında yüzde 100 burs aldı. Z Bakış adlı ilk kitabı 2021’de yayımlandı. 7. Vedat Günyol Deneme Ödülleri Genç Deneme Yazarı Ödülü aldı. 2022’de 2 ay boyunca özel ihtiyaçları olan öğrenciler için gönüllü olarak çalıştı. Ayık, Belçika’da Belgesel fotoğrafçılığı okuyor.

Source: İklim Öngel


Talep de başarı da yok ama siyasal iktidarın kaynakları hep imam hatiplere akıyor: Ayrıcalık bitmiyor!

Siyasal iktidar, uzun yıllardır imam hatip okullarına azalan talebin tersine dönmesi için uğraşıyor. Ailelerde “çocuklarına iyi gelecek sağlamanın yolu bu okullardan” geçer algısı yaratılması için adlarının başına “Anadolu” geliyor. Bu yetmiyor “proje okul” oluyorlar. O da yetmiyor, sınav yaparak, “seçerek” öğrenci alıyorlar. “Proje imam hatip ortaokulları”na öğrenci alımı için düzenlenen sınavların sonuçları, bu okulların internet sitelerinde açıklandı. Yazılan mesajlarda, sınava gösterilen “yoğun ilgi” nedeniyle velilere teşekkür edildi, bu okullara “kesinlikle sınavsız öğrenci alınmayacağı” vurgulandı. Bir okulun sitesinde, “Burada, 10 yaşındaki çocuklarımızın hakkı söz konusudur ve kazananlar tamamen kendi emekleri ve hakları ile bu okula kayıt hakkı elde etmiştir. Bu konuda hassasiyet gösterilmesi ve sonuca razı olunması gerekmektedir. ‘Başka bir yol’(!) için arayışa girenlerle ilgili yasal işlem başlatılacaktır” dendi. EŞİTLİK İLKESİNE AYKIRI Proje lise ve ortaokul uygulamasının, kamunun bütün yurttaşlara eşit eğitim olanakları ve hizmeti sunma iddiasına ve 1739 sayılı milli eğitim temel kanunun “genellik ve eşitlik” ilkesine aykırılık oluşturduğunu belirten eğitim uzmanı Alaaattin Dinçer, “Eğitim bir kamu hizmetidir. Özel ortaokullar hariç, genel ve imam hatip ortaokulları kamu okuludur. Devlet bu okullar arasında hizmetin sunumu (iç donanım, alt yapı, program, deneyimli öğretmen ataması, araç gereç vb. gibi) ayrım yapamaz, yapmamalıdır” dedi. Siyasal iktidarın özellikle Anadolu imam hatip liseleri ve imam hatip ortaokulları lehine olacak ayrımcı bir tutum sergilediğine dikkat çeken Dinçer, şunları söyledi: “Bu tutum ailelerde çocuklarının ikbal ve geleceklerinin ancak bu okullarda okumaktan geçtiği algısının oluşmasına yol açıyor ve tercihlerinde etkili oluyor. Eğitimde, belli bir kesime/gruba/zümreye ayrıcalık tanımak, okulları kendi içinde ayrışmaya tabi tutmak, eğitimde fırsat eşitliğinin daha çok tahrip olmasına neden olacaktır. Standart sınavların dördüncü sınıflara kadar inmesi, eğitimde çürümenin ve yozlaşmanın yolunu açar. Bütün dünya sınavsız eğitim hedefine yönelmişken biz, ‘proje ortaokul’ adı altında çocukları 4. sınıftan başlayarak sınava tabi tuttuğumuzda yaşanacak kaygılar, ruhsal sağlık sorunlarına yol açar, bunun oluşmasına izin verilmemelidir.”

Source: Figen Atalay


Bir mektup, iki soru

Geçen hafta Abdullah Öcalan ’ın PKK’nin 12. kongresine gönderdiği “tarihi” mektubun ideolojik, tarihsel ve felsefi iddiaları birçok mecrada yorumlandı. Mektubu, yorumları okurken aklıma iki soru geldi. NE KADAR OTANTİK? Öcalan, 26 yıldır, ağır tecrit koşulları altında tutukludur. Bu süre zarfında kamuoyuna ulaşan tüm yazılı metinlerin ve açıklamaların, rejimin çeşitli düzeylerdeki denetim mekanizmalarından geçtiğini, yönlendirildiğini en azından onaylandığını varsaymak gerekir. Ancak bireyin eylemleri/düşünceleri yapısal koşullar içinde oluşur ama salt bu koşullara indirgenemez. O mektup, çelişkili ve tarihsel bir momentin içinde hem tutsak bir öznenin stratejik müdahale çabası hem de rejimin devletinin seçici yapısal koşullarında biçimlenmiş çok katmanlı bir mesaj olarak görülmelidir. Birinci soru: Bu mektup ne kadar otantiktir? BİR ÇIKIŞSIZLIĞIN İZLERİ Söz konusu mektupta, devletin yalnızca merkezi bir muhatap değil, aynı zamanda insanlaştırılmış, neredeyse mitolojik bir varlık olarak konumlandırıldığı, yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda ontolojik bir düzlemde adeta fetiş nesneye dönüştüğü söylenebilir. Mektupta devlet, karmaşık, güç ilişkilerinin çelişkili, esnek ve akışkan bir yapıntısı değil, karar veren, tarihsel irade gösteren bir aktördür. Bu tür bir anlatım, devletin iradi ve ahlaki kapasitelere sahip bir özne gibi temsil edilmesi anlamına gelir. Devlet politikaları da karşımıza, sınıfsal çelişkilerin, bir bürokratik çıkarlar sisteminin, kimi “güçlü aktörlerin” iradesinin değişken bir sentezi (vektörü) olarak değil de kişisel bir karakterin ruhsal dönüşümü olarak çıkar. Böyle bir yaklaşım, karar verici gerçek özneleri (Türkiye özelinde, bunların her tarihsel döneme özgün listelerini kolaylıkla çıkarabiliriz) gözlerden ve sorumluluktan uzak tutar. Bu tür bir antropomorfizm , yalnızca sembolik düzeyde değil, ideolojik düzlemde de devletin biricik dönüşüm, çözüm sahası olarak görülmesine yol açıyor. Öcalan’ın, “demokratik modernite” , “toplumsal doğa” gibi “ teorik” çerçeve önerileri de üzerinde gerçekleşeceği zemin olarak yine devletle ilişkilenmiş, hatta devlet merkezli bir süreci işaret ediyor. Böylece metin, bir yandan, sınıfsal, bürokratik, hatta ekonomik belirleyicilerinden soyutlanmış bir devleti (içi boşalmış bir nesneyi) eleştiren, diğer yandan onun dışında bir çözüm ufku kuramayan bir düşünsel sıkışmaya işaret ediyor. Bu sıkışıklık , Öcalan’ın “demokratik modernite” kavramsallaştırma çabasında da gözlemlenebiliyor. Öcalan’a göre “demokratik modernite” , kapitalist modernitenin merkezileşmiş, devlet temelli, ulus-devletçi yapılanmasına karşılık olarak yerel, çok katmanlı, katılımcı ve topluluk temelli bir toplumsal örgütlenme modelidir. Ancak “demokratik modernite” de sınıfsal ekonomik belirleyicilerden soyutlanmış biçimde sunulduğundan devletten tamamen kopuk bir düşünsel evren haline gelemiyor. Metinde, bu antropomorfizmin devleti, hem tarihsel bir sapmadır (patolojik modernite) hem de kaçınılmaz bir referans noktası … Dolayısıyla metinde devlete karşı kurulan alternatifler dahi, devletin varlığı üzerinden anlam kazanan stratejik karşıtlıklara dayanıyor. Bu da daha önce sözünü ettiğimiz, devleti (içi boşalmış bir nesneyi) hem eleştirilen hem de kaçınılmaz bir varlık olarak görme çelişkisini derinleştiriyor. Sınıflar matrisinin üzerinde şekillenmiş bir “iktidar” ilişkilerinden kopuk, ekonomik, teknolojik ve personel girdileri, egemen kültürü, bunları içeren ve işleyen “yapıyı” göz önüne almayan bir yaklaşımda devlet karşımıza hem bir şiddet kaynağı hem de adeta bir arzu nesnesi olarak çıkıyor. Öcalan’ın mektubunda karşılaştığımız, antropomorfizmin devlet temsili, sadece bir anlatım biçimi değil, daha derin bir tarihsel (politik, jeopolitik) çıkışsızlığın da belirtisidir. Devlet eleştirisiyle iç içe geçmiş bu devlet fetişizmi , Kürt siyasi hareketinin bugünkü koşullarda içine sıkıştığı stratejik, söylemsel ve varoluşsal çelişkilerin simgesel bir dışavurumu olarak da okunabilir. Sonuç olarak, bu önemli mektubu okurken şu iki soruyu mutlaka akılda tutmak gerekiyor: Öcalan konuşuyor ama aslında kim konuşuyor? Mektup bunları söylüyor ama aslında ne demek istiyor?

Source: Ergin Yıldızoğlu


Patron da işçi de aynı fikirde: ‘Sorun sektörü bez, çaput gören politikalarda’

Türkiye’nin üretim ve ihracat gücü olan tekstil ve hazırgiyim sektöründe alarm zilleri çalıyor. 2022’de 1 milyon 225 bin kişiye istihdam sağlayan sektör, 2025’in ilk çeyreği itibarıyla 300 bine yakın kişiyi işsiz bıraktı. Sadece bu yılın ilk üç ayında 35 bin 460 kişi işten çıkarıldı, 2 bin 147 firma kepenk kapattı. Mayıs sonu itibarıyla 283 konkordato ilanıyla sektör, inşaattan sonra en riskli ikinci alan haline geldi. Son üç yıldır hızla daralan sektörde yaşananları değerlendiren Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği (TGSD) Eş Başkanı Toygar Narbay, 2022 2024 döneminde resmi enflasyon yüzde 138 olarak açıklanırken aynı dönemde asgari ücrette yüzde 249, politika faizinde yüzde 258 oranında artış olduğunu belirtti. “Giderler karşısında döviz kurundaki artışın yalnızca yüzde 101 arttığı bir mali tabloda hangi sektör ayakta kalabilir?” diyen Narbay, “2022’de vergi öncesi kârı yüzde on buçuk olan bir şirketin 2023 yılında kârı 5.6’ya düştü. 2025’te ise kâr oranı eksi 5 ” dedi. Mevcut durumun, kur artışını baskılamaya dönük politikanın ve yüksek faizlerin sonucu oluştuğunu vurgulayan Narbay, iki yıl üst üste ettikleri zarar sonucunda şirketlerin özkaynaklarını kaybetme riskiyle karşı karşıya olduklarını ifade etti. Türkiye’nin en katma değerli sektörünün tekstil olduğunu vurgulayan Narbay, şunları söyledi: “Sektör kendi yaratmadığı bir problemi kendisi çözemez. Dolar bazında yüzde 27 ek maliyet artışını işletmeler verimlilikle, katma değerle, tasarımla vesaireyle çözemez. Net ihracata yüzde 10 oranında kur dönüşüm desteği sağlanmalı. Reeskont faizi, politika faizinin yarısı kadar olmalı ve faiz dönem sonunda tahsil edilmeli. Çalışan başına 2 bin 500 TL destek, ölçek gözetmeksizin tüm sektör firmalarına verilmeli. ” BEZ, ÇAPUT BAKIŞI Tekstil İşçileri Sendikası İstanbul Şube Başkanı Asalettin Arslanoğlu da 13 bin sendika üyesinin çalıştığı şirketlerin çoğunda küçülme olduğunu belirtti. Artık sektör içinde fabrikadan fabrikaya geçiş imkânının da kalmadığını söyleyen Arslanoğlu, işçi ücretleriyle asgari ücret arasındaki makasın da git gide daraldığını vurgulayarak şöyle konuştu: “İş hukuku, Çalışma Bakanlığı bir sektörde sendikaların imzaladığı en yüksek sözleşmeyi, tüm sektörde uygulama hakkına haizdir, diyor. Ama bakanlık bunu uygulamıyor. Bu nedenle sendikalı işyeriyle sendikasız işçi çalıştıran işyeri arasında bir uçurum oluşuyor. İşverenler sendika kapıyı çaldığı zaman kurtulmak için elinden gelen her yöntemi deniyor” ifadelerini kullandı. Arslanoğlu, hem işverenlerin hem de işçilerin sorunlarının ana kaynağının hükümet politikaları olduğu öne sürerek “İktidar sektöre bez, çaput gözüyle bakıyor” dedi. ‘KRİZİN FATURASINI İŞÇİ ÖDÜYOR’ BİRTEK-SEN Başkanı Mehmet Türkmen ise “Sürekli patronların mağduriyeti gündeme geliyor ama bu sektörün yaşadığı krizin en büyük faturasını işçiler ödüyor” dedi. Örgütlenme çalışması yürüttükleri Antep, Urfa, Malatya, Adıyaman gibi bölge illerde son birkaç ay içinde 10 bine yakın işçinin işten atıldığını belirten Türkmen şunları söyledi: küçülmeye gidebilirsiniz, zarar edip fabrikayı kapatabilirsiniz ama bu, işçilerin yasal olarak zaten hakkı olan tazminatlarına çökmeniz anlamına gelmez. İşçiler imza atmaya zorlanıyor, tehdit ediliyorlar. Patronlar hükümetten teşvik alıyor, işçiyi bedavaya çalıştırıyorlar. İstedikleri şey: Devlet bütün vergilerini ödeyecek, her şeyi bedava verecek. İşsizlik fonunun da tamamı bunlara aktarılacak” dedi. “Normalde siz bir krizdeyseniz küçülmeye gidebilirsiniz, zarar edip fabrikayı kapatabilirsiniz ama bu, işçilerin yasal olarak zaten hakkı olan tazminatlarına çökmeniz anlamına gelmez. İşçiler imza atmaya zorlanıyor, tehdit ediliyorlar. Patronlar hükümetten teşvik alıyor, işçiyi bedavaya çalıştırıyorlar. İstedikleri şey: Devlet bütün vergilerini ödeyecek, her şeyi bedava verecek. İşsizlik fonunun da tamamı bunlara aktarılacak” dedi.

Source: Elif Özge Yalçın


Trump-Musk çatışmasının analizi

ABD Başkanı Donald Trump ile onun en önemli destekçisi Elon Musk arasındaki çatışmayı izliyorsunuzdur. Taraflar gittikçe birbirine daha ağır şekilde saldırıyor. Musk , Trump ’ın azlini ve yerine ABD Başkan Yardımcıs ı JD Vance ’in getirilmesini savunan bir sosyal medya mesajını onayladı. Dahası, azil gerekçesini de ortaya koydu: “Trump Epstein dosyalarının içinde.” Epstein ’ın seks ticareti merkezli suç dosyalarının bazıları işte bu nedenle mühürlüydü! Musk ayrıca sosyal medyasında yeni bir parti anketi yaparak Cumhuriyetçi Parti’ye 2026 uyarısı da yaptı. Trump ise “aklını kaçırmış” dediği Musk ’ı, şirketleriyle yapılmış milyarlarca dolarlık federal sözleşmeleri çekmekle tehdit etti. Hatta Trumpçılar açıkça Güney Afrika doğumlu Musk ’a “ülkeden kovulması ve şirketine el konması” sopasını gösterdiler. Peki Trump ile Musk arasındaki bu çatışma, pek çok yorumcunun dile getirdiği gibi iki zenginin ego savaşı mı? Ben bu çatışmanın, sınıfsal bir çelişme olduğunu, dolayısıyla ideolojik boyutu bulunduğunu, dahası Bush ’un son döneminde başlayan ve 2008 kriziyle tetiklenen “Amerikan iç savaşının” devamı olduğunu düşünüyorum. MUSK”IN İKİ PARTİYLE DANSI Öncelikle belirtelim: Trump-Musk ilişkisi tamamen sınıfsal, çıkarsal ve pragmatiktir. Musk 2016’da Hillary Clinton ’a oy vermişti. Ama çıkarları birleşti ve Musk , oy vermediği halde 2016’da seçimi kazanan Trump ’ın ekonomi danışma kurulunda yer aldı. Ama Trump Paris İklim Anlaşması’ndan çekilince 2017’de istifa etti. 2020 seçiminde de Joe Biden ’a oy verdi. Yani Cumhuriyetçi olmaktan çok Demokrattı. Çıkarları 2024’te yine Trump ’la birleşti. Musk ’ın başını çektiği tekno-dijital neoliberaller , Trump ’ı destekledi. Musk , Trump ’ın seçim kampanyasının üçte ikisini cebinden verdi, seçildiğinde neredeyse ondan çok sevindi. Ama bir yıl olmadan yine çıkarları çelişti. EKONOMİK ÇIKAR ÇATIŞMASI Trump ile Musk arasındaki kopuşu sağlayan olay, Trump yönetiminin vergi indirimi yasasıydı. Musk “yasa tasarısının kendisine bir kez bile gösterilmediğinden” yakındı. Bu yasayla “bütçe açığının 2.5 trilyon dolara çıkacağını” ileri sürdü. 28 Mayıs’ta katıldığı bir TV programında, yasa tasarısının başında bulunduğu Devlet Verimlilik Dairesi (DOGE) çabalarını baltalayacağını savundu. Ve 31 Mayıs’ta görevi bıraktı. Ama bu vergi indirimi yasası, nedenden çok sonuçtu. Trump şu sözleriyle nedene kısmen işaret ediyordu: “ Elon yıpranıyordu, ondan gitmesini istedim, herkesi kimsenin istemediği elektrikli arabaları almaya zorlayan yetkiyi elinden aldım. Bunu yapacağımı aylardır biliyordu. Bu yüzden de çıldırdı.” Yani mesele esas olarak hangi kesimin ekonomik çıkarının kollanacağıydı. MUSK”IN BAŞINI ÇEKTİĞİ SINIFIN İHTİYACI Trump , “Elon yıpranıyordu” diyor ama Musk ’ın DOGE uygulamaları ile aslında kendisi yıpranıyordu. Musk’ın başında olduğu DOGE, mali sermaye (finans kapital) sınıfının içinde yeni saldırgan kesimi oluşturan dijital/tekno-neoliberallerin ihtiyacına göre devleti yeniden biçimlendirmenin aracıydı. 6 Şubat’ta bu köşede şöyle demiştik: “Son 20 yılda adım adım semirerek ABD’nin en büyük sermaye grubu haline gelen ve bugün Trump ’ın arkasına dizilen bu kesim, Amerikan devlet aygıtını kendi çıkarlarına göre yeniden biçimlendirmeye çalışıyor. Trump-Musk sağcılığı üzerinde şekillenen bu girişim ise kaçınılmaz olarak ABD içindeki güç mücadelesini sertleştirecektir. ” Bugün artık oradayız: Sertleşme, Trump’ın Musk’ı taşıyamayacağı yere geldi. TRUMP”A DARBE OLASILIĞI Kasım 2026’da ABD’de kritik bir seçim var: Senatonun üçte biri ve Temsilciler Meclisi’nin tamamı değişecek. Trump, Musk’ın başını çektiği mali sermaye sınıfının saldırgan dijital/tekno-neoliberalleri ile seçimde desteğini aldığı orta sınıf arasında sıkışmış durumda. 2024’ü kazanmasında Musk ’ın etkisi vardı ama Cumhuriyetçilerin Musk ’ın yönetime maliyeti artan uygulamaları ile 2026’yı kazanması riskli. Dolayısıyla Trump, dijital/ tekno-neoliberaller ile orta sınıfın oyunu isteyen Cumhuriyetçiler arasında bir seçim yaptı. Mesele şu ki bu kaçınılmaz seçim, Trump ’ın azli ve JD Vance ’in başkanlığı riskini de içeriyor. Bu “iç darbe” olasılığı, Trump’ı “kurulu düzencilerle” belli konularda uzlaşmaya zorlayabilir önümüzdeki süreçte. Son tahlilde birbirlerini yemeleri iyidir, Küresel Güney’in yararınadır.

Source: Mehmet Ali Güller


Che Teyze haykırdı: Artık sandığı getirin

Bir sokak röportajı ile gündeme gelen ve sokakta lif, eldiven ve çorap satan Ankaralı “Muhalif teyze Zehra Canan, “73 yaşındayım böyle kötü bir dönem görmedim. Düzelmiyor, daha da kötüye gidiyor.

YAVAŞ DESTEK VERDİ

Buzdolabım boş, insanlar manav ve pazar tezgâhlarına, market raflarına sadece bakıyor, alamıyor” dedi. Zehra Canan “Profesör” unvanlı ekonomistlere taş çıkarıyor. Soğuk kış aylarında Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın verdiği destekle Kızılay metrosu içinde satış yapan yaz aylarında ise caddeye çıkan Zehra Canan “Buzdolabım 3 sene önce boştu, bugün yine boş. Yaz meyveleri çıktı ama çilek ya de kayısı yiyemedik, çok pahalı” dedi ve şunları söyledi:

“Soğan, patates 30 lira, etin yanına yanaşılmıyor. Caddede üç kuruşa satış yapıyorum, insanlar onu bile alamıyorlar, para yok. Bir çorap satarken bile zorlanıyorum. Eşimin emekli maaşı 15 bin lira, geçinemiyoruz. Bu yaşta çalışıyorum, ayakta kalmaya çalışıyoruz.”

LAKABI CHE TEYZE’

73 yaşındaki Sivas Kangal doğumlu Zehra Canan ilkokul mezunu. Lakabı “Che Teyze’’ olan Canan eşi ve oğlu ile yaşıyor. Kitap okumaya meraklı olan ülke sorunlarını da SÖZCÜ’den izleyen Zehra Canan, Aristotales’in “Atinalıların Devleti” kitabını da okumuş…

Sokakta lif satan Zehra Canan, 28 Aralık 2021’de Türkiye’nin konuştuğu isim oldu. Bir gün sonra evini açıp durumunu yukarıdaki gibi anlattı.

“Ekonomik krizin yanığı benim”

Zehra Canan son genel seçimde Türkiye Komünist Partisinden Ankara milletvekili adayı da olmuştu. Erken seçim isteyen Zehra Canan “Bir an önce sandık gelsin, erken seçim yapılsın. Emeklilerin ve dar gelirlilerin yaşadığı ekonomik çöküşün yanığı benim. Artan gıda fiyatları, işsizlik, sağlık sistemindeki aksaklıklar artarak devam ediyor. Artık yeter, erken seçim olsun, sandık gelsin” dedi.

Ekrem İmamoğlu’na haksızlık yaptılar

Sağlık sorunları ile de boğuşan Zehra Teyze, “Ayaklarım şiş doktor randevum iptal oldu, doktora gitmek bile eziyet. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlunu takip ediyorum, kendisine haksızlık yapıldı, bayramını kutluyorum. İmkanım olsa İmamoğlu’nu ziyaret ederdim. Cumhurbaşkanlığı seçiminde oyum ona… Özgür Özel’in yanında bir TV yayınına beni çıkarsınlar haykırayım. Ekonomi bitti, CHP daha aktif mücadele etmeli. 1977’de Ecevit’e kumpas yaptılar, şimdi de kumpaslar var” dedi.

Source: Yavuz Alatan


Patronlar asgari ücrete zam istiyor

İktidar asgari ücrete ara zam taleplerine yanıt vermezken, zam çağrısı patronlardan da gelmeye başladı. Genç Girişim ve Yönetişim Derneği (GGYD) Başkanı Nezih Allıoğlu, temmuzda asgari ücrete en az gerçekleşen enflasyon oranında ara zam yapılması gerektiğini söyledi. Geçim sıkıntısı yaşayan kesimlerin desteklenmesini de isteyen Allıoğlu, ekonomik ve sosyal dengeyi korumaya yönelik adımlar atılması gerektiğini belirtti.

Allıoğlu, kredi kıtlığı yüzünden piyasanın tıkandığını, KOBİ’lerin ciddi sıkıntı yaşandığını, güven ortamının da yara aldığını söyledi. Ekonomiye ilişkin değerlendirmelerde bulunan GGYD Başkanı Allıoğlu, hem dar gelirliler, hem esnaf, hem KOBİ’ler hem de büyük şirketlerin sıkıntıda olduğunu bildirdi. Başkan Allıoğlu, asgari ücret çağrısını şöyle yaptı:

ESNAF VE KOBİ ZORDA

“Temmuz ayında, en azından enflasyon oranında bir artış yapılmasını faydalı buluyorum. Hanehalklarının alım gücü zayıfladı, geçim sıkıntısı toplumun büyük kısmının en önemli gündem maddesi ve enflasyon henüz istenen seviyelerde değil. Geçim sıkıntısı yaşayan kesimlerin desteklenmesi, dar gelirli kesimlerin alım gücünü korumaya yönelik adımlar, ekonomik ve sosyal dengeyi korumak açısından önemli.”

Allıoğlu, esnaf ve KOBİ’lerin sıkıntıda olduğuna işaret ederken yüksek faizlere rağmen talep edilen krediye ulaşılamadığını anlattı. Allıoğlu, piyasanın istikrar kazanabilmesi için 30 milyarlık KGF kredisinin 200 milyara çıkarılması, krediye erişimin kolaylaştırılması ve güven ortamının sağlanması gerektiğini söyledi.

‘Bazı gelişmeler’ kötü oldu

GGYD Başkanı Allıoğlu, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının etkilerini isim vermeden değerlendirirken, “Bazı gelişmeler piyasalarda dalgalanmalara yol açtı, güven ortamını zedeledi ve yatırım kararlarını olumsuz etkiledi. Bu süreç birikimlerimizin bir kısmını götürdü. Büyük şirketler bu kadar zorlanıyorsa, daha kısıtlı sermayeyle çalışan KOBİ’lerin durumu daha da çetin. Güven ortamını zedeleyen ekonomik dalgalanmalar, yatırım kararlarını öteliyor” dedi.

Source: Erdoğan Süzer


Hem hadsiz hem zorba

Eşiyle Iğdır Nevruz Erez Devlet Hastanesi acil servisine giden Volkan K., eşine hamilelik kontrolü yaptırmak istedi. Volkan K., eşinin kimliğinin olmadığını belirtip test için kendi kimlik bilgisiyle kayıt açılmasını isteyince doktor Umut T., işlemin usulsüz olduğu gerekçesiyle duruma itiraz etti. Çıkan tartışma üzerine doktor Umut T.’ye saldıran Volkan K. ile arkadaşı A.K., hastane polisi ve güvenlik görevlilerince gözaltına alındı. Emniyetteki işlemlerinin ardından dün adliyeye sevk edilen Volkan K. tutuklanırken, arkadaşı ise serbest bırakıldı.‘BU SALDIRI ASLA KABUL EDİLEMEZ’Doktor Umut T.’nin kontrollerinde parmağında kırık, kolunda çıkık ve yüzünde çizikler olduğu belirlendi.İl Sağlık Müdürlüğü’nden yapılan açıklamada, saldırının kabul edilemez olduğu, olayın hemen ardından Dr. Umut T.’ye gerekli tıbbi müdahalenin yapıldığı belirtildi. Doktorun müşahede altında tutulduğu ifade edilen açıklamada, şunlar kaydedildi: “Sağlık çalışanlarımız, fedakârca ve özveriyle 7/24 görev yaparken, böylesi insanlık dışı saldırılara maruz kalmaları asla kabul edilemez. Yaşanan bu menfur saldırıyı en güçlü şekilde kınıyor, geçmiş olsun dileklerimizi ilettiğimiz meslektaşımızın en kısa sürede sağlığına kavuşmasını temenni ediyoruz. Sağlıkta şiddetin hiçbir bahanesi, gerekçesi olamaz. Tüm kamuoyunu sağlık çalışanlarımıza sahip çıkmaya, şiddete karşı durmaya davet ediyoruz.”

Source: Hurriyet.com.tr


‘Siyasi duruşumdan dolayı takipten çıktılar’ Sinan Akçıl tek tek o isimleri açıkladı!

Ünlü şarkıcı Sinan Akçıl, Ferit Ömeroğlu”nun sunduğu “Olduğu Gibi” programına konuk oldu. Canlı yayında açıklamalarda bulunan Sinan Akçıl, siyasi duruşundan dolayı bazı sanatçılar tarafından tepki gördüğünü ve o sanatçıların sosyal medyada kendisini takipten çıkardığını söyledi. Ünlü şarkıcı, bu isimleri de canlı yayında tek tek açıkladı.BAŞKAN ERDOĞAN”I DESTEKLEDİĞİ İÇİN TEPKİ GÖRDÜĞÜNÜ AÇIKLADISinan Akçıl, Başkan Erdoğan”ı desteklediği için bazı sanatçılar tarafından kendisine tepki gösterildiğini dile getirdi.”BENİ TAKİPTEN ÇIKANLAR OLMUŞ”Ünlü şarkıcı canlı yayında, “Siyasi görüşümden dolayı bana küsenler oluyor. Beni takipten çıkaranlar olmuş” dedi.O İSİMLERİ TEK TEK AÇIKLADISinan Akçıl bu isimleri de tek tek açıkladı. Akçıl, “Danla Bilic. Ne alaka! Melek Mosso! Ne alaka! Bunlar gördüklerim. Ben üç ay sonra falan anlıyorum” diye konuştu.”NE YAŞIYOR ANLAMADIM””Bana da fanlarım söylüyor öyle anlıyorum” diyen Akçıl şöyle devam etti, “Bu kişilerin yaptıklarını saçma buluyorum. Belki bana geçmişte bir hayranlıkları vardı müzisyen olarak. Danla Bilic, benle olan programı da sildirmiş ne yaşıyor anlamadım” ifadelerini kullandı.VERDİĞİ CEVAP GÜNDEM OLDU!Programda “Sayın Cumhurbaşkanı”ndan tek bir şey isteyeceksin ve hallolacak. Ne istersin?” sorusuna verdiği cevap da gündem oldu.”ONLAR DA BENİM SEVDİĞİM GİBİ SİZİ SEVMEYE BAŞLASIN”Akçıl, “Sayın Cumhurbaşkanı”m lütfen benim sizinle baş başa konuşabildiğim anlara sahip olma şansını beni sizi çok sevdiğim için eleştiren şarkıcı ve sanatçı arkadaşlarıma da yapın ki onlar da benim sevdiğim gibi sizi sevmeye başlasın” dedi.

Source: Mehmet Küçükkahveci


İnsani yardım mı tuzak mı?

Gazze”de insani yardım organizasyonunu “Gaza Humanitarian Foundation” GHF adı verilen yardım kuruluşu gerçekleştiriyor. GHF organizasyonu Amerikalı silahlı özel güvenlik unsurlarınca korunuyor ve Birleşmiş Milletlerin bölgede yardım hakimiyetini kırmayı hedefliyor. Yani uluslararası tarafsız kuruluşların yardım dağıtımı engelleniyor.GHF”nin dağıtım planı, Gazze”nin güney ve merkezindeki dört dağıtım noktası üzerinden işliyor. Yiyecek ve temel hijyen malzemeleri buralarda halka ulaştırılıyor. Güvenliği Amerikalı özel şirketler sağlarken, çevrede de İsrail birlikleri devriye geziyor. Bu yardım dağıtım alanlarına giriş çıkışlarda Filistinliler, yüz tanıma teknolojisi ve biyometrik tarama gibi işlemlerden geçmek zorunda bırakılıyor.Norveç mülteciler konseyinin genel sekreteri Jan Egeland, GHF”yi “askerileştirilmiş, özelleştirilmiş, siyasallaştırılmış” bir kurum olarak tanımlıyor. Egeland, “Organizasyonun yönetiminde eski CIA çalışanları, askerler ve özel güvenlik yetkilileri var. GHF İsrail ordusu ile birlikte çalışıyor. Çatışmanın bir tarafının, yardımı nerede, nasıl ve kimin alacağına karar vermesine izin veremeyiz” dedi.GHF yardımları dağıtırken yardım almaya gelenlere ateş açılıyor ve sivil ölümleri gerçekleşiyor. “Açlık ve Ölüm” arasında tercihe zorlanan insanların bu çaresizliği bizim yüzümüzü kızartıyor. Çocuğuna süt almak için meydana gelen baba kurşunların hedefi olurken korkuyla kaçışan kalabalık birbirini ezmeye başlıyor….BM sözcüsü Stephane Dujarric yaşananları “yürek parçalayıcı” olarak nitelendirdi ve BM ile ortaklarının bölgeye yardım ulaştırmak için “ayrıntılı, ilkeli ve operasyonel olarak sağlam bir planı” varken yardım almak için koşuşturan kalabalıkların görüntüsünün üzücü olduğunu belirtti.GAZZE”DE YAŞANANLAR MÜSLÜMANLARI UYANDIRIR MI?İslam dünyası bu yıl da Kurban Bayramını huzursuz geçirdi. Gazze”de aylardır süren sivil katliamı hiç durmadı. Tam ölümleri kanıksadığımızı düşünüp insanlığımızı sorgularken yeni bir görüntüyle sarsılıyoruz.Gazze”deki kıyım HAMAS”la mücadele adı altında gerçekleşirken Filistinlilere dönük saldırıların Batı Şeria”da da gerçekleştiğini görüyoruz.Batılı aydınlar, gazeteciler ve siyasetçiler de artık çığlık atmaya başladı. Mesele Müslüman alemini aşmış durumda. Müslüman ülkelerde hükümetlerin çaresizliği ve sebepleri ortada. Bölgede yaşanan İbrahim Anlaşmaları, I2U2 ittifakı, enerji-ticaret koridorları ve baskılanan toplumlar ortada.Suudi Arabistan”ın ve Birleşik Arap Emirlikleri”nin süreçteki pozisyonlarını 7 Ekim 2023″ten beri bu köşede yazıyorum. İran”ın uzandığı her yerden rahatsızlar ve iktidarlarına bir tehdit olarak görüyorlar. İran”ın bölgedeki etkisi Çin ve Rusya tarafından sessizce desteklenirken büyük bir hesaplaşmanın ortasında masum siviller can veriyor. Bölgedeki kargaşadan İsrail”in hamisi ABD rol kapıyor. ABD masraflarını Körfez”e fatura ederek bölgedeki konumunu takviye ediyor.Şimdi başta Türkiye Müslümanları olmak üzere Orta Doğu”daki Müslüman halklara düşen bir görev var. Gazze”de yaşanan vahşete karşı sivil toplum örgütlerinin ve bireylerin yapabileceği itirazlar var. Gazze”de yaşanan gidişatı durdurabilecek petrolün anahtarı Suudi Arabistan”da. Suudi Arabistan ve diğer Körfez aktörlerini Gazze”de yaşananlar karşısında uyarabilecek Müslümanların derin bir uykuda olduğunu söylemeliyiz.Belki haddimi aştığım düşünülecek ve tepki de çekeceğim ancak çözüm belli. Riyad yönetimini ikna edecek milyarlarca Müslüman ve her yıl ibadet için Hicaz”a giden milyonlar var. İbrahim Anlaşmaları”na tamam diyenlerin Filistin sorunu çözülmeden atacakları her imzanın bedeli ağır olacaktır.

Source: M. Yalçın Yilmaz


Ergin Ataman”a lazer tuttular Yunan bayrakları açtılar

Yunanistan Basketbol Ligi final serisinde Olympiakos, Ergin Ataman”ın çalıştırdığı Panathinaikos”u 85-71 mağlup etti. Seriyi 3-1″e getirerek şampiyonluğunu ilan etti. Türkiye”ye Yunan taraftarların yine küfür etmesi halinde sahayı terk edeceğini açıklayan Ataman, parkeye kulaklıkla çıktı. Ataman”a Olympiakos taraftarı bu kez lazer tuttu. Yunanistan ekibi Panathiaikos AKTOR”un başantrenörü Ergin Ataman, 3-1 kaybettikleri play-off final serisi sonrası maç esnasında Olympiakos taraftarlarının açtığı Yunanistan bayraklarına ilişkin “Yunanistan”ı seviyorum. Bugün salonda çok fazla Yunan bayrağı gördüm. Olympiakos taraftarı salona Yunan bayraklarıyla gelmiş ama şunu merak ediyorum takımlarında kaç tane Yunan oyuncu oynuyor?” diye konuştu. Yunanistan bayraklarının maçta “özellikle” açıldığını savunan Ataman, bu durumu “kişisel” algıladığını belirterek “Sadece bir Yunan oyuncuları var. Geri kalan hepsi sahte Yunan. Walkup, Dorsey, Vezenkov, Mitrou-Long… Bizim kadromuz ise Yunan oyuncularla dolu. Sloukas var, Mitoglou var, Papapetrou var, Kalaitzakis var, Samadurov var. Buna rağmen sırf ben Türküm diye salona Yunan bayraklarıyla geliyorlar!” değerlendirmesinde bulundu. Sportmenlik dışı hareketi nedeniyle şikayet edilmesi sonucunda ceza alan Olimpiyakos”dan Evan Fournier hakkında da konuşan ve Panathiaikos taraftarıyla gurur duyduğunu vurgulayan Ataman, “Çünkü stadyuma girmediler ve basketbola saygıdan dolayı maçı durdurmadılar. Çünkü başka bir ülkede bu eylem gerçekleşmiş olsaydı, insanlar stadyuma girerdi.” diyerek sözlerini tamamladı.

Source: Internet Haber


CHP gerçekten hukuk devleti istiyor mu?

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP), bir süredir kendi içinden yükselen yapısal sorunların etkisiyle köklü bir meşruiyet sınavı veriyor.

Bu sınavın başında, Genel Başkan Özgür Özel’in Parti mensupları tarafından açılan şaibeli kurultay davasına ve CHP’li belediyelerdeki yolsuzluk iddialarına karşı sergilediği savunmacı duruşu, uluslararası sosyal demokrat normlara karşı kayıtsızlığı ve hukukun üstünlüğü ilkesine yönelik söylemleri geliyor. Tüm bu başlıklar, partinin iç dinamiklerini ve muhalefet sahnesindeki inandırıcılığını da tehdit eder boyuta ulaştı…

Özgür Özel’in yargıya ve savcılara yönelik tehditkâr açıklamaları, hukuk devleti ilkeleri açısından ciddi bir sorundur. Yargı kararlarını itibarsızlaştırmaya dönük tavır ve kararları olarak tanımlamak, muhalefet olarak savunmaları gereken anlayışından çok uzağa savurulduklarını gösteriyor. Yargı kararları karşısında sergilenen refleks, kuvvetler ayrılığı ilkesini ve yönetenlerin hesap verebilirliğini gölgede bırakırken, kamuoyunda da sorusunu gündeme getiriyor.

Sayıştay’dan, Masak’a, Mülkiye Teftiş’ten diğer denetim kurumlarının rapor ve kararlarına, şikâyetlere, itiraflara karşı CHP yönetiminin geliştirdiği söylem, siyasi sorumluluğun reddi ve kurumsal savunmaya dönüşmüş durumda. Hukukun üstünlüğü, ilkesel bir yaklaşım olmaktan çıkarılıp siyasi pozisyon alma aracına indirgeniyor. Bu durum, muhalefeti hukuk karşısında güvenilir olmaktan uzaklaştırıyor.

Şaibeli kurultay davası ve CHP’li büyükşehir belediyelerinde son dönemde ortaya çıkan yolsuzluk iddiaları, ne kadar bağırıp çağırılsa da kamuoyunda geniş yankı buluyor. Özellikle İBB merkezli yürüyen yolsuzluk soruşturmaları her geçen gün biraz daha genişliyor, şikâyetçiler de itirafçılar da, maddi bulgular da artıyor. Ancak bu iddialar karşısında Özgür Özel’in sergilediği tutum, yapısal temizlikten çok siyasi savunmaya işaret ediyor.

CHP yönetimi, yolsuzluk dosyalarını ciddiyetle ele almak yerine, süreci olarak çerçevelemeyi tercih ediyor. Bu söylem kısa vadede tabanı konsolide edebilir; ancak uzun vadede hesap verebilirlik kültürünü zayıflatıyor ve kamu vicdanında algısını güçlendiriyor.

Üstelik CHP, Sosyalist Enternasyonal’in ve Avrupa sosyal demokrasisinin bir parçası olduğunu iddiasında, ancak bu ortamların normlarını pratikte göz ardı etmektedir. Sosyalist Enternasyonal’in temel ilkeleri arasında; yer alır. Bu ilkeler, siyasi partilerin yalnızca muhalefette değil, yerel düzeyde iktidarda olduklarında da uygulamaları beklenen etik ve siyasi normlardır.

Özgür Özel yönetimindeki CHP’nin bu normlara ilgisizliği, partiyi yalnızca ulusal kamuoyu nezdinde değil, uluslararası platformlarda da inandırıcılık sorunu ile karşı karşıya bırakmaktadır. Özellikle büyükşehirlerde kamu ihalelerine dönük usulsüzlük iddialarının denetim raporlarına, yargısal süreçlere konu olması, sosyal demokrat normlardan kopuşun somut bir göstergesidir.

Uluslararası sosyal demokrat partilerin, kendi belediyelerinde ortaya çıkan etik sorunlar karşısındaki tavrı açıktır: Kapsamlı iç denetim mekanizmaları işletilir, suç şüphesi varsa adli makamlara bildirilir ve parti olarak sorumluluk üstlenilir. CHP, bu süreci hem içeride hem dışarıda siyasallaştırarak evrensel sosyal demokrat normlara sırt çeviriyor. Bu durum, partinin sadece içeride değil, dış temsil ve diplomatik saygınlık anlamında da büyük bir zafiyet yaşamasına yol açıyor.

Özgür Özel’in siyaseti, sıkça medya krizlerine tepkiyle şekillenen, günübirlik bir muhalefet refleksiyle karakterize edilebilir. Oysa Türkiye gibi bir ülkede, muhalefetin stratejik perspektif geliştirmesi ve halkın karşısına tutarlı, hesap verebilir bir yönetim alternatifiyle çıkması beklenir.

Bugün CHP’de bu derinlikten eser yok. Belediyelerdeki yolsuzluklar, usulsüzlükler görmezden geliniyor, parti içi denetim mekanizmaları askıya alınmış görünüyor.
Bu da partiyi kurumsal olarak yozlaşmadan ayıramıyor. Yolsuzluk savunusunu “ahlaki üstünlük” diye niteliyor… Deve kuşu gibi kafayı kuma gömmekle her şeyin hallolacağını düşünüyor… Siyasi rekabet hem parti içinde hem dışında sanal bir ahlaki üstünlük üzerinden kurgulanmak istendiği içindir ki, yakın bir dönemde, ana muhalefet partisi kendi içindeki çürüme ile de yüzleşmek ve mücadele etmek zorunda kalacak.

CHP, tarihsel misyonu, kurucu kimliği ve demokratik iddiaları açısından toplumun geniş kesimlerinde hâlâ önemli bir simgesel ağırlığa sahip. Ancak bu ağırlığın pratik karşılığının sürdürülebilir olması, mümkün olabilir. Özgür Özel’in liderliğindeki CHP, bu üç temel başlıkta da sınıfta kalmış durumda.

Sessizlik, erteleme ve suçu kolaycılığı, uzun vadede kendi kendini yok eden, varlık nedenlerini ortadan kaldırmış bir muhalefet inşa eder. Oysa Türkiye”nin ihtiyacı; muhalefetteyken de, iktidarken de hukuk devleti ilkelerine saygı gösteren, kendi içini temiz tutabilen ve uluslararası normlara sadakatle bağlı bir siyasal duruştur.

Bu bağlamda, Özgür Özel’in, CHP’li belediyeler hakkında başlatılan yolsuzluk soruşturmaları üzerinden Sayın Cumhurbaşkanını, iktidarı hedef alan açıklamaları, gerçeklerle, siyasi nezaketle bağdaşmadığı gibi; yargı organını, savcıyı hedef alması boyutu ile hukuk devleti ilkelerine aykırıdır.

Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve bu ülkede hiç kimse, siyasi konumu ne olursa olsun, hukukun üstünde değildir. Yolsuzluk iddialarına ilişkin soruşturmalar, bağımsız yargı organları tarafından yürütülmekte; deliller, ifadeler ve yasal süreçler çerçevesinde değerlendirilmektedir.

Yargıya güvenmek, hesap verebilir olmak yerine, siyasi hesaplarla adaleti itibarsızlaştırmaya çalışmak; suçla itham edileni değil, yargısal süreci işletenleri hedef göstermek; demokratik siyasetin değil, eski vesayet alışkanlıklarının bir yansımasıdır.

Prof. Dr. Zakir AVŞAR / Haber7

Source: Zakir Av


Müge Anlı neden yok? Müge Anlı yeni bölüm neden yayınlanmadı?

Toplumsal sorunları gündeme taşıyan, Müge Anlı ile Tatlı Sert programı bugün izleyici ile buluşmayacak. Programın yerine saat 10.00″da “Can Borcu” adlı yerli dizinin tekrarı yayınlanacak. Şimdi izleyiciler “Müge Anlı neden yok”, “Müge Anlı yeni bölüm neden yayınlanmadı” sorusunu tekrarlıyor. Müge Anlı neden yok?Müge Anlı ile Tatlı Sert yeni bölüm bayramın 4. günü nedeniyle tatilde. Bu nedenle program yayınlanmayacak. Müge Anlı ile Tatlı Sert yarın itibarıyla ekrana gelecek.9 Haziran Atv yayın akışı08: 00 Kahvaltı Haberleri10: 00 Can Borcu 22.Bölüm13: 00 atv Gün Ortası14: 00 Mutfak Bahane16: 00 Esra Erol’da19: 00 atv Ana Haber20: 00 İç Savaş TV’de ilk / Yabancı Sinema22: 30 Anka / Yerli Sinema01: 00 Anka / Yerli Sinema03: 20 Aldatmak

Source: Dünya Gazetesi


Kurbanlık danayı merdivenlerden beşinci kata çıkarmaya çalıştılar

Kurban Bayramı yaklaşırken, bazı vatandaşların kurbanlık hayvanları şehir içinde taşıma yöntemleri tepkilere neden oluyor. Son olarak sosyal medyada paylaşılan bir görüntü, kısa sürede gündem oldu. HAYVANI 5. KATA ÇIKARMAYA ÇALIŞTILAR Görüntülerde iki kişinin kurbanlık bir danayı apartmanın merdivenlerinden 5. kata çıkarmaya çalıştığı görülüyor. Merdivenlerden çıkarılmak istenen dana, hem kendisi için hem de çevresi için büyük risk oluşturdu. “BU İBADET DEĞİL EZİYET” Hayvanın yaşadığı stres ve çektiği zorluğu görenler “Bu ibadet değil eziyet”, “Hayvana yazık değil mi?”, “Bu şekilde kurban kesilmez” şeklinde yorumlar yaparak duruma tepki gösterdi.

Source: Haberler


İnsanlar gerçekten tek eşli mi? En iyi evrimsel strateji bu mu?

Çöpçatanlık uygulamalarının sunduğu sayısız seçeneklerin olduğu ve ilişki etiketlerinin evrimleşmeye devam ettiği bir dünyada, insanların aslında tek eşli olup olmadığı sorusu gündemdeki yerini koruyor. Londra”da yaşayan Romanyalı Alina, ilgili tüm tarafların bilgisi ve rızası dahilinde çok eşliliği deneyimledikten sonra kendisine şu soruyu sormaya başladı: Neden toplum olarak tek eşliliğe razı olduk? PRİMATLAR NE SÖYLÜYOR? Bu sorunun yanıtı, insanın en yakın akrabaları olan primatların üreme stratejilerini inceleyerek araştırılabilir. İngiltere”deki Bristol Üniversitesi’nden Dr. Kit Opie, gorillerin çok eşli yaşadığını ve bir erkeğin birden fazla dişiyle birlikte olduğunu belirtiyor. Bu da gruptaki yavruların hepsinin babasının aynı, annelerinin ise farklı olmasına neden oluyor. Ancak Dr. Opie, bu stratejinin yavru cinayetleri nedeniyle sürdürülebilir olmadığını ifade ediyor: “Yavruların öldürülmesi, gorillerin yaşamının çok dehşet verici bir yönü. Yeni gelen bir erkek, kendisiyle kan bağı olmayan yavruları öldürüyor. Böylece dişiler yeniden çiftleşmeye hazır hale geliyor.” Dişi bonobolar ise yavrularının öldürülmesini önlemek ve babayı gizlemek için çok sayıda erkekle birlikte oluyor. İNSANLAR TEK EŞLİLİĞE NEDEN GEÇTİ? İnsanlar da başlangıçta çok eşli bir düzende yaşıyordu. Fakat yaklaşık iki milyon yıl önce bu değişti. Dr. Opie’ye göre bu dönüşümün nedeni iklim değişikliğiydi. Sahra Altı Afrika’da yaşanan kuraklık sonucunda atalarımız büyük gruplar halinde yaşamaya başladı. Bu da daha büyük beyinler ve daha uzun emzirme süresi gerektiren bir yaşam biçimini zorunlu kıldı. Büyük gruplarda, çok sayıda erkek olduğu için babaların kimliğini gizlemek zorlaştı. Dişiler, yavrularını büyütmek için belirli bir erkeğin desteğine ihtiyaç duyduğunda ise tek eşlilik devreye girdi. TEK EŞLİLİK EN İYİ SEÇENEK Mİ? Dr. Opie bu evrimsel geçişin “en iyi” değil, “en işe yarayan” strateji olduğunu söylüyor. Yavaş gelişen insan yavruları, sadece annenin değil, babanın da yoğun yatırımını gerektiriyordu. Bu da tek eşliliği daha işlevsel hale getirdi. Ancak bu doğrudan bir sadakat anlamına gelmiyor. “Bir ömür boyu tek eşe bağlı kalan türler çok nadir” diyen Dr. Opie, gibbonları örnek gösteriyor. Gibbonlar çiftler halinde yaşar ve alanlarını kolayca denetleyebilirler. Ancak insanlar gibi kalabalık sosyal gruplarda bu denetim çok daha zordur. BEYİNDEKİ BAĞLILIK KİMYASI Sadakat ya da bağ kurma isteği yalnızca toplumsal değil, aynı zamanda biyolojik bir mesele. ABD”deki Emory Üniversitesi’nden Sarah Blumenthal, tarla farelerinin beyinlerinde oksitoksin reseptörlerinin fazla olduğunu ve bunun uzun süreli bağları kolaylaştırdığını söylüyor. İnsan beyni de benzer şekilde oksitoksin salgılıyor. Bu hormon fiziksel temas ve bağlanma sırasında devreye giriyor. Ancak dopamin hormonu, yeni deneyimler ve heyecan arzusunu tetiklediği için sadakat konusunda içsel bir çatışma yaratabiliyor. KADINLARDA ÇOK EŞLİLİK MÜMKÜN MÜ? Antropolog Dr. Katie Starkweather, kadınların birden fazla eşe sahip olduğu 50″den fazla kültürel örnek belgelediğini belirtiyor. Nepal, Tibet, bazı Afrika bölgeleri ve Latin Amerika’da kadın çok eşliliğine rastlamak mümkün. Bu düzenlemeler genellikle ekonomik faydalar veya çevresel zorluklar nedeniyle ortaya çıkıyor. Farklı genetik yapıya sahip çocuklara sahip olmak da bu stratejinin bir avantajı olarak gösteriliyor. ÇOK EŞLİLİĞİN ZORLUKLARI Yine de çok eşlilik her zaman kolay değil. Starkweather’a göre birden fazla ilişkiyi sürdürmek zaman, enerji ve duygusal emek gerektiriyor. Bu yüzden dünya genelinde en yaygın evlilik biçimi hâlâ tek eşlilik. ALTERNATİF İLİŞKİLERDE DUYGUSAL DENGELER Alina, geçmiş deneyimlerinde tek eşlilikten fayda görmediğini ve şu anda çok eşli bir ilişki yürüttüğünü söylüyor. “Kıskançlık zor bir duygu ama bence çoğu zaman insanlar birbirine dürüst olmadığında bu daha da yoğunlaşıyor. Dürüstlük varsa baş etmek daha kolay” diyor. Partneri de bu görüşü destekliyor: “Kıskançlık değil, birden fazla sağlıklı ilişkiye gereken çaba esas mesele.” TEK BİR CEVAP YOK Peki insanlar doğal olarak tek eşli mi? Bu sorunun kesin bir yanıtı yok. İnsanlar, yaşadıkları kültür, çevre ve koşullara göre çeşitli ilişki modelleri geliştirmiştir. Bazıları için çok eşlilik; özgürlük ve esneklik, bazıları içinse tek eşlilik daha basit ve yönetilebilir bir yol olabilir. Antropolog Starkweather’ın sözleriyle: “İnsanlar esnek olacak şekilde evrimleşti. Bu, ilişkilerimizi ve evlilik biçimlerimizi de kapsıyor.”

Source: Bbc Türkçe


Veliler dikkat! Öğrencilerin elinde geziyor: Pazarda, internette her yerde satışı var…

Tüketici Konfederasyonu (TÜKONFED) Başkanı Aydın Ağaoğlu , okullarda kullanımı popüler hale gelen kelebek tarak gibi oyuncakların pazarlarda, oyuncakçılarda ve özellikle internet üzerinden kolaylıkla temin edilebildiğine işaret etti. “MASUM DEĞİL” Ağaoğlu, ‘Yasak kapsamına girmemesi nedeniyle öğretmenler ve veliler müdahale etmekte zorlanıyor. Ancak bu durum ürünün masum olduğu anlamına gelmez’ dedi. “ŞİDDETE EĞİLİMİ TETİKLEYEBİLİR” Hem metal hem plastik olarak satılan kelebek tarakların, fiziksel bir tehlike oluşturmasının yanı sıra çocuklarda şiddete eğilimli davranışları da tetikleyebileceğini ifade eden Ağaoğlu, ‘Bir çocuk elindeki bu tarakla tehditkâr bir hareket yaptığında karşısındaki kişi ciddi şekilde tepki verebilir. Sonuçları istenmeyen olaylara dönüşebilir. Bu tür ürünlerin oyuncak olarak piyasaya sunulması kabul edilemez’ uyarısında bulundu. “ÇOCUKLARIN ELİNE GEÇMEMELİ” Üretici ve satıcıların sadece kârı değil, toplumsal sorumlulukları da gözetmeleri gerektiğini vurgulayan Ağaoğlu ‘Bu tarz ürünler, özellikle 13-14 yaş altı çocukların eline geçmemeli. Aileler de daha bilinçli davranmalı’ dedi. “OLUMSUZ İZLER BIRAKABİLİR” Ebeveynlere dikkatli olmaları için seslenen Ağaoğlu şöyle uyardı: Bu ürünler masum görünse de çocukların kişilik gelişiminde olumsuz izler bırakabilir. Alternatif olarak eğitici ve doğa dostu oyuncakların tercih edilmesi çok daha doğru bir yaklaşım olacaktır.

Source:


Genç kadın dehşeti yaşadı… İkinci bahar hayali kabusa döndü

Adana”da yaşayan kadın öğretmen, 2023 yılında yaptığı ikinci evlilikle hayatının kabusa döndüğünü öne sürerek, “Hamileyken defalarca eşim tarafından darp edildim. Ayağım kırıldı, vücudunda morluklar oluştu, düşük tehlikesi atlattım. Şiddet ve tehditlerle mücadele ederken, boşanma davası açtım ancak henüz sonuç alınmadı. Şimdi ise eşim tarafından aracım çalındı” dedi.İlk evliliğinden iki çocuğu olan Burcu Kara, 3 Şubat 2023″te B.K.(36) ile ikinci evliliğini yaptı. Kısa süre sonra hamile kalan Kara, eşinden fiziksel şiddet görmeye başladığını iddia etti. Hamilelik sürecinde ağır darp sonucu ayağı kırıldığını, gözünde ve vücudunda morluklar oluştuğunu öne süren Kara, birçok kez uzaklaştırma kararı aldığını, 6 Mart 2024″te boşanma davası açtığını ifade etti.Henüz sonuçlanmayan davada, Burcu Kara yeni bir şok yaşadığını ileri sürerek, “Görüş günü çocuğunu pedagog ve polis eşliğinde görmeye gelen B.K., tuvalete gitmemi fırsat bilerek çantadan otomobilin anahtarını çaldı. Daha sonra aracı alıp kayıplara karıştı” dedi.Adana Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube”ye bağlı Oto Hırsızlık Büro Amirliği ekipleri şüpheli B.K.”yı yakalamak için çalışma başlattı.”EVLİ OLDUĞUMUZ İÇİN HIRSIZLIKTAN İŞLEM YAPILMIYOR”Olay sonrası açıklama yapan Burcu Kara, “B.K. ile 2023 yılında evlendim, o zamandan beri boşanmaya çalışıyorum. Hukuki boşluklar nedeniyle bu kişiden kurtulamıyorum. Olay günü kızımı pedagog eşliğinde görmeye gelmişti. Lavaboya gittiğim sırada çantamdan araç anahtarımı alarak aracı götürdü. Polise başvurdum ama evli olduğumuz için oto hırsızlığı sayılmıyormuş. Eğer boşanmış olsaydım, bu suç hırsızlık olacaktı. Şu an sadece “güveni kötüye kullanma”dan işlem yapılabiliyor” dedi.”3 AYLIK BEBEĞİMİ KAÇIRDI”Burcu Kara daha önce de benzer bir travma yaşadığını belirterek, “Evimizin önünden 3 aylık bebeğimi kaçırdı. Sürekli şiddet uyguladı. Milli Eğitim Bakanlığı beni korumak için görev yerimi değiştirdi ama yeni adresimi de buldu” dedi.”AYAĞIM KIRILDI, GÖZÜM MORARDI”Hamileyken yaşadığı şiddeti anlatan Kara, “1 yıllık evliliğimizin 9 ayı hamilelik dönemiydi. Ayağım kırıldı, gözüm morardı, vücudumda morluklar oluştu. Bu kişi yüzünden hayatım altüst oldu. Hem kendim hem çocuklarım için artık adalet istiyorum. Aracımın bulunmasını ve bir an önce boşanmak istiyorum” diye konuştu.

Source: Www.star.com.tr