“Toplumsal Sorunlar Gündemi – İşçi Hakları, Sosyal Adalet ve Daha Fazlası”

İktidar övünüyor ama işçi haklarında yerimiz değişmiyor: Yine en kötüler arasındayız!

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 1 Mayıs’ta işçi, memur ve işveren temsilcileriyle yaptığı toplantıda, şunları söylemişti: “İşçi ve işverenlerimizin refah seviyelerinin yükseltilmesi, sendikaların faaliyetlerini sürdürebilmesi için tüm imkanlarımızı seferber ettik. Bu anlayışla son 23 yılda ihtiyaç duyulan yasa ve mevzuat düzenlemelerini bir bir hayata geçirdik. Sendikal hakları yeniden ele alarak önemli ölçüde iyileştirdik. İstihdam politikalarımıza hız ve etkinlik kazandırdık. Çalışma hayatının tüm aktörlerini kapsayan geniş çaplı reformlar yaptık. Tüm kesimler için fırsat eşitliğini önceleyen yenilikleri devreye aldık. Emekçilerimizin hak ve hukukunun korunmasına ilişkin hassasiyetimizi yalnızca sözlerimizle değil son dönemde hız verdiğimiz çalışmalarımızla da açıkça ortaya koyduk.” Erdoğan, “sendikal güvenceleri güçlendirdiklerini, grev hakkını rasyonel bir zemine oturttuklarını, İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası’nı yürürlüğe koyarak çalışma şartlarını ve alınacak tedbirleri azami surette iyileştirdiklerini” de savunmuştu. YERİMİZ DEĞİŞMEDİ Erdoğan’ın bu açıklamalarına karşın Türkiye’den birçok sendikanın da üyesi olduğu Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) 2025 Küresel Haklar Endeksi’nde Türkiye yine, işçi hakları açısından dünyanın en kötü 10 ülkesi arasında yer aldı. ITUC’un raporuna göre, işçi hakları ve sendikal haklar dünya genelinde geriliyor. Türkiye’de de durum farklı değil. Türkiye ile birlikte bu kategoride yer alan diğer ülkeler şöyle: “Bangladeş, Belarus, Ekvador, Mısır, Eswatini, Myanmar, Filipinler, Nijerya, Tunus ve Türkiye.” ITUC’un 2014 yılından bu yana yayınladığı küresel sendikal haklar endeksinde, Türkiye en başından bu yana her yıl dünyada işçi hakları açısından en kötü 10 ülke arasında yer alıyor. ‘KARA LİSTE’ Türkiye’nin 2 Haziran’da Cenevre’de başlayan Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) konferansında da büyük olasılıkla her yıl olduğu gibi yine Aplikasyon (standartların uygulanması) Komitesi’nde yer alması bekleniyor. Bu komitede yer alan ülkeler çalışma yaşamının en kötü olduğu ülkeler olarak sıralanıyor. Bu liste sendikal alanda “kara liste” olarak da adlandırılıyor.

Source: Mustafa Çakır


Cumhuriyet devrimi merkezli ittifak – Av. Murat Fatih Ülkü

Çok farklı bir dönemden geçiyoruz. Bir yanıyla yaşam tüm sıradanlığı ile devam ediyor. Doğumlar, evlilikler, taşınmalar, tayinler, borç altına girenler, gelecek planları vs. Ama bir yanıyla biraz havayı kokladığınızda çok büyük değişimlerin, altüst oluşların eşiğinde bir Türkiye… Kimi önemli farklarına rağmen, birçok yönüyle mütareke döneminin İstanbul’u gibi. Dünya da küresel ısınmayla, yapay zekâyla, tüketim çılgınlığının içinde kendilerini özgür zannederek köleleşen insanlar ile büyük bir dönüşümün eşiğinde ama bugünün Türkiye’sinde bu konular lüks kaldığı gibi yazımızın konusu da değil. GELİNEN NOKTA Küreselleşme rüzgârına eşlik eden 12 Eylül faşist darbesi ile başlayan çürüme, Özal döneminde ivme kazandıktan sonra son 23 yılda vahşi kapitalizm ile büyük bir hevesle bütünleşen siyasal İslamcı AKP iktidarı döneminde zirveye çıkmış durumda. Cumhuriyetin kurucu felsefesi, kurumları, ilkeleri, sosyal adalet hedefi büyük oranda tasfiye edildi. Parasız sağlık/eğitim terk edilip geniş çapta özel sektörün kâr hırsına teslim edildi. Devlet okullarında eğitim almak isteyenleri, dinselleştirilmişmuhafazakâr bir eğitim bekliyor. Laiklik deseniz, yalnızca bizim gibi dinozorların (!) savunduğu, artık kâğıt üstündeki niteliğine de son verilmek istenen tatlı bir hayalden ibaret. Bazılarının sandığının aksine küresel emperyalizmin hiç de umursamadığı biçimde, siyasal İslamcı iktidar Türkiye’nin doğrultusunu, çağdaşlaşmadan Ortadoğu bataklığına ve ortaçağın zihniyetindeki dünyaya çevirmiş. Yurttaşların kendilerini güvende hissetmelerini sağlayan hukuk devleti ve yargı bağımsızlığı rafa bile değil tavan arasına kaldırılıp tozlanmış, yargı organı hızlı otoriterleşen rejimin bir aygıtı olarak kullanılıyor. Bırakın siyasi davaları, yurttaşlar en ufak hukuksal uyuşmazlıklarda bile kendilerini güvende hissetmiyor. Sağlıksız bir Batı hayranlığı içindeki kesimlerin düşündüğünün aksine, kendi çıkarlarına uygun olduğu sürece bu durum da küresel emperyalizmin umurunda değil. Cumhuriyet Devrimi’nin eşitlik ve sosyal adalet hedefi yerle bir olmuş, derin ve iç acıtıcı bir yoksulluk gelir dağılımında adaletsizliğin Cumhuriyet tarihinin en kötü noktasında olduğunu gösteriyor. Özellikle 2010 ve 2017 anayasa değişiklikleri ile hükümet sistemi değil rejim değişmiş, lider-parti-devlet bütünleşmesi ile otoriterleşen ülkemizde denge ve denetleme mekanizmaları devre dışı kalmış. CUMHURİYET DEVRİMİNİN BİRLEŞTİRİCİLİĞİ Cumhuriyet devrimi kurumları ile birlikte büyük oranda tahrip edilip işlevsiz kılınmasına rağmen, kurucu lider Atatürk’ün muhalif kitlelerin birleştiği sembol olması, Cumhuriyetçi birikimin kamuda olmasa da toplumsal ve kitlesel ölçekte yerleştiğini, devam ettiğini gösteriyor. Yıllardır işaret ettiğimiz gibi, Cumhuriyet mitingleri ve Gezi direnişi döneminde de net olarak ortaya çıkan, muhalif kesimlerin Cumhuriyet devrimi ve Atatürk üzerinde birleşmeleri olgusu, muhalefet tarafından bugüne kadar net biçimde anlaşılamadı. Bu kitleler uzun yıllar siyaseten tam olarak temsil edildiklerini hissetmediler. Son olarak 19 Mart’taki Erdoğan karşısındaki en güçlü cumhurbaşkanı adayı olan Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ile ortaya çıkan kitle muhalefetinde de temel birleştirici niteliğin Cumhuriyet Devrimi ve Atatürk olduğunu görüyoruz. Suriye’deki gelişmeler, Esad rejiminin devrilmesi, Suriye’nin kuzeyindeki fiili oluşuma koşut ve belirsizlikleriyle devam eden yeni açılım süreci başka bir yanıyla da siyasal İslamcı iktidarın gelişen muhalefete karşı, etnik düzlemde siyaset yapan bölücü-Kürtçü hareketin de içinde olduğu Cumhuriyet Devrimi karşıtı bir ittifak peşinde olduğunu gösteriyor, bu yeni ittifak için önemli bir mesafe alınmış durumda. Dış gelişmelerin Cumhuriyet Devrimi karşıtı ittifakın lehinde olduğu düşünülürse, muhalif kesimlerin Cumhuriyet Devrimi odaklı bir siyaset stratejisi belirlemeleri tarihsel bir zorunluluktur. Bu kapsamda TKP’nin Cumhuriyet devrimi merkezli muhalif odak oluşturmayı amaçlayan siyasal çıkışları son derece önemlidir. Atatürk’ün -Sırrı Süreyya Önder’in avans söyleminin aksineemperyalizmden söke söke aldığı bağımsızlığı perçinlediği Cumhuriyet Devrimi’nden 100 yıl sonra, Cumhuriyetçi birikime sahip kitleler, devrim kazanımlarını da içererek geleceğe yönelen bir siyaset arıyor.

Source: Olaylar Ve Görüşler


Abluka büyüyor!

Geçen hafta İBB üzerindeki “yargı” ablukasını gündeme getirmiştik.19 Mart, 26 Nisan, 20 Mayıs, 22 Mayıs ve 23 Mayıs’taki şafak operasyonlarıyla 237 kişi gözaltına alınmış, 100’e yakın isim de ya tutukevine gönderilmiş ya da ev hapsi ile cezalandırılmıştı. 31 Mayıs Cumartesi sabahı, aralarında ilçe belediye başkanlarının da bulunduğu 47 kişi daha katıldı bu eziyet zincirine. Kimi tutuklandı, kimi tutuksuz yargılanacak. Yine somut delil yok, yine çakma itirafçı var; montaj görüntüler de işin cabası. 27. Dönem Milletvekili Aykut Erdoğdu , itirafçı Ertan Yıldız ’ın beyanı ile hedefte. Gaziosmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe ’nin odasından çıktığı söylenen kasa ve paralar hayali ama devlet televizyonu TRT’deki görüntülere bakılırsa gerçek! Algı işi kusursuz. Aralarında beş seçilmiş belediye başkanının bulunduğu grubun Emniyet müdürlüğünden adliyeye, “katil zanlısı” gibi götürülmesi ve aynı anda kameraların yaptığı kayıt da bu algının bir parçası. İktidar İBB’yi ve CHP’li ilçe belediyeleri işlevsiz kılmak istiyor ablukayı büyüterek! Önemli olan burada CHP’nin ve toplumsal muhalefetin nasıl tepki vereceği. Bir gerçek var ki ne kadar kalabalık olursa olsun çarşamba-cumartesi mitingleri yetmiyor; yaz aylarında tempo düşer. Başka formüller bulmalılar yereldeki güçleriyle. Örneğin 400 CHP’li belediye aynı anda acil hizmetler hariç işi bıraksa bir günlüğüne daha mı çok ses getirir bilinmez? Ya da İmamoğlu başta olmak üzere belediye başkanlarının açlık grevi yapsa! VİZE ÇİLESİ! 1990’larda Türk vatandaşlarının Avrupa ülkelerine yönelik vize başvuruları bugünkü kadar karmaşık olmasa da bürokratik zorluklar barındırıyordu. Hologramlı sisteme geçilmediği için, pasaport sayfaları pul koleksiyonuna dönüşürdü. Kişisel bir anekdotla örneklendirecek olursak: Yunanistan Başkonsolosluğu’na sportif faaliyet için yapılan başvuru neticesinde yalnızca bir haftalık vize verilmişti. Oysa başvuru sahibinin pasaportunda 10 yıllık ABD, Almanya ve Fransa vizeleri mevcuttu. Görevli gazeteciye, kısıtlı bir sürenin uygun düşmeyeceği yönündeki başvuru üzerine vize süresi 9 aya çıkarılmıştı. TC pasaportuna saygı vardı. Şimdi ise durum çok farklı, farklı olduğu kadar da iç acıtıcı. Bugün Türk vatandaşlarının Schengen bölgesine giriş için yaptığı başvuruların ret oranı bazı kaynaklara göre yüzde 70’lerde. Vize alabilmek için gerekli belgelerin fazlalığı bir yana, randevu bulmak bile sorun. Randevu alsanız bile vize onayının gelmesi mucize! Dahası, bu süreç ciddi bir maddi yük de getiriyor. 90 Avro olan konsolosluk başvuru ücretine aracı kurumların eklediği yüksek komisyonlarla birlikte kişi başı 200 Avro, yani yaklaşık 9 bin TL harcamak zorundasınız. Ret durumunda ise ücretin geri ödemesi yok. Son dönemde retlerin oluşturduğu kayıp para tutarı 3.5 milyar TL’ye ulaşmış. Ayrıca, resmi gibi dursa da şeffaf olmayan ve keyfiyet içeren vize sistemi “arka kapı” yöntemlerini beraberinde getirmiş. Bazı konsolosluklar ile aracı kurumlar arasında, 2 ila 5 bin Avro/ dolar arasında değişen “öncelikli randevu” parasının döndüğü iddia ediliyor. İngiltere bu öncelikli vizeyi “VIP hizmet” adıyla sunup ciddi bir “Deli Dumrul” vergisi koymuş. Diğer ülkeler için etik dışı bir piyasa söz konusu. Sosyal adalet, şeffaflık ve insan hakları gibi ilkeleri savunduğunu söyleyen Batı ülkeleri için bu uygulamalar, kendi tezleriyle çelişen bir pratik olsa gerek. Ki Yunanistan Büyükelçisi Dr. Koutras ve Vize Departmanı Konsolosu Georgakis, Fransa Başkonsolosu Fanton , Almanya Başkonsolosu Dr. Grienberger ve ABD İstanbul Başkonsolosu Julie A. Eadeh bence bu kural dışılığı araştırmalı. Elbette Dışişleri Bakanlığı’nın sergilediği pasif diplomatik yaklaşım da bu vize sarmalını büyütüyor. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın , örneğin “mütekabiliyet” gibi proaktif adımlar atmaması söz konusu eziyeti perçinliyor. Not: 2000’li yılların başında, dönemin Basın İlan Kurumu Genel Müdürü Mehmet Atalay ’ın çabalarıyla basın kartı sahibi gazetecilere gri hizmet pasaportu hakkı tanınmıştı. Ancak bu uygulamanın süre ve kapsam bakımından sınırlı oluşu, birçok basın emekçisini yine vize kuyruklarına mahkûm etti. TBMM’de bekleyen ve Numan Kurtuluş, Celal Adan, Gökhan Günaydın gibi isimlerce desteklenen gazetecilere yeşil pasaport hakkı tanıyacak yasa taslağı ne yazık ki sümenaltı. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Dr. Fahrettin Altun da bu taslağı görmezden geliyor nedense! Dipnot: TÜİK enflasyonu aylık enflasyonu 1,53 olarak açıklayıp zirai donu görmezden geldi. Kurum başkanı Erhan Çetinkaya ’nın galiba pazar ve marketlerdeki meyve fiyatlarından haberi yok.

Source: Arif Kızılyalın


Şüpheli avukat

Tarih: 24 Ağustos 2024. Yer: Konya. 5 yaşındaki çocuk babası tarafından öldürüldü. Yazı burada bitmek istiyor ancak kanaya kanaya yazmam lazım. Baba Mehmet Özer eve geldi. Eşi Şehadet Öze r’e, “Ben işten geliyorum, hiç bakmıyorsun, ilgilenmiyorsun” dedi. Yetmedi, eşinin boynunu sıktı ve kafasını duvara vurdu. Anne Şehadet çocuklarını aldı ve evi terk etmek için kapıdan çıktı. Kızı Hira hemen arkasındaydı… Birden silah sesi duyuldu. Anne yaralanmış, 5 yaşındaki kız çocuğu kanlar içinde yerdeydi. Ölmüştü. Baba tutuklandı, anne kendisini yaralayan ve çocuğunun katili olan eşine karşı avukat tuttu, hukuk mücadelesine başladı. Buraya kadar okuduklarınızı belki sadece “hüzün verici” diye niteleyebilirsiniz. Gelin görün ki böylesi bir davada bile “olmaz denilen” bir şey oldu. Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın 29 Mayıs’taki duruşmasında, savcı esas hakkındaki mütalaasını sundu. Ve özetle; sanık babanın bir çocuğunu kasten öldürmek, anne ve diğer çocuğunu da kasten öldürmeye teşebbüs suçundan cezalandırılması istendi. İşte o an, hukuk tarihimizde belki de ilk kez görülecek bir şey oldu. Annenin avukatının dedikleri tutanağa şöyle geçti: “Sanığın çocuğunu kasten öldürdüğünü düşünmüyoruz. Olay bu şekilde gerçekleşmemiştir. Eşi ile arasındaki tartışma sonucu olay gerçekleştirmiştir. Sanığın taksirle adam öldürme suçundan cezalandırılmasını talep ederiz.” Yani, annenin avukatı, “Baba çocuğunu yanlışlıkla öldürdü, çok da fazla art niyet aramayın” diyordu. Sahi, bu nasıl olabilirdi? Mağdurun avukatı, savcının görüşünün aksine karşı tarafın daha az bir hükümle cezalandırılmasını nasıl isteyebilirdi? Ve dahası, avukatı anneyi neden o duruşmaya getirmemişti? Düşünün: Savcının dediği olsa ağırlaştırılmış müebbetle, maalesef annenin avukatının dediği olsa en fazla 10 yıl hapisle cezalandırılacak katil baba… Anne duruşma tutanağını okuyunca ne yapacağını şaşırdı. Önce Çocuklar ve Kadınlar Derneği’ne ulaştı. Derneğin gönüllü avukatlarından Cenk Samet Er yardım elini uzattı. Şüpheli avukat önce azledildi, sonra hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Şimdi soru şu: Çocuğunu kaybeden, kendisi ve diğer çocuğu da ölümden dönen annenin, eşinin ailesi tarafından sürekli tehdit edilmesinin azledilen avukat ile bir ilgisi var mı? Dahası… Yargının tepesinde koltuk savaşı yapanların, altta ezilen çimenlere bakacak bir zamanı olacak mı? Karar duruşması 14 Ağustos”ta; sonucu takip edeceğim.

Source: Barış Pehlivan


İktidarın kılıcı ve kalkanı!

Geçen hafta TBMM’de kabul edilen yeni bir yasayla Diyanet İşleri Başkanlığı’na yeni yetkiler verildi, Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği düzenlemeler torba yasayla geri döndü! Buna göre, Diyanet’e bağlı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü, öğrenci yurtları, eğitim kurumları, gençlik merkezleri, cezaevleri, sağlık kuruluşları, sosyal hizmet kurumları gibi alanlarda manevi danışmanlık ve din hizmeti sunmakla görevlendirildi. Kurumun özellikle gençler, kadınlar ve kırılgan gruplar (göçmenler, bağımlılar, afetzedeler) üzerinde dini rehberlik hizmetleri sunması da karara bağlandı. Ayrıca Diyanet’e “sakıncalı” bulduğu Kuran meallerini toplatma, imha etme ve internetten yayımlananlara ise erişim engeli getirme yetkisi de verildi. Bu demek oluyor ki sürekli laikliğe aykırı fetva ve uygulamalarıyla tartışma konusu olan, birtakım tarikatların egemenliğindeki Diyanet, kamusal hayat üzerinde daha çok etkili olacak; AKP döneminde yarattığı baskıyı artıracak, sansürleme uygulamalarıyla düşünceyi ifade etme özgürlüğüne engel oluşturacak. AKP’nin Cumhuriyeti bir Osmanlı monarşisine, laik devleti de tarikat ve cemaat devletine dönüştürdüğü 23 yıl boyunca, siyasal İslam ideolojisinin yaygınlaşmasında en büyük destekçisi, kurulduğu dönemdeki yapısından tamamen farklılaşan Diyanet oldu. Bu vahim gidişata birçok olayla tanık olduk, okuyucularımız gazetemizin sayfalarında yaşanan akıl almaz gelişmeleri yıllardır okudu. Ancak Türkiye’de toplumsal hafızanın ne kadar zayıf olduğu da bilinen bir gerçek. İşte bu nedenle önemli bir arşivlik kitaptan söz etmek istiyorum. “ERBAŞ”IN DİYANETİ” Mustafa Mert Bildircin ve Sefa Uyar adlı iki genç gazeteci, son 23 yılda yaşanan gericileşmede Diyanet’in etkisi unutulmasın diye “İktidarın Kılıcı ve Kalkanı: Erbaş’ın Diyaneti” adlı bir kitap yazdı. Kırmızı Kedi Yayınevi etiketiyle yayımlanan çalışmanın ardındaki amaç bunu şu satırlarla açıkça ortaya koymuş: “Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra, laik sistemin ilk adımlarının atıldığı 3 Mart 1924’te kurulan ve kuruluş amacı net olarak belirlenen Diyanet İşleri Başkanlığı, yıllar içinde bu amacından uzaklaştı ya da uzaklaştırıldı. Hilafetin kaldırılmasından sonra kurulmasıyla siyasetin dışına çıkarılan, dini işler açısından memuriyet görevi verilen başkanlık, AKP iktidarında atanmışların belki de en makbulü olarak görülen Ali Erbaş döneminde görev tanımını aşarak adeta ilga edilen şeyhülislamlık makamına dönüştürülmek istendi. Dolayısıyla bu kurumun başkanı olarak kendisini yeni nesil şeyhülislam olarak gören Ali Erbaş’a da askerlik yemin töreninden adli yıl açılışına kadar birçok törende dua etmek düştü. Diyanet de iktidara yönelen eleştirileri karşısında çekilen kılıç oldu.” SİYASAL İSLAMIN APARATI Kitapta Diyanet’le ilgili tartışmalar belgelerle desteklenirken, dev bütçesiyle yaptığı harcamalar, toplumu istediği şekilde yönlendirmek için kullandığı fetvalar, cemaatler ve tarikatlar ile olan bağlantıları ve siyasi iktidarla ilişkileri ayrıntılı bir şekilde anlatılırken, dini bir kurumun siyasal İslamcı ideoloji ile buluştuğunda nasıl siyasi aparat haline gelebileceği de ortaya konulmuş. 2019’da açığa çıkan ama Diyanet’in “kurumsal değil” diyerek inkâr etmeye çalıştığı ve dönemin Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanvekili Prof. Cenksu Üçer’in “Hazırlandı” dediği “Gizli Tarikat Raporu” na kitapta özel bir bölüm ayrılmış. Oradaki özeti okuduğunuzda Türkiye’nin bugün neden 100 yıl geriye gittiğini görebiliyorsunuz… Ama laikliğe saplanan hançerlerin anlatıldığı kitabın son sözünü hiç unutmamak gerek: “Hangi iktidar din sömürüsüne dayanmış, mutlaka yıkılmıştır.” Uğur Mumcu.

Source: Zülal Kalkandelen


İzmir’de ne oluyor?

1954’te seçim yapıldı.

Türkiye genelinde Demokrat Parti kazandı, birinci parti oldu.

İzmir’de de Demokrat Parti çıktı.

1957’de seçim yapıldı.

Türkiye genelinde olduğu gibi İzmir’de de Demokrat Parti kazandı.

1960’ta darbe oldu.

1961’de seçim yapıldı.

Türkiye’yi silme CHP kazandı.

İzmir hariç, İzmir reddetti.

İzmir’de Adalet Partisi çıktı.

İzmir, demokrasiye müdahale edilmesine karşı duran tek şehirdi, rüzgâra teslim olmamıştı.

Sapma olmuştu.

Tarihte ilk kez, Türkiye geneli sonuçlarıyla İzmir sonuçları örtüşmemişti, farklı çıkmıştı.

İşte buraya dikkat lütfen…

1965’te seçim yapıldı.

Türkiye genelinde Adalet Partisi çıktı.

İzmir bir önceki seçimde ne dediyse, Türkiye’de o oldu.

1969’da seçim yapıldı.

Türkiye’de Adalet Partisi kazandı, İzmir’de de Adalet Partisi çıktı, birebir örtüştü.

1973’te seçim yapıldı.

Türkiye’de CHP kazandı, İzmir’de de CHP çıktı, birebir örtüştü.

1977’de seçim yapıldı.

Türkiye’de CHP kazandı, İzmir’de de CHP çıktı, ayrışma olmadı, birebir örtüştü.

1980’de darbe oldu.

1983’te seçim yapıldı.

Türkiye’de silme ANAP kazandı.

İzmir’de Halkçı Parti kazandı.

Gene farklıydı, gene ayrışmıştı.

Çünkü, bu defa bu farklı duruşun çok özel bir sebebi vardı… Turgut Özal bir önceki seçimde İzmir’den Milli Selamet Partisi’nden milletvekili adayı olmuştu, Türkiye bu durumu hiç önemsemezken, siyasal dincilik konusunda çok hassas olan İzmir unutmamıştı, tedirgindi, Özal’a oy vermedi. Ama ilk başbakanlığı döneminde Turgut Özal’ın siyasal dinci çizgide olmadığı görülünce, İzmir rahatladı, ANAP’a da oy verdi.

1987’de seçim yapıldı.

Türkiye’de ANAP kazandı, İzmir’de de ANAP çıktı, birebir örtüştü.

1991’de seçim yapıldı.

Türkiye’de DYP kazandı, İzmir’de de DYP çıktı, farklılık olmadı, ayrışmadı.

1995’te seçim yapıldı.

Türkiye’den Refah Partisi çıktı.

İzmir’den DSP çıktı.

Gene ayrışmıştı.

Dikkat lütfen…

1999’da seçim yapıldı.

Türkiye genelinde DSP çıktı.

Tarih tekerrür etti, İzmir bir önceki seçimde ne dediyse, Türkiye’de o oldu.

2002’de seçim yapıldı.

Türkiye’de AKP kazandı.

İzmir’de CHP kazandı.

Yine ayrışma oldu.

Ve, 2002’den 2024’e kadar yapılan tüm seçimlerde, tüm referandumlarda bu ayrışma yaşandı, bir sonraki seçimde İzmir’in dediği olmadı ama, İzmir kararından vazgeçmediği için bilek güreşi 22 yıl boyunca devam etti, İzmir mi dönüşecek, yoksa Türkiye mi İzmir’in dediğine gelecek, demokrasi tarihimiz 22 yıl boyunca bu sorunun cevabını bekledi.

Ta ki 2024’e kadar…

2024’te yerel seçim yapıldı.

2002’den bu yana ilk kez, Türkiye genelinde CHP birinci parti çıktı.

Bu yerel seçim tablosu, doğal olarak, ilk yapılacak olan genel seçimin işaret fişeğiydi, 22 yıllık bilek güreşinin sonucunda yine İzmir’in dediği olmuştu.

Somut gerçeğin özeti bu.

İzmir sağcı değildir, solcu değildir, ahali tırsarken darbeye açıkça karşı duran bir şehirdir, çünkü tatlı su demokratı değildir, 81 şehrimizden yurttaşı İzmir’de birbirine yapıştıran Atatürk çimentosudur, İzmir’de daima kazanan Atatürkçü yaşam biçimidir, çağdaş yaşamın kalesidir, gerisi şu parti bu parti filan, hikayedir, Türkiye’nin umududur İzmir, hangi şehirde yaşarsa yaşasın, bozkırdan yaylaya, Kızılırmak’tan Fırat’a, Tendürek’den Erciyes’e, Amik’ten Harran’a, Aspendos’tan Sümela’ya, hayata İzmirli gibi bakan tüm yurttaşların tutunduğu daldır, “zihniyet hemşehrilerimiz”in kendi şehirlerinin sonucundan bile önce, seçim sonucuna baktığı yerdir… Bergama’dan Selçuk’a, Menemen’den Urla’ya, Foça’dan Torbalı’ya, Güzelyalı’dan Karşıyaka’ya, Tilkilik’ten Karantina’ya, Hilal’den Varyant’a, Asansör’den Fuar’a, Kadifekale’den Havra Sokağı’na, Susuz Dede’den Hocazade Camisi’ne, tenekeli mahalleden Agora’ya, afrolarımızdan kırtikozlarımıza kadar, bu şehrin mahalle mahalle, sokak sokak ruhunu tanıyan bir İzmir çocuğu olarak yürekten söylüyorum, İzmir bizatihi Cumhuriyet’tir, AKP’nin bu şehri kazanmayı boşver, rüyasında bile görememesinin sebebi budur.

İzmir’de yaşanan greve, bu gözle bakmanızda fayda var.

Meselenin emek mücadelesiyle, işçi haklarıyla filan ilgisi yok, sözde “devrimci” sendikacı açıkça söylüyor, ya belediyeyi iflas ettirecek parayı bize verirsiniz, ya da AKP’ye oy veririz diyor, “Cemil Tugay 1 milyon 282 bin oy aldı, iktidarın adayı 922 bin oy aldı, işçilerin aileleriyle birlikte 500 bin oyu var, gerisini siz düşünün” diyor, “iktidara oy toplarım” diyor.

AKP 23 yıldır İzmir’i kazanamıyor… Sözde sendikacıyı sahaya sürmüşler, “iktidar hiç merak etmesin, bizim sayemizde kazanır” demeye getiriyor.

(İzmir’i hiç utanmadan “işçi düşmanı” ilan ediyorlar ama, İzmir aslında sendikal mücadelenin başkentidir, sendika kavramının bu ülkedeki miladıdır… Bu topraklardaki ilk 1 Mayıs tee 1905 yılında Basmane’de Altınpark’ta ulu çınar ağacının altında kutlandı. Evet, bu ülke topraklarındaki ilk 1 Mayıs, İzmir’de kutlandı. Niye İzmir’de kutlandı derseniz? Levanten kültürü ve etkin yerel basını sayesinde, dünyadaki insani gelişmelerden en önce İzmir’in haberi oluyordu, ondan… Peki niye Basmane’de kutlandı derseniz? O tarihlerde, liman, tabakhane, buz, havagazı, tütün ve yağ fabrikalarında çalışan işçiler, Basmane civarında oturuyordu, amele pazarı Basmane’de kuruluyordu, etraf iş bekleyenlerin vakit geçirdiği kıraathanelerle doluydu, o yüzden Basmane’de Altınpark’ta kutlandı. Emekçi hakları, sendikal mücadele, İzmir’i İzmir yapan kavramlardan biridir, İzmir tarihinin gurur duyduğumuz kilometre taşlarından biridir.)

(Kani Beko… İzmir belediyesinde Eshot’ta işe başlayan, belediye otobüslerinin lastikhanesinde presçi olduğu için “lastikçi Kani” diye tanınan, 19 yaşından itibaren sendikal mücadele içinde yeralan, 12 Eylül’de hapis yatan, neticede DİSK başkanı olan, varlığıyla onur duyduğumuz Kani Beko’yu bünyesinden çıkarıp, CHP’den İzmir milletvekili olarak TBMM’ye göndermiş bir şehirdir, İzmir.)

(Musa Çam… İzmir belediyesinde Fuar’da biletçi olarak işe başlayan, Tariş’te çalışırken sendikal mücadele içinde yeralan, 12 Eylül’de hapis yatan, DİSK’in Ege temsilcisi olan, DİSK yönetim kurulu üyesi olan, DİSK genel sekreteri olan, varlığıyla onur duyduğumuz Musa Çam’ı bünyesinden çıkarıp, CHP’den İzmir milletvekili olarak TBMM’ye göndermiş bir şehirdir, İzmir.)

(Hiç utanmadan “işçi düşmanı” dedikleri İzmir, işte budur.)

23 yıldır seçim sandığında kazanamadıkları İzmir’i, sarı sendikayla kazanmaya çalışıyorlar.

(Kılıçdaroğlu genel başkanken, Özgür Özel’in de Kılıçdaroğlu’nun adeta çantasını taşıdığı dönemde, CHP genel merkezi İzmir’e büyük kötülük etti, atadan dededen kuvayı milliyeci olan, duayen isimleri, sembol isimleri, CHP kurulduğundan beri yedi göbek CHP’li olan aileleri, parti teşkilatından dışladılar, uzaklaştırdılar, onların yerine, HDP’lileri, bugünkü DEM partililileri, İzmir belediyelerine monte ettiler, neredeyse hayatında İzmir’i görmemiş tipleri, etnik kontenjandan, mezhep kontenjanından getirip, İzmir belediyelerinde maaşa bağladılar. E olacağı buydu.)

(Musa Çam gibi, Kani Beko gibi sendikacı milletvekillerimizin üstünü çizip… Taksi kullanmadan Bozyaka’dan Karataş’a gidemeyecek tipleri, navigasyon kullanmadan Balçova’dan Bayraklı’ya gidemeyecek tipleri, İzmir’in semtlerini bile bilmeyen, yani Saat Kulesi’nin altına bıraksan vapur iskelesini bulamayacak tipleri, İzmir’de oturmayan, İzmir’de evi bile olmayan, İzmir’de arkadaşı bile olmayan tipleri, genel merkezden paraşütle indirip, İzmir’e zorla milletvekili yaptılar. E olacağı buydu.)

İzmir’de yaşanan “grev”e bu gözle bakmanızda fayda var.

Çünkü, meselenin emek mücadelesiyle, işçi haklarıyla filan ilgisi yok.

Source: Yılmaz Özdil


Sosyal medyada tanınan gazeteci hayatını kaybetti

Ankara’da özel bir hastaneye anjiyo olmak için giden Özbek’in, işlem öncesinde kalp krizi geçirdiği öğrenildi. Beynine pıhtı atması sonucu bilinci kapanan deneyimli gazeteci, tüm müdahalelere rağmen kurtarılamadı.

Acı haberin ardından Özbek’in yakın dostu ve 23 Derece’nin kurucularından Savaş Yıldırım, duygusal bir paylaşım yaptı. Yıldırım, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Ne söyleyeceğimi bilemiyorum. Dostum, abim Gökhan Özbek’i kaybettik. @yirmiucderece için çok emek verdik. Çok hayal kurduk. Güldük, ağladık… Şu an boşluğa yazıyormuşum gibi hissediyorum. Affedin” ifadelerini kullandı.

Gökhan Özbek, özellikle KHK mağdurlarına dair haberleriyle ve hukuksuzluklara dikkat çeken yazılarıyla tanınıyordu. Cesur kalemiyle öne çıkan gazeteciler arasında yer alan Özbek, pek çok kişinin sesi olmuştu.

Gökhan Özbek Kimdir?

1983 yılında Niğde’de doğan Gökhan Özbek, genç yaşta başladığı gazetecilik kariyerinde Anadolu Haber Gazetesi ve Milliyet gibi önemli basın kuruluşlarında köşe yazarlığı yaptı. Yazılarında siyaset, toplum ve güncel gelişmeleri yorumlayan Özbek, derin analizleriyle dikkat çekti.

Kariyerinin ilerleyen dönemlerinde bağımsız gazeteciliğe yönelen Özbek, dijital medyada da aktif rol üstlendi. Kurucusu olduğu “23 Derece” isimli dijital platform aracılığıyla YouTube ve sosyal medya üzerinden haber ve yorum içerikleriyle kamuoyunu bilgilendirdi.

Source: Haber Merkezi


Katil İsrail”den Gazze”de yeni katliam! Çok sayıda şehit var

İsrail ordusunun, Gazze şehrinin batısında yerinden edilenlerin kaldığı kampı bombalaması sonucu 7 kişinin şehit olduğu, çok sayıda kişinin yaralandığı bildirildi.Filistin resmi ajansı WAFA”nın haberinde, İsrail savaş uçaklarının, Gazze”nin batısındaki limanda yerinden edilmiş kişilerin kaldığı kampı bombalayarak yeni bir katliam yaptığı kaydedildi.Haberde, hava saldırısı sonucu, aralarında çocukların da bulunduğu 7 sivilin şehit olduğu, çok sayıda kişinin yaralandığı ifade edildi.İsrail savaş gemilerinin de şehrin batısındaki balıkçıları hedef aldığı belirtilen haberde, olayda ölen ya da yaralananların olup olmadığına dair bilgi verilmedi.Haberde, İsrail”in dün sabahtan bu yana Gazze Şeridi”ne düzenlediği saldırılarda şehit olanların sayısının 62″ye yükseldiği kaydedildi.03.59 İsrail ordusu, Gazze Şeridi”ndeki Filistinlilerin, “yenileme ve düzenleme çalışmaları” nedeniyle bugün sözde insani yardım dağıtım merkezlerine yaklaşmasının yasaklandığını duyurdu.03.46 İsrail ordusunun, Gazze şehrinin batısında yerinden edilenlerin kaldığı kampı bombalaması sonucu 7 kişinin şehit olduğu, çok sayıda kişinin yaralandığı bildirildi.02.57 İsrail”in Gazze Şeridi”ndeki binaları tonlarca patlayıcıyla yıkması sırasında çıkan sesin, İsrail”in merkezi bölgelerinde bile duyulduğu bildirildi.01.09 Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi”nin on geçici üyesi, Gazze”de koşulsuz ve kalıcı ateşkes çağrısı yapan bir karar tasarısının oylanması talebinde bulundu.00.37 Avrupa Parlamentosunun (AP) Fransız üyesi Rima Hassan, Gazze”ye yönelik ablukayı kırıp bölgeye yardım götürme amacıyla yola çıkan Özgürlük Filosu Koalisyonunun (Freedom Flotilla Coalition-FFF) gemisinin yakınlarında insansız hava aracının (İHA) görüldüğünü belirtti.00.11 ABD Dışişleri Bakanlığı, Gazze”de İsrail-ABD güdümündeki kuruluşun yardım dağıtımı sırasında 27 Filistinlinin yaşamını yitirmesini “savaş alanı” ifadeleriyle geçiştirirken, söz konusu yardım kuruluşunun da ABD”den fonlanmadığını ve bağımsız olduğunu savundu.- ATEŞKESİ BOZAN İSRAİL ORDUSU, GAZZE”YE ŞİDDETLİ SALDIRILARI YENİDEN BAŞLATTIİsrail ordusu, Gazze Şeridi”nde 19 Ocak”ta yürürlüğe giren ateşkesin ardından 18 Mart sabahı şiddetli saldırılarına yeniden başladı.İsrail ordusunun saldırıları yeniden başlatmasından itibaren çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuk olmak üzere 4 bin 240 Filistinli hayatını kaybetti, 12 bin 860 kişi yaralandı.İsrail”in Gazze Şeridi”ne 7 Ekim 2023″ten bu yana düzenlediği saldırılarda ise yaşamını yitiren Filistinlilerin sayısı 54 bin 510″a, yaralıların sayısı da 124 bin 901″e yükseldi.Ateşkesi bozan İsrail, yeni ateşkes tekliflerini reddettiği gerekçesiyle Hamas”a karşı “gittikçe artan askeri güçle” hareket edeceğini duyurdu.Hamas ise “İsrail”in verdiği sözlere uymadığını ve ateşkese arabulucu ülkelerin gözü önünde sorumluluklarını yerine getirmeyerek Gazze Şeridi”nde Filistin halkına karşı soykırımı yeniden başlattığını” açıkladı.

Source: Www.star.com.tr


İzmir”de grevin 6″ncı gününde de uzlaşma çıkmadı

İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Genel-İş sendikası arasındaki Toplu İş Sözleşmesi sürecinin tıkanması sonucunda başlayan grev, 6’ncı günde tarafların bir araya geldiği toplantıda da uzlaşma çıkmadı. DHA nın haberine göre; 3 saat süren toplantının ardından açıklamalarda bulunan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay, Saat 12’ye geliyor. Ankara dan döndüm. Sendika temsilcisi arkadaşlar benimle görüşmek istediklerini söylediler, görüştük. Daha önce konuştuğumuz rakamlar üzerinde anlaşmaya çalışıyoruz. İlk 6 ay için yüzde 30, ikinci altı ay yani 1 Temmuz dan itibaren geçerli yüzde 19 artış oranı, ikinci altı ay için enflasyon oranını yüzde 17 tahmin ediyoruz ve üzerine 2 puan koyduk. Yan haklarda da işe devam primi ve rapor primi dışında diğer yan haklar geliştirilerek korundu dedi. HALK BELEDİYEYİ SIKINTIYA SOKACAK ANLAŞMAYA İMZA ATMA DİYOR Daha önce telaffuz ettiğim rakamların daha da üzerine çıkmış olduk diyen Tugay, Açıkçası artık maruz kaldığım pazarlıktan rahatsızım. Günlerdir İzmir Büyükşehir Belediyesi nin ve Türkiye nin içinde bulunduğu ekonomik şartları anlatmaya çalışıyorum. Arkamızda da İzmir halkı Belediyeyi sıkıntıya sokacak anlaşmaya imza atma diyor. DİSK Ege Bölge Temsilcisi, sendika yöneticileri, hatta DİSK in ve Genel-İş in en üst düzey yöneticileri siyaset kokan laflar ediyorlar. Bu konu siyasete malzeme etmeye çalışıyorlar. Açıkçası kimin ne kadar siyasi niyetlerle işe dahil olduğunu çözemedim. Şube başkanlarından birisi bizim kurultay delegemiz Ege Bölge başkanının milletvekili adayı olduğunu planladığını bildiğimiz arkadaşımız. Ben kendi pozisyonuma baktığımda siyaset yapmadığıma eminim. Amacım siyaset yapmak değil amacım belediyeyi yönetmek. Belediyeyi yönetirken İzmir halkına karşı sorumluluğum ile hareket etmeye çalışıyorum. Şehrin hizmete ve bütçe ayrılmasına ihtiyacı var. Bu denklemde her şeyin yerine oturması için bütçenin zorlanabileceği limit var. Biz zaten zorlayabileceğimiz kadar zorladık diye konuştu. KURBAN PAZARLIĞI YAPAR GİBİ PAZARLIK KONUSU YAPMAYA GEREK YOK Konuşulan rakamların ödeme açısında zorluk çıkarabilecek rakamlar olduğunu söyleyen Tugay, Sadece 1000 TL artış yapsak 23 bin kişi için aylık 23 milyon, yıllık 276 milyon TL. 2 bin TL artış yapsak ayda 46 milyon, 12 ayda 552 milyon TL para gerekiyor. 3 bin artış yapsak, insanlara kolay geliyor ama ayda 69 milyon TL, yılda 828 milyon TL ediyor. Bu para kimin parası? Bu para benim param değil, halkın parası. Bu para İzmir halkının ödediği vergilerden belediyeye gelen para. Bu parayı küçümsemeye kimsenin hakkı yok. Bu rakamları gecenin bu saatine kadar kurban pazarlığı yapar gibi üç aşağı beş yukarı diyerek pazarlık konusu yapmaya gerek yok. Sendikadan beklediğimiz şey kurumun içindeki şartları, Türkiye nin şartlarını görmesi ve İzmir Büyükşehir Belediyesi ni yıpratmaması, halkı sıkıntıya sokmamasıdır. Anlayışlı bir şekilde TİS imzalanarak bu konu bitmeli. Ben bu akşam sadece pazarlığın başka boyutu ile muhatap olan insanlar gördüm, çözüm arayışında olan insanlar görmedim. Bana Türkiye nin, İzmir in ve bu ülkede yaşayan diğer insanların halinden anlayacak insanlar lazım sözlerine yer verdi. BU ANLAYIŞLA GÖRÜŞMEMİZ MÜMKÜN DEĞİLDİR Bu halkı, kurumu, ülkeyi anlamak zorunda olduklarını söyleyen Tugay, Böyle bir şey yok, burada mal alıp satmıyoruz. Belediye bütçesini en doğru, adaletli şekilde nasıl kullanırız onu konuşuyoruz. En acı gelen şu; önerdiğimiz rakamlar gerçekten hiçbir sendikanın imzalamadığı rakamlar. DİSK de Genel-İş de başka bir sendika da böyle rakamlar imzalamadı. Biz karşımızda sadece değişik niyetleri olan, sendikal anlaşma dışında niyetleri olan, adeta iktidar ve güç mücadelesi veren gruplar görüyoruz. Kamuoyuna yansıyan siyasi açıklamalar herkesin malumu ama ben belediye başkanı olarak hepsini reddediyorum. Ben halkımıza hizmet etmeye çalışıyorum. O hizmeti yapamadıktan sonra sendikacı arkadaşlarımızın gönlünü yapmışız hiçbir anlamı yok. Bu durum çok dramatik. Arkadaşlarımız bütün günlerini, saatlerini görüşmelere ayırıyorlar. Bana bugün anlaşabilir dediler ama karşımda sürekli anlaşmayı zora sokmak için bir şeyler söyleyen bir grup gördüm. Bu durumu önce İzmir Büyükşehir Belediye çalışanı olan, bu arkadaşlardan anlayışlı bir sonuç bekleyen ve işinin başına geçmeyi bekleyen çalışanlarımıza havale ediyorum. Onların bunu doğru değerlendirmesini bekliyorum. Sonra İzmir halkının takdirine havale diyorum. Eğer diyorlarsa ki yaptıkları doğru lütfen gelsin birisi bana söylesin. Bu ücretleri Türkiye de kimse almıyor. Sadece anlaşmak için sorun bitsin diye üzerimize düşeni yaptık. Ben görüşmeye devam etmek isterim ama benim açımdan bu kişiler ile görüşme yolu kapanmıştır. Bu anlayışla görüşmemiz mümkün değildir dedi.

Source: Habertürk


Marmaray”daki mavi gömlekli: Hiç suçum yokken olay üstüme kaldı

İnfial yaratan yumruklama olayından sonra gözaltına alınıp serbest bırakılan 22 yaşındaki üniversite öğrencisi İbrahim Aktan ile Anadolu yakasının kenar semtlerinden birinde buluştuk. O günden beri evinde kalmıyor. Ailesiyle birlikte başka bir yerde adeta gizleniyor. Görüştüğümüzde de tedirgin ve ürkekti. Suçlamaların merkezinde olmasını da kabullenemiyor. Şunları anlattı:KIZA ZORBALIK YAPTI“Mimarlık öğrencisiyim. Okuldan eve gitmek için Marmaray’a binmiştim. Bostancı’da o baba çocuklarıyla trene binmeye hazırlanıyordu. Kapı önünde 17-18 yaşlarında bir kız vardı. Adam girer girmez kıza yüksek sesle ‘Sen niye orada durup beni engelliyorsun?’ diye yüklendi. Ama yan taraf bomboş, oradan kolayca geçilebilirdi. Kız ‘Afedersiniz abi’ dedi. Buna rağmen adam devam etti. Kapı kapandı, yolculuk başladı. Sözleri hakarete dönüşmeye başladı. Etraftakiler de rahatsız oldu kıza böyle yapılmasından. Mırıldanmaya başladılar. Kız da titreyerek ağlamaya başladı.AYIRMAYA ÇALIŞTIMO yumruk atan şahıs da ‘Niye bu tonda konuşuyorsunuz?’ diye uyardı. Çocuklu baba ile tartışmaya başladılar. Sarışın bir kadın da uyaran adama ‘Sen niye karışıyorsun?’ deyince ben de dayanamadım. Kızın üzerine çok gidiyorlardı, müdahil oldum. Sadece sözlü uyarı yaptım, o adamın vuracağını hiç düşünmemiştim. Kapı açılır açılmaz o adam döndü yumruk attı, diğer adamın burnu patladı. Ayırmak için araya ilk ben girdim, yumruk atanı da ittim. ‘Çocuklar var, ne yapıyorsunuz?’ dedim. Sonra yumruk yiyen adam ‘Senin yüzünden böyle oldu’ diyerek bütün okları benim üstüme çevirdi. Beni itti, ben de ‘Ne alakası var’ diyerek onu sadece ittim. Kesinlikle vurmadım. Görüntüler var. Savunmasız genç bir kadını korumak için sözlü müdahalede bulundum. Sonra bayılmış zaten. Ailesi arayıp ‘Kızımızı yalnız bırakmadığın için teşekkür ederiz’ dedi. Şiddet sadece fiili olmaz ki sözlü de şiddet olur. Olay üstüme patladı. Sosyal medyadaki eksik bilgiler ve görüntüler bu algıyı doğurdu.”‘ÖLÜM TEHDİTLERİ VAR EVİMDE KALAMIYORUM’- Olayın ardından ailesiyle birlikte farklı bir adreste kalan Aktan şunları söyledi: “Aslında ben ondan şikâyetçiydim. Ama karakolda büyüklerimiz ‘O şikâyetçi değil, sen de olma olay büyümesin’ dediler. Ben de şikâyetçi olmadım, orada kapattık. Eve geldim. Başta bir şey anlamadım, sonra baktım sosyal medya patlamış. Sonra ‘görüşeceğiz’ diye bir retweet olmuş. Giderek doz daha da arttı. Telefonlarım aranmaya başladı. ‘Seni öldüreceğiz, keseceğiz, kafanı koparacağız’ diye. Sonra bir boyut daha atladılar. Babama, anneme, kız kardeşime ağır mesajlar gelmeye başladı. İş çığırından çıktı. Anlamadım ne olduğunu. O günden beri evimde kalmıyorum. Kız kardeşimin de annemin de psikolojisi bozuldu.”ARTIK ASLA MAVİ GÖMLEK GİYMEM“Sosyal medyada ‘mavi gömlekli çocuk’ diye yayıldım. Kimlik bilgilerim, bütün detaylar paylaşılmış. Artık asla mavi gömlek giymeyeceğim.”‘ÇOCUKLAR İÇİN ÇOK ÜZGÜNÜM’O adamın o durakta ineceğini bilmiyordum, bilseydim o durakta inmezdim. İnince, yürürken onun yanından geçmek zorundaydım. Yanımda ‘sevgilim’ diye biri yoktu ama öyle yayılmış. Adam kanayan burnunu tutuyordu, çocuklar yanındaydı. Yanından geçerken bana sataştı, tehdit etti. Yanına gittim ‘Kaç yaşında adamsın, çocukların var, değdi mi buna?’ dedim. Sinirim bozuldu, istemsizce yüzümde gülme gibi oldu. Güvenlikler gelince de arkadan gelip bana vurdu, küfür de etti. Ben de kendimi korumaya çalıştım. Her şey çok ani oldu, çocukları düşünemedim. Herkes gibi ben de çocukların o hali için çok üzüldüm.GENÇ KIZ DA ŞİKÂYETÇİ OLDUİstanbul’da Marmaray’da iki çocuğunun yanında darp edilen Deniz Eroğlu’nun kendisine hakaret ettiğini öne süren 18 yaşındaki Zehra A.’nın 1 Haziran’da polise giderek şikâyetçi olduğu ortaya çıktı. Genç kızın şikâyeti üzerine başlatılan soruşturma kapsamında Deniz Eroğlu’nun şüpheli olarak ifadesi alındı. Zehra A. müşteki olarak verdiği ifadesinde olay günü yaşadıklarını şöyle anlattı: “İsmini olay sebebi ile sonradan öğrendiğim Deniz Eroğlu, yanında 2 çocukla beraber trene bindi. Bu şahsın trene bindiği kapının sol tarafında ayakta bekliyordum. Her 2 elinde de çocuklar olduğu için trene aynı anda 3 kişi yan yana olarak bindiler. Bu şahıs trene binerken bana ‘Çekil kapı önünden, neden burada duruyorsun? Geçemiyorum, çocuklar sıkışsa bunun sorumluluğunu kim alacak?’ gibi şeyler söyledi. Kendisine ‘Abi özür dilerim. Tren zaten sıkışık, çekilebildiğim kadar çekildim’ dedim.‘HER YERDE AYAK ALTINDASINIZ’Hemen arkama, yakın mesafeme geçerek kendi kendine konuşmaya devam etti. Başörtümü kastederek ‘Sizden her yerde var, ayak altındasınız’ diyerek aşağılayıcı kelimeler kullandı. Kendisi ile tartışma yaşamamak için ‘Ya sabır ya selamet’ dedim. Şahıs bunu duyunca, ‘20 yaşındaki kız ya sabır ya selamet çekiyor’ dedi. Kendisine tepki gösteremediğim için ağlamaya başladım. Bu esnada oradan uzaklaşıp ilerlemeye çalıştım fakat tren kalabalık olduğu için uzaklaşamadım. Ekrem Dur, inmek için kapıya yanaştı ve bana tepki gösteren Deniz Eroğlu’na, ‘Kızı ağlattın, yaptığını beğendin mi, neden uzatıyorsun? Senin çocukların varsa o da birisinin çocuğu’ dedi. Deniz Eroğlu, ‘Seni ne ilgilendirir l.. sen kim oluyorsun?’ diye bağırınca Ekrem Dur, ona vurup trenden indi. İbrahim Aktan ise sadece hem tren içinde hem tren dışında ‘Sen neden kıza bu kadar tepki gösteriyorsun, neden olayları bu kadar büyütüyorsun?’ dedi. Daha sonra Deniz Eroğlu ile İbrahim Aktan, Süreyyapaşa durağında trenden indiler. Tren dışında iken Deniz Eroğlu, İbrahim Aktan’ın üzerine saldırdı, gömleğini yırttı.”KIZIN BABASI: KEŞKE BÖYLE OLMASAYDIZorbalanan genç kız Zehra A.’nın babası Mehmet A. da Hürriyet’e şunları söyledi: “Kızım 18 yaşında, bir hastanede staj yapıyor. O gün o kadar bir zorbalığa maruz kalmış ki ağlamış, beni aramaya da çekinmiş. İzmit’teki abisini arayıp ‘Abi gel beni kurtar, kapan içinde kaldım’ demiş. Oradaki duyarlı insanlar kızıma sahip çıkmış. Şiddet olmasını istemezdim, keşke böyle olmasaydı.”

Source: Gazetevatan.com


İsrail”e kıta ötesinden büyük tepki: Utanç verici ve korkakça!

Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva, Devlet Başkanlığı Sarayı Planalto”daki basın toplantısında, İsrail”in Gazze”ye yönelik saldırılarına tepki gösterdi.“GAZZE’DE OLANLAR BİR SAVAŞ DEĞİL, SOYKIRIMDIR”Gazze”de yaşananların savaşla ilgisi olmadığını vurgulayan Lula da Silva, “Gazze Şeridi”nde olanlar bir soykırımdır. Savaşla hiçbir ilgisi olmayan kadınlar ve çocuklar öldürülüyor. Kadınları ve çocukları öldürüyorlar, çocukları aç bırakıyorlar. Yani orada birini bulmak niyetiyle yürüyemezsin bile. İki çocuğun olduğu bir görüntü var, yemek yapmak için un taşıyorlardı ve onlar öldürüldü” diye konuştu.“İSRAİL, SAĞDUYULU DAVRANMALI”Lula da Silva, Yahudilerin tarihsel acılarını Gazze”de yaşananlarla kıyaslayarak, şunları kaydetti:”Yani tam olarak Yahudilerin tarihte yaşadıkları acılardan dolayı İsrail devleti, insanlığa ve Filistin halkına karşı sağduyulu davranmalı. Filistin devleti, özgür ve egemen bir devlet olduğunda ancak barış olacak. İsrail, 1967 sınırlarına dayalı bir anlaşmanın uygulanmasını istemiyor ve Batı Şeria dahil Filistin topraklarında insanlara saldırmak için her gün asker gönderiyor. Filistin köylerinde üretim yapan çiftçilere saldırıyorlar. Sonra da gelip diyorlar ki “antisemitizm.” Bence artık bu mağduriyeti bir tarafa bırakmalı.”“ÇOCUKLARINI KAYBEDEN ANNELERİN ACISI YÜREK YAKIYOR”Lula da Silva, en son, İsrail”in Gazze”de düzenlediği hava saldırısında 10 çocuğundan 9″unu kaybeden Filistinli kadın doktora ilişkin sosyal medya hesabından paylaşım yapmış ve İsrail”e sert tepki göstermişti.“BU SALDIRI UTANÇ VERİCİ VE KORKAKÇA”Devlet Başkanı Lula da Silva, “Bu, utanç verici ve korkakça bir saldırı. İsrail”in Gazze”de düzenlediği hava saldırısı sonucunda, doktor Alaa Al-Naccar yalnızca bir çocuğunu ve eşini hayatta tutabildi, onların da durumu kritik. Bu olay, silahlı bir devletin savunmasız sivillere yönelik yürüttüğü savaşın ne kadar zalim ve insanlık dışı olduğunu tüm yönleriyle ortaya koyuyor” ifadelerini kullanmıştı.

Source: Özgür Bayrak


Konser geliri ‘Kırmızı Okul’a

Yunanistan’ın popüler sanatçılarından Konstantinos Argiros, Türkiye’deki ilk konseriyle 9 Temmuz’da Harbiye Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu’nda müzikseverlerle buluşmaya hazırlanıyor!“First Time in Türkiye!” sloganıyla duyurulan bu özel konser, Argiros’un milyonlara ulaşan hit şarkılarını canlı dinleme fırsatını sunarken, izleyicilere İstanbul’un kalbinde, yıldızlar altında unutulmaz bir yaz akşamı vadediyor.Konserin en anlamlı yanlarından biri ise sosyal sorumluluk boyutu… Elde edilecek gelir, Balat’taki tarihi Fener Rum Ortaokulu ve Lisesi’nin restorasyonu için bağışlanacak.‘Haliç’in Kızıl Tacı’ ya da ‘Kırmızı Okul’ olarak bilinen tarihi okul, muhteşem mimarisiyle dünyanın her yerinden turist çekiyor. Konstantinos Argiros konser gelirini restoran için bağışlarken, sanatseverler de sadece müziğe değil, kültürel mirasa da katkı sunmuş olacak.Cemiyetin mezuniyet coşkusuYılın bu döneminde sosyal medyada en çok paylaşılan kareler yine mezuniyet törenlerinden geldi. Cemiyet hayatının tanınmış isimleri, çocuklarının dünyanın prestijli üniversitelerinden mezuniyet heyecanını yaşadı.Sitare Kalyoncuoğlu, kızı Aslı’nın Boston University mezuniyet töreninde duygu dolu anlar yaşarken, Mine Kalpakçıoğlu ise oğlu Kaan’ı Georgetown University’de diplomayla uğurladı.Özlem Mutlu Çetin, oğlu Derin’in Imperial College London mezuniyet töreninden paylaştığı karelerle büyük gurur yaşarken, Serdar Uzel de “my principessa” notuyla kızı Aleyna’nın mezuniyet sevincini paylaştı.Çeşme festivale hazır!Klasik otomobil ve motosiklet tutkunlarını buluşturan Filoğlu 8 OldenFest’in basın lansmanı, 30 Mayıs’ta Çeşme Marin Alaçatı Otel’de düzenlenen davette yapıldı. Çeşme Belediye Başkan Yardımcısı Emre Can Durmaz, yaptığı konuşmada “OldenFest, Çeşme’nin kültürel çeşitliliğine katkı sunuyor. Bu festivaller Çeşme’nin ruhunu yaşatıyor” derken, festivalin organizatörü Berkem Bozdağ da etkinliğin 27-28-29 Haziran’da Çeşme Marin Alaçatı’da gerçekleşeceğini söyledi. Hey! Douglas, Çelik, Yonca Evcimik, Doğukan Manço gibi isimlerin konser vereceği etkinlikte drift gösterileri, söyleşiler ve deneyim alanları da yer alacak. Berkem Bozdağ – Fatih Fil – Kerem Ünsal – Deniz Şahin

Source: Mehmet Üstündağ


İmamoğlu”nun faturası AKP”ye pahalıya patladı: Hayat pahalılığını bile geride bıraktı

Di-En Araştırma şirketi 28 Mayıs-1 Haziran tarihleri arasında 16 ilde 2 bin 828 katılımcıyla yaptığı anketin sonuçlarını kamuoyu ile paylaştı.

ÇARPICI İMAMOĞLU SONUCU

Araştırmada Türkiye”nin en büyük sorunu olarak “Ekonomik kriz” görülürken ikinci sırada İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu”nun tutuklanması yer aldı.

En büyük sorunlar seçeneklerinde sırasıyla gazetecilerin, siyasiler ve gençlerin tutuklanması ve hak hukuk adalet ile ilgili sorunların gelmesi dikkat çekti.

CHP FARKI YAKLAŞIK 10 PUANA ÇIKARDI

Seçim anketinde ise çarpıcı sonuçlar yer aldı.

Araştırmaya göre CHP”nin oy desteği yüzde 36,8″e yükselirken AKP yüzde 27,1″de kaldı.

DEM Parti yüzde 8,7 oy alırken Cumhur İttifakı”nın diğer ortağı MHP ise yüzde 7,1″de kaldı.

Diğer partilerin oy oranı şöyle:

İYİ Parti yüzde 6,9

Zafer yüzde 5,5

YRP yüzde 3

YMP yüzde 1,5

A Parti yüzde 1,2

TİP yüzde 1

Source: Haber Merkezi


İzmir grevinde kaos büyüyor! Görüşme yolu kapandı

İzmir Büyükşehir Belediyesi iştirakleri İZENERJİ, İZELMAN ve Ege Şehir Planlama işçilerinin eylemleri 7. gününe girdi. 23 bin işçinin grevi bugün 7″nci gününe girerken, kentte otobüs seferlerindeki aksaklık nedeniyle duraklarda yoğunluk yaşandı. Vatandaşlar, otobüslere binebilmek için kuyruklar oluşturdu. GÖRÜŞME YOLU KAPANDI Grev devam ederken dün akşam saatlerinde Cemil Tugay ve Sendika temsilcileri arasında bir görüşme gerçekleşti. Görüşme sonucunda Cemil Tugay”ın ardından Sendika temsilcileri de basın açıklaması gerçekleştirdi. DİSK/Genel-İş İzmir 2 No”lu Şube Başkanı Ercan Gül açıklamayı yaptı. Başkan Tugay”ın “Ben görüşmeye devam etmek isterim ama benim açımdan bu kişiler ile görüşme yolu kapanmıştır” söylemlerine yanıt veren Gül, “Biz kendilerine söyledik görüşmeye açığız. Biz kapıları kimseye kapatmadık. Kapılar yüzümüze kapanıyorsa bunun kararını alıp kendimize göre yol belirleyeceğiz” şeklinde konuştu. “OLUMLU SONUÇ ALAMADIK” Gül müzakereye yönelik şu bilgileri verdi:”Görüşmeye gittiğimizde elimizde bir teklif vardı, yüzde 30 olarak güncellendi. Enflasyon farkı olarak “Size temmuzda değil haziran ayında verelim üzerine de iki puan ekleyelim” dediler. Bir de bizim işe devam ve rapor teşvikimiz var. Ortalama ücreti 42 bin TL. Bunu her ay bin 500 TL olarak maaşımıza farklı bir isim koyarak ekleneceğini söyledi. Burada günlerdir direniyoruz. Tıkayan tarafın bizler olduğunu söyledi ama biz bu sürecin tıkanmaması için elimizden geleni yaptık. Bizlerin de adım atması gerekiyorsa adım attık. Sadece bu toplu iş sözleşmesi gece olumlu sonuçlansın istedik. Maalesef taleplerinde kaldılar. Az önce başkanımız açıklama yaptı “Yüzde 19″u 1 Temmuz itibariyle vereceğiz” dedi. Biz kendilerine bu şartlarda toplu iş sözleşmesinin bağıtlanmayacağını mücadeleye devam edeceğimizi söyledik. Kendisi bize “Beni arayanlar var, bu süreci sizler tıkıyorsunuz. İşçiler toplu iş sözleşmesinin bitmesini istiyor ama sendikacılar tıkıyor” dedi. Bunu işçi arkadaşlarımızın vicdanına bırakıyorum.” “TEK DERDİMİZ EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET” Ekmek kavgasından başka dertleri olmadığını dile getiren Gül, “Bizim ekmek kavgasından başka hiçbir derdimiz yok. Ne söylerlerse söylesinler ona karşı açıklama yapmayacağız. Çünkü tek derdimiz eşit işe eşit ücret. Orta yok bulmaya çalışırken bile süreci tıkıyorlar. Bizi nasıl isteyerek greve çıkardılar ve devam etmesi için ellerinden geleni yapıyorlarsa diyeceğimiz hiçbir şey yok. Çünkü tamimiyle bizleri zan altında bırakıyorlar. Bize “sandık kurun bakın” dediler. Biz bu ücretlerle sandık kurulmasına taraf değiliz. Buradan çıktıktan sonra temsilci arkadaşlarımız toplanacağız. Hiçbir şekilde bu sandığı kurma taraftarı değiliz ama alttan bir çalışma var. Bizim tek derdimiz ekmeğimizi büyütmek” diye konuştu. “EKMEĞİMİZİ BÜYÜTMEK İÇİN ELİMİZDEN GELENİ YAPACAĞIZ” Ercan Gül, “Bu kavga bayramdan sonraya kalacaksa kalır bizim temsilci arkadaşlarla oturup karar almamız lazım. Ciddi anlamda kamuoyuna 4 şube başkanı ve bölge temsilcisini farklı söylemlerle zan altında bırakıp sanki süreci siyasi kavgalarla farklı bir yere götürmeye çalışıyormuş gibi bir belediye başkanı var. Öfkesi çok yüksek biz de bu tavrı anlamıyoruz. Uzlaşı ile bitirmek istiyoruz ama bitmiyor. Hangi arkadaşımız istiyormuş TİS”in bitmesini bu sandığın kurulmasını istiyormuş kararını alırız. Cemil Başkan dedi ya “bu bakış açısıyla olursa masaya oturmam.” Biz kendilerine söyledik görüşmeye açığız. Biz kapıları kimseye kapatmadık. Kapılar yüzümüze kapanıyorsa bunun kararını alıp kendimize göre yol belirleyeceğiz” dedi.Kaynak: DHA-ANKA

Source: Haberler


Mustafa Sabri Beşer yazdı: Mekke”de mazgala düşen notlar!

Mekke”deyiz.Her adım bir hafıza, her nefes bir muhasebe.Her milletten yüz binlerce kul… Kiminin kalbinde tevbe, kimi arınıyor, kimi akıyor kalabalıkla.Sabah kafilemizle birlikte ziyarete çıktık.İlk durak, Resulullah Efendimizin (s.a.v.) doğduğu ev. Şimdilerde bir kütüphane olarak anılsa da her yanı kapatılmış, yakınına bile yaklaştırılmıyor; yıkılma kararı alınmış ama engel olan çıkmış. Rivayet odur ki, yıkılmasına karşı çıkanlardan biri bizim “Koca Reis” …Ebu Kubeys Tepesi karşımızda yükseliyor. Resulullah Efendimiz (s.a.v) Mekke halkına buradan seslenmişti.”Şu dağın ardından bir düşman geliyor desem inanır mısınız?””Sen el-Emin”sin, elbette inanırız,” demişlerdi.Ancak Efendimiz (s.a.v.), peygamber olduğunu ilan ettiğinde aynı halk inkâr etti.Bugün o tepenin üzerinde yükselen binalar, belki de o sesin bir daha duyulmaması için inşa edilmiştir.Adeta saray, vahyi bastırmaya çalışsa da biz hâlâ o sesi işitiyoruz, “Ben size Allah”tan gelen bir uyarıcıyım.”Yürüyüşümüz, Efendimizin (s.a.v.) üç yıl süren, boykotla sınandığı o hüzünlü mekânlara doğru ilerledi. Taşı toprağı, belki de garaj açmak için alınanlar hariç, olduğu gibi duran nadir yerlerden biri. O günkü hüznüyle hâlâ dimdik ayakta…Hemen önünde bir garaj, adı: “Gazze Garajı”Hem adı Gazze hem Efendimize (s.a.v.) boykotun yapıldığı mekân. Ancak Gazze”de yapılan Siyonist terör çetesi İsrail”in zulmüne karşı bir boykot yok.Aksine, Siyonizm”in bütün ürünleri burada baş tacı…Ne tuhaf… Ne acı…Yolumuz Cennetü”l-Muallâ”ya… Hatice Validemizin huzurundayız. Dualar ediliyor. Karar veriyorum, dönünce kıymetli Sibel Eraslan”ın “Hz. Hatice” kitabını mutlaka okuyacağım.Dönüş yolunda arkadaşlarıma bir soru sordum, “Resulullah”ın karşısında zulmün sancağını taşıyan Ebu Cehil”in, Velid bin Muğire”nin, Ümeyye bin Halef”in, Ebu Leheb”in yerinde bugün Arap coğrafyasındaki devlet başkanlarından hangisi olurdu?”Bir arkadaşım döndü, “Abi, bırak onların kim olacağını… Biz o gün yaşasaydık, Resulullah”ın tarafında mı olurduk, karşısında mı? Asıl bunu düşünelim!”Bu cümle, içimde sarsıntı oluşturdu.Ve ne gariptir ki, bu sarsıntıdan sadece birkaç saat sonra başka bir sarsıntıyla bir düşüş yaşadım.Kelimenin tam anlamıyla bir düşüş…Mescid-i Haram”dan çıkıyorum. Kalabalık yoğun. Adım adım ilerliyoruz. Derken bir boşluk… Ve ben yüzükoyun yere kapaklandım.Elimdeki telefon havaya fırladı. İçinde notlarım, gözlemlerim, yazılarım…Telefon önümdeki mazgala doğru kaydı. Izgaranın deliklerinden düştü.Bir anda içimde bir panik koptu.Acaba beni telaşa düşüren şey yazdıklarım mıydı, yoksa cihazın kendisi miydi?O an Karadenizli damarım tuttu. İçimdeki sesi bastırdım, etrafımdaki ilgisiz görevlilere ses yükselttim.Ama sonra bir şey oldu.Bir fark ediş…Bir kırılma…Bir imtihanla karşı karşıya olduğumu hissettim.Yere düşen sadece telefon değildi.Benim öfkemdi…Benim acelem…Benim içimdeki taşınmamış yüklerim…Çıkarmak için epeyce uğraştım ama nafile… Rögar kapağı mıhlıydı. Polisler, yalnızca belediye görevlilerinin gelip açabileceğini söylediler.Tam o sırada genç bir delikanlı çıktı.Elinde bir demir parçası, “Açılın!” dercesine hepimizi kenara itti.Demirle kapağı yerinden oynattı. Sonra hep birlikte kapağa asıldık.Ve ben, notlarıma ulaştım.Delikanlı Bangladeşliymiş.Adı Abdullah.Munis, sakin ve mahzun duruşlu biri.Numarasını aldım.Translate aracılığıyla her gün mesajlaşıyoruz.Otele doğru yürürken, eşim yanı başımda yumuşak bir cümle kurdu, “Öfkeni burada bırak. Arafat”a ne olur taşıma…!”Taş gibi oturdu içime. İki gün sonra Arafat”a çıkacağız!Arafat, yüklerin bırakıldığı yer, taşındığı değil.Hac, bedenle yapılan bir yürüyüş değil; nefsin diz üstü çöküşü.Resulullah Efendimiz (s.a.v.) şimdi burada olsaydı…Biz nerede olurduk?Safın önünde mi?Yoksa sessizce öfkesine sahip olamayanların arasında mı?Bazı imtihanlar secdeye benzer; diz üstü düşmeden geçilmez.

Source: Mustafa Sabri̇ Beşer


Cüneyd Altıparmak yazdı: Anayasa, kayyım, kurultay…

Siyaset gündeminin odağında yine hukuk var. Birkaç gün önce Sayın Bahçeli”nin yaptığı komisyon çağrısı, şimdi ise Cumhurbaşkanımızın AK Parti”nin anayasa hazırlık komisyonunu teşekkül ettirmesi. Belediyelere terör nedeniyle yapılan görevlendirmelere (kayyım) dair düzenlemenin anayasaya aykırılığının gündeme gelmesi. CHP kurultayının iptali davasında haziran sonunda karar verilmesi ihtimali. Tüm bunlar bayram sonrasında meclisin yeni ve farklı bir hareketlenmeye gireceğine işaret ediyor…ANAYASA KOMİSYONUMilli Birlik Komisyonu”nun “mevzuat tarama” ödevine ek olarak yeni komisyon da görevine başlıyor. AK Parti”nin Anayasa Komisyonu Sayın Cevdet Yılmaz başkanlığında toplanacak. Aslında Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtiğimiz günden beri “anayasada düzenleme yapma” fikri var ve bu konuda çalışmalar yapılıyor. Ancak bu komisyonun temel hedefi bazı maddeleri düzeltmek değil tümden “yeni anayasa” yazmak. Çalışma esasları henüz belli değil ama katılımcı bir metot seçileceği belirtiliyor. Akademi-sivil toplum-siyaset dengesinden bahsediliyor yapılan açıklamalarda…BİRKAÇ ÖNERİM VAR!Madde içeriklerinden, klasik tartışmalardan, değişir-değişemez tartışmasından önce gelen bir husus var o da “bu süreç, katılımcı olarak nasıl yürütülecek?” sorusunun cevabının ne olacağı. Yapılması gerekenleri alışıla gelmişin dışına çıkarmak gerekiyor bence. Dijital çağdayız malum. Herkesin görüşünü almak kadar kolay bir şey yok. Yapay zekâ ile bunları “sınıflandırmak” ise çok basit.İNTERNETİ KULLANMAK, TEMATİK BAKMAKHazırlık evresinde “dijital açık kürsü” oluşturmak fayda getirebilir. Kurumlardan, derneklerden, vakıflardan, üniversitelerden, enstitülerden, birliklerden fikir almak mühim ama bunu tematik bağlamda yürütmek lazım. Tümel bir yaklaşım yerine bilgisine ihtiyaç duyulan yerlerden kendi alanlarına dair çalışma istemek yerinde olur bence. Öbür türlü “bir gruba yazdırılmış” metinler okuyoruz hep. Ya aynı ya da sadra şifa değil….BELEDİYELERE KAYYIM AYM YOLUNDA”Kayyım Konusu AYM”nin Gündeminde Yok” başlıklı yazımda kayyıma karşı çıkan CHP”nin konuyu AYM gündemine taşımadığına bu konuda bir dava olmadığına işaret etmiştim. İlginç bir durum oldu. İstanbul 9. İdare Mahkemesi, belediyelere kayyım atanmasına olanak tanıyan kanuni düzenlemenin iptali için Anayasa Mahkemesi”ne başvurdu. Sözüm ona “bağımsız yargının olmadığı” iddia edilirken ve hakimler yıpratılırken yapılan bu başvuruyu iyi anlamak gerekiyor. Sonucu ne olur bilinmez ancak taraf iddiasının mahkemece “bağımsız değerlendirildiği” çok açık.ANAYASAL TAHKİMATIN GEREKTİĞİ KONULARA DİKKAT!Bu durum bir başka şeye de işaret ediyor. Yarın başörtüsü konusunda da böyle bir itiraz olması mümkün olabilir. Yani başörtüsü konusundaki “fiili” durum, hukuki zemine oturmadığı için her zaman AYM”nin gündemine taşınıp yine sorun haline dönüşmesi mümkün… Bu iki durum da aslında Anayasa gündemine işaret veren hususlar… Toplumsal talep ve anayasa; anayasa ile anayasa mahkemesinin eski içtihatları arasındaki uçurum, temel hakları her zaman “bir farklı yorumla” sorunlu alana itebilir!KILIÇDAROĞLU”NU MAHKEME BAŞKAN YAPABİLİR Mİ?Hukuken mümkün olmayan ihtimalleri Kılıçdaroğlu”na yıkıp bunun üzerinden bir algı inşa ediliyor. Konunun siyasi yönü bir tarafa hukuki açıdan gerçekler ne onu bilmek gerekiyor. Nevşin Mengü”nün sonrasında teville düzeltmeye kalktığı mesele gündemimizde. Kılıçdaroğlu”nun göreve gelmesi durumu… Bu konuda gerçekler şunlar:» Mahkeme genel kurulu iptal ederse eski yönetim tekrar genel kurula gitmek üzere göreve gelebilir. Bu sadece bir ihtimal…» Bu durum CHP”de bir daha genel kurul olmayacağı, partiyi artık Kılıçdaroğlu”nun yöneteceği anlamına gelmiyor.» Kılıçdaroğlu şayet ben bu görevi üstlenmiyorum derse ne olacak? O zaman ya “geçici heyet” atanır ya da o yönetimden birileri bu süreci yürütür. Burası belirsiz…» Bu süreçte göreve gelen eski yönetimin de geçici heyetin de ortak ödevi genel kurula gitmektir. Başka ihtimal mümkün değil!KAYYIM KELİMESİNİ TÜKETTİK…Kayyım kavramını çok ve hatalı kullanınca bir anlam kayması yaşanıyor ve partiyi bundan sonra yönetecek ekip mahkeme kararı ile belirlenecek sanılıyor. Mahkemenin böyle bir yetkisi bu aşamada yok. Ancak genel kurul bu kargaşada yapılmazsa o zaman CHP”nin feshi (varlığını sona erdirmesinin tespiti) söz konusu olabilir…

Source: Cüneyd Altıparmak


Selahaddin E. Çakırgil yazdı: Emperyalistlerin “Yarım elma, gönül alma” taktiğine inanacak mıyız?

Hele de Gazze ve bütünüyle Filistin konusunda sadece Müslüman toplumlarında değil, diğer toplumların “maşerî vicdanı”nda özellikle de Yahudilerin ve taraftarlarının beklemediği derin bir insanî aksülamel, tepki ortaya çıkması dünyadaki hesapları alt-üst etti.. Bu gelişmeler karşısında ülkemizdeki bir çok ekran bülbülleri, bir takım akademik unvanlarıyla, bu beynelmilel tepkilere bakarak, “Dünya çapındaki bu tepkiler karşısında, hani, İslam ülkeleri nerede?” diye, zahiren doğru gibi gözüken bu eleştirilerinin sonunda İslam Milleti”ni “yeis”e sürüklemekten başka bir sonuç vermeyeceğini hesap edemeyecek bir renk körlüğü sergiliyorlar.. Evet, “İslam Ülkelerinin Birliği ve ortak tepkileri nerede?” deniliyor.. Petro-Dolar Şeyhleri”nin kendi iktidarlarını korumak veya uzatmak için Amerikan Başkanı”na 3 trilyon Doları aşan ve bir nevi “rüşvet” mahiyetinde olan ödemeler konusunda, herkesin bir itirazı var.. Ama asıl görülmesi ve suçlanması gereken emperyalist oyunların çengeline batılılaşmak ve modernleşmek adına hangi hile ve hıyanetlerle düşürüldüğümüz hep gözlerden ırak tutuluyor. Kendilerini “aydın” diye niteleyen niceler bile, “İslâm ülkelerinin ihaneti” olarak gösteriyorlar.. Ama, Müslüman halkların tepelerine emperyal güç odaklarınca oturtulan kuklaların uşaklık ve ihanetlerini, İslam ülkelerinin ve “Müslüman halkların tamamının hatası” olarak göstermek ne kadar ve nasıl bir “aydın”lık?Halbuki, Birinci Dünya Savaşı ve sonrasındaki şu son 100 küsur yıl içinde İslam Milleti”ne karşı korkunç teknolojik barbarlıklarla yapılan emperyal saldırıların her birisi hatırlanmadan sadece Gazze diyerek bir yere varamayız.. Çünkü Gazze kaçınılmaz bir sonuçtur.O halde, son 100 yıldaki facialar kervanımızın resmigeçidini bir daha hatırlayalım:*Son asırlarındaki birçok zaaflarına ve güçsüzlüklerine rağmen, Müslümanların elindeki büyük bir güç olan Osmanlı Devleti”nin yerle bir edilmesi sırasında, katledilen ve sayıları bilinmese de, o ilk Cihan Savaşı sırasında 30 milyon kadar insanın öldüğü hesap edildiğine göre bunların en azından yarısının Müslümanlardan oluştuğu rahatlıkla söylenebilir. Bizden önceki yaşlı nesillerin, savaş cepheleri gerisinde de, kitleler halinde açlık ve sefaletten dolayı can verdiklerini, matemli ezgiler okuyarak ve göz yaşı dökerek anlattıklarına bakıldığında bu iddiaların acı bir gerçeği yansıttığı söylenebilir.*1948″de eski bir Osmanlı vatandaşı olan David Ben Gurion isimli bir Siyonist Yahudi”nin, 14 Mayıs 1948 günü, İsrail”in varlığını dünyaya, 2 bin yıl sonra gerçekleşen bir vakıa olarak ilân edişinin hemen ardından, Filistin”de Müslüman halkların ilkel silahlarla ve de yeni başlayan Nükleer Çağ”ın patronları olan güç odaklarının, ellerine en modern silahları tutuşturdukları Siyonist Yahudiler arasında hem 1948″de, hem 1956- Süveyş Savaşı sırasında devletsiz – çaresiz yüzbinler hatırlanmadan, İslam Milleti”nin bu zelil duruma düşüşü, nasıl anlaşılabilir? (Ki, 14 Mayıs 1948″de varlığı ilan olunan İsrail devletini ilk resmen tanıyan devlet olmak açısından Amerikan emperyalizmiyle, Sovyet Rusya Komünist İmparatorluğu birbirleriyle o kadar yarışmışlardı ki, aralarındaki zaman farkı sadece 11 dakika idi.. Ve, miladi- 1515″lerde Osmanlı”nın eline geçen ve 400 sene elinde kalan Filistin”indeki bu kanser urunu, kuruluşunun ilanından birkaç ay sonra, halkı Müslüman olan ülkelerden ilk tanıyan da, -o topraklardan mağlup olarak çekilişinden 30 yıl sonra- Türkiye olmuştu.*Fransız emperyalizminin, Cezayir”de hele de 1954-61 arasında 1,5 milyon Müslümanı katledişini hatırlamadan ve daha acısı, 1962″de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu”nda Cezayir”in müstakil / istiklal sahibi, bağımsız bir devlet olarak kabul edilmesi oylanırken de, yazık ki, Türkiye Fransa”nın yanında yer alıyordu.* Haziran- 1967″de, Mısır-Suriye ve Ürdün adı verilen İslam ülkelerinin tepesine emperyal güçlerin desteğiyle oturtulan yönetimlerin ordularının, o zamanlar 4-5 milyonluk Siyonist İsrail rejiminin dünyanın her yanındaki Yahudiler ve diğer gönüllülerinin de en modern silahlarla girdikleri “6 Gün Savaşı”ndan, 100 bine yakın kurbanlar vererek aldıkları yenilgi karşısında ise, ülkenin efkâr-ı umûmiyesini, kamuoyunu kontrol eden bizim laik medyamız, hâlâ, “Pis Araplar! Ahh, bizim ordumuz olsaydı orada, 48 saatte işi biterdi, İsrail”in..” gibi mavalları halkın vicdanına şırınga etmekle meşguldüler.Ama, Ekim-1973 başında, (Ramazan”a rastladığı için) “Ramazan Savaşı” diye anılan ve Mısır Ordusunun ani bir saldırıyla İsrail rejimini perişan eden savaşı, internetlerin arama motorlarına soracak olsanız, Yahudilerin öyle korkunç bir yenilgi yaşadıklarına dair teferruatlı bilgi elde edemezsiniz.*1966-70 arasında ise,, Orta-Batı Afrika Müslümanlarının ülkesi Nijerya”da, emperyalistler, küçük bir azınlık olan ve güçlü silahlarla donatılan Hristiyanlar için Biafra adında bir devlet ilan ettiklerinde hayatını kaybeden Müslümanların sayısı da 3 milyonu geçmişti; ama, o Biafra ismi, mazlumların kanında boğulmuştu.*Ama biz, Afganistan”da 100 binler değil, milyonlarca Müslümanın hem Rusya, hem de ABD emperyalizmi tarafından nasıl imha edildiğini hatırlamak bile istemiyoruz. Halkı Müslüman olan ülkeler arasındaki savaşlarda, 1970″de Batı ve Doğu Pakistan arasında ve 1980-88 arasında da İran-Irak arasında milyonlarca Müslümanın telef oluşunun acısını hatırlamaktan âdeta rahatsız oluyoruz.*1992-97 arasında Bosna”da, 250 bine yakın Müslüman, devletleri ve orduları olmadığı halde ve sırf Müslüman oldukları için katledilmişlerdi, onları da unuttuk..*1994″lerde Çeçenistan”da en az 1 milyon kadar Müslümanın katledilişinin acısını da hatırlayamayacağız neredeyse..*El”an da sadece Keşmir”de değil, Birmanya”dan Bangladeş”e sığınmış olan 2,5 milyon Müslüman”dan fazla bir haberimiz yok..Evet, bu büyük acılar hatırlanmazsa, sosyal hâfızamız “Alzheimer” hastalığının verdiği unutkanlıkla tamamıyla dumura uğramış olacaktır.*Bütün bunları, sadece şu son 100 yılda bile ne büyük kurbanlar verdiğimizi şu Kurban Bayramı arifesinde olsun bir daha hatırlayalım diye tekrarlıyoruz..Özellikle de, şunun için:ABD”nin Ankara”ya gönderdiği ve büyük dedesi 100 yıl öncelerde Beyrut”tan Amerika”ya gitmiş olan ve eski bir Osmanlı vatandaşı olan kişinin torunu, bu yeni büyükelçi; Tom Barrack..Üstelik, daha birkaç ay önce “Gazze”yi Doğu Akdeniz”in eğlence merkezi yapacağım” diyen Trump gibi birisinin elçisi olan bu kişi, şimdi, “Batı bir yüzyıl önce – Ortadoğu”ya – haritalar, cetvellerle çizilmiş sınırlar ve yabancı yönetimler dayattı. Sykes-Picot anlaşması Suriye”yi ve bölgeyi barış için değil – emperyal çıkarları uğruna – böldü. Bu hata, nesillerin bedel ödemesine yol açtı. Aynı yanlışı bir daha yapmayacağız” diyor.İnanalım mı yani?Daha 15 sene olmadı, o dönemin Amerikan Dışişleri Bakanı olan Condoleezza Rice, “Ortadoğu ülkelerinin sınırlarında 20-21 tane sınır değişikliği gerekiyor..” diyeli..Şunu da hatırlayalım: Pakistan, Doğu ve Batı olarak, birbirinden 3 bin km. kadar uzakta iki parça iken, o zamanın Amerikan Başkanı Nixon, Pakistan Başbakanı Zülfikar Ali Butto”ya, “Pakistan”ın toprak bütünlüğünü taahhüt ediyoruz..” dediği zaman, o gençlik yıllarımızda, “Eyvah.. Amerika sınırları taahhüt ettiğine göre, Pakistan”ı büyük felaketler bekliyor” de diye yazmıştım.. Ve sonra korkunç bir iç savaşta 1 milyondan fazla insan eridi ve Bangladeş öyle doğdu..Amerikan emperyalizmi, bugün de, günah çıkarırcasına, 100 yıl öncelerin oyunlarını eleştiriyorsa, bizim sosyal hafızamızı tamamen silmek istiyor..Ama, onların dediği olmayacak, inşaallah..

Source: Selahaddin E. Çakirgi̇l


Marmaray”daki olayın “Mavi gömleklisi” ilk defa konuştu! Kendi de ailesi de evlerine giremiyor: “Seni keseceğiz, kafanı koparacağız”

Marmaray”da bir babanın iki tane küçük çocuğunun yanında darp edilmesi sosyal tüm Türkiye”nin tepkisini çekmişti. Olay sonrasında yumruk atan saldırgan ve “mavi gömlekli” olarak adlandırılan İbrahim Aktan gözaltına alındı. Yumruğu atan tutuklandı, Aktan serbest bırakıldı. Ancak Aktan”ın o günden sonra hayatı tamamen değişti. Tehditler aldığını belirten Aktan ailesiyle birlikte başka bir yerde gizlenmeye başlandı.

İLK KEZ KONUŞTU
Hürriyet”ten Musa Kesler, Marmaray”daki olayın başrolü İbrahim Aktan”la görüştü. Aktan yaşadıklarını tek tek anlattı. Her şeyin ani bir şekilde geliştiğini vurgulayan Aktan çocuklar içinde üzgün olduğunu belirtti.
“VURACAĞINI HİÇ DÜŞÜNMEDİM”
Aktan”ın anlattıklarına göre, baba Marmaray”a binerken kapı önündeki kıza yüksek sesle neden orada durduğunu sordu. Kız “affedersin abi” dese de baba hakaret etmeye devam etti. Bu yaşananlardan sonra çevredekiler müdahil oldu. Kıza gösterilen bu yaklaşım etraftakileri de rahatsız etti. Aktan kendinin de sadece sözlü uyarı yaptığını belirterek, saldırganın vuracağını hiç düşünmediğini belirtti. Ayırmak için araya ilk kendinin girdiğini belirten Aktan, “‘Çocuklar var, ne yapıyorsunuz?’ dedim. Sonra yumruk yiyen adam ‘Senin yüzünden böyle oldu’ diyerek bütün okları benim üstüme çevirdi.” ifadelerini kullandı.

Aktan sözlerine “kesinlikle vurmadım” diyerek devam ettiği ve sosyal medyadaki eksik bilgiler ve görüntülerin kendi vurmamasına rağmen bu algıyı doğurduğunu savundu.
“O GÜNDEN BERİ EVİMDE KALMIYORUM”
Tehditler yüzünden kendisinin de ailesinin de zor zamanlar geçirdiğini ve evlerine dahi gidemediklerini belirten Aktan kavganın ardından yaşananları şu şekilde aktardı;
“Aslında ben ondan şikâyetçiydim. Ama karakolda büyüklerimiz ‘O şikâyetçi değil, sen de olma olay büyümesin’ dediler. Ben de şikâyetçi olmadım, orada kapattık. Eve geldim. Başta bir şey anlamadım, sonra baktım sosyal medya patlamış. Sonra ‘görüşeceğiz’ diye bir retweet olmuş. Giderek doz daha da arttı. Telefonlarım aranmaya başladı. ‘Seni öldüreceğiz, keseceğiz, kafanı koparacağız’ diye. Sonra bir boyut daha atladılar. Babama, anneme, kız kardeşime ağır mesajlar gelmeye başladı. İş çığırından çıktı. Anlamadım ne olduğunu. O günden beri evimde kalmıyorum. Kız kardeşimin de annemin de psikolojisi bozuldu.”

“ARTIK ASLA MAVİ GÖMLEK GİYMEM”
“Sosyal medyada ‘mavi gömlekli çocuk’ diye yayıldım. Kimlik bilgilerim, bütün detaylar paylaşılmış. Artık asla mavi gömlek giymeyeceğim.”

Source: Ufuk Dağ


Sibel Eraslan yazdı: Meclis Başkanlığı seçimini izlerken…

Türkiye Büyük Millet Meclisi için yeni bir dönem başlıyor. Meclis Başkanlığı seçimleri yapıldı. Başta Terörsüz Türkiye hedefi bağlamında süren çözüm süreci ve yeni, sivil anayasa çalışmaları olmak üzere çok kapsamlı ve büyük aşamalar bekliyor yeni dönemi. Devasa zor meseleler. Allah yeni dönemde iş gören tüm siyasetçilerimize basiret ve feraset versin.. Bu ülke hepimizin.Dünkü oylamayı seyrederken, siyasetin bir toplum için ne kadar önemli olduğunu da bir kez daha fark ettim… Millet temsilinin, milletin sesini Meclis”e taşımanın ne kadar önemli olduğunu düşündüm basın koridorunda Başkanlık seçimini beklerken… Üç turu da dikkatle seyrederken MHP Genel Başkanı sayın Devlet Bahçeli”nin ciddiyeti, oylamayı özenle takip edişi görülmeye ve ibret alınmaya değerdi.Sayın Numan Kurtulmuş beyefendi, 3.turda farklı partilerin de oylarını alarak yeniden Başkan seçildi. Allah muvaffak eylesin.TBMM”deki başörtülü vekilleri görünce yeniden içim eski karamsar günlere gitti. Hani okullara, hastanelere, adliyelere, devlet dairelerine alınmadığımız günlere… Siyasetin demokratikleşme adına aldığı değerli yolu Meclis”te seyretmek çok daha etkileyiciydi. Çünkü ülkemizin hemen her ilinden kadınlarımız ve özellikle örtülü vekillerimizi görmek, büyük engellerin aşıldığının çok değerli bir göstergesiydi…Diyeceksiniz şimdi, demokratikleşmenin tek rengi başörtü yasaklarının kaldırılması mıdır? Elbette hayır! Lakin benim ve akranım hatta daha genç ve daha yaşlı pek çok kadının, binlercenin hayatını soldurmuş bir yasağın kaldırılması elbette milattı ve bu miladı sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan beyefendi liderliğindeki siyaset yazmıştı. Çok değil, pek çok yasak daha 10 yıl öncesine kadar sürüyordu. Uzak bir karanlıktan bahsetmiyoruz anlayacağınız…Hatta eşini izlemek için TBMM”ye gelmiş Prof. Sevgi Kurtulmuş hanımefendiye bakınca da bu zorlu yılları hatırladım. İstanbul Üniversitesi”nden başı örtülü olduğu için uzaklaştırıldığında henüz bir doçentti. Başarılı bir öğretim üyesiydi. Eşi Numan beyle o günlerde verdikleri hukuk mücadelesine de tanığım. Ama ülkemizdeki kılık kıyafet yasakları 1968″den bu yana verilen hukuk mücadelesiyle değil, siyasetin gücüyle kaldırılabilmişti.Yasaklardan nice sonra Sevgi Hanım fakülteye geri döndü ve Profesör ünvanıyla yıllarca ders vererek emekliliğine ulaştı. Şimdiyse bir balkondan eşini seyrediyordu.Yıllar sular seller gibi geçerken, harman gibi savruldu içimden. Şu milletvekili sıralarında Merve Kavakçı”ya neler yapmışlardı. Nur Serter”in önderliğinde açılan ikna odaları mı, ideolojik peruk yasakları mı, Avrupa”ya zorunlu sürgünler mi… Hangi deli rüzgarlar fırtınalar esmişti bu Meclis”ten…Yeni barış süreci, yeni ve sivil anayasa, TBMM”yi gözlemlediğim dün akşam içinde, yepyeni umutlar uyandırdılar ruhumda… Ülkem için iyilik güzellik duası ettim. İnsanlığa esenlik barış gelsin dedim Meclis”imizi seyrederken…

Source: Sibel Eraslan


Acil önlem şart: Gençler arasında NEİY yaygınlaşıyor!

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, “Sosyal yardımların, belirli bir süre eğitim programlarına katılım ya da mesleki beceri kazanmaya yönelik faaliyetlerle ilişkilendirilmesi, gençlerin iş gücüne katılım motivasyonunu artıracaktır. Ayrıca staj programlarının yaygınlaştırılmasının yanı sıra iş deneyimi kazandırmaya yönelik yeni teşvik mekanizmaları geliştirilmelidir” ifadelerini kullandı.İTO’dan yapılan yazılı açıklamaya göre, İstanbul Ticaret Odası Stratejik Araştırmalar Merkezi (İTOSAM), “İstanbul’da Ne Eğitimde Ne İstihdamda Ne Yetiştirmede Olan Gençler (NEİY)” başlıklı araştırma raporunu yayınlandı.Araştırma için hem ilgili yaş grubundan gençler hem de konunun uzmanları ile yüz yüze mülakatlar gerçekleştirildi. Hazırlanan ihtiyaç analizi ve politika önerileri raporunda, “İstanbul”da NEİY olan gençlerin karşılaştığı zorlukların çözülmesi için geliştirilecek politikalar, gençlerin geleceklerini şekillendirecek ve hem Türkiye”nin hem de İstanbul”un sosyal ekonomik refahına olumlu katkı sağlayacaktır” değerlendirmesinde bulunuldu.TÜİK verileri ışığında analizlere yer verilen raporda, OECD ülkelerinde 15-29 yaş arasında NEİY oranlarının ortalaması yüzde 13 iken, bu ülkeler içinde en yüksek NEİY oranına sahip ülkenin yüzde 28 ile Türkiye olduğu belirtti. İstanbul’da NEİY oranının ise yüzde 18,6 seviyesinde olduğu kaydedildi.Prof. Dr. Mehmet Fatih Aysan’ın proje yürütücüsü olduğu araştırmaya göre; İstanbul nüfusunun 2,3 milyonu 15-24 yaş arasında ve genç nüfus İstanbul nüfusunun yüzde 14,8’ini oluşturuyor. Türkiye genelinde her 3 genç kadından 1’i ne eğitimde ne de istihdamda yer alıyor.“NEİY TÜRKİYE’DE GENÇ İŞSİZLİĞİN ÖNEMLİ BİR ALT KATEGORİSİNİ OLUŞTURUYOR”Açıklamada görüşlerine yer verilen İTO Başkanı Şekib Avdagiç, “Raporda da yer aldığı üzere, mülakat bulguları NEİY olan gençlerin karşılaştıkları zorlukları aşabilmeleri için sosyal destek mekanizmalarının güçlendirilmesi, eğitim ve istihdam politikalarının yeniden ele alınması gerektiğini ortaya koyuyor. Bu bulguları dikkatle ele almalıyız” ifadelerini kullandı.Avdagiç, “NEİY Türkiye’de genç işsizliğin önemli bir alt kategorisini oluşturuyor. Ne eğitimde ne istihdamda ne yetiştirmede olma nedenleri arasındaki başat faktörlerden birinin aile olduğunu görüyoruz. Araştırmamıza katılan bir gencin, ailenin üstlendiği görevi ‘en güçlü işsizlik sigortası’ olarak tanımlamasını, üzerinde düşünülmesi gereken bir konu olarak görüyoruz” değerlendirmesinde bulundu.Şekib Avdagiç, “Sosyal yardımların, belirli bir süre eğitim programlarına katılım ya da mesleki beceri kazanmaya yönelik faaliyetlerle ilişkilendirilmesi, gençlerin iş gücüne katılım motivasyonunu artıracaktır. Ayrıca staj programlarının yaygınlaştırılmasının yanı sıra iş deneyimi kazandırmaya yönelik yeni teşvik mekanizmaları geliştirilmelidir. İşverenlerin gençleri istihdam etme konusunda daha istekli olmalarını sağlamak için vergi indirimleri, maaş destekleri veya sigorta prim muafiyetleri gibi teşvik mekanizmalarında kapsam ve derinlik artırılabilir” önerilerinde bulundu.Araştırmada verilen bilgiye göre, NEİY kavramı kendi içinde pasif ve aktif olarak iki gruba ayrılıyor. Aktif NEİY grubundaki gençler; gelir getirici bir işi bulunmayan, ancak iş bulduklarında çalışmaya hazır bireyleri temsil ediyor. Pasif NEİY grubunda yer alan gençler ise eğitim sürecinde yer almadıkları gibi iş aramadıkları için iş gücüne dahil edilmediklerinden işsiz olarak da sayılmıyorlar.“AŞIRI KORUMACI EBEVEYNLİK ÇOCUKLARIN DUYGUSAL İYİ OLUŞLARINI OLUMSUZ ETKİLEYEBİLİYOR”İTOSAM’ın “İstanbul’da Ne Eğitimde Ne İstihdamda Ne Yetiştirmede Olan Gençler” başlıklı araştırma raporunda yer verilen tespitlerden bazıları şunlar oldu:* En yüksek NEİY oranı yüzde 69 ile hiçbir resmi okulu tamamlamamış olanlar arasında görülüyor.* Katılımcılar, eğitim sisteminin yeterince destekleyici olmamasından ve mesleki yönlendirme eksikliğinden şikayet ederken, iş gücü piyasasına girişte deneyim eksikliği, düşük ücretler ve güvencesiz çalışma koşulları gibi faktörlerin onları NEİY statüsünde kalmaya ittiğini belirtiyorlar.* Zorunlu eğitim dönemindeki akademik başarı düzeyi, bireyin gelecekteki mesleki ve eğitimsel fırsatlara erişimini belirleyici bir faktör olarak öne çıkıyor.* Araştırmalar aşırı korumacı ebeveynliğin çocukların sosyal becerilerini ve duygusal iyi oluşlarını olumsuz yönde etkileyebileceğini gösteriyor. “Cam fanusta yetişmek” ifadesi, gençlerin güvenli ve korunaklı bir ortamda büyütülmeleri sonucu dış dünyadaki zorluklara karşı savunmasız kalmalarını temsil ediyor.* Uzman mülakatlarında düşük ücretler, olumsuz çalışma koşulları ve geleneksel kadın-erkek rolleri, kadınların iş gücü piyasasına katılımını sınırlayan temel faktörler olarak ön plana çıkıyor.* Araştırmalar, sosyal beceri eksikliğinin, NEİY gençlerini “sosyal dışlanma” ve “akran zorbalığı”na karşı daha açık ve savunmasız hale getirebildiğini ortaya koyuyor.- “Hazır tecrübeli işçileri en az maliyetle istihdam etme anlayışı gençlerin NEİY olma riskini besleyebiliyor”* Gençlerin aldığı eğitimleri bir yatırım gibi düşünmek yerine, hazır tecrübeli işçileri en az maliyetle istihdam etme anlayışı gençlerin NEİY olma riskini besleyebiliyor.* Uzun yıllar çalışarak ev ya da araç alabilme düşüncesinden uzaklaşan gençler, hayata daha realist ve sonuç odaklı bakabiliyorlar. Bu durum haliyle tüketim toplumunda gençleri hazza ve statüye dayalı eşyalara sahip olmaya sevk ediyor.* Sosyal hayattan izole olmak, bireyin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşılayamaması sonucunda ortaya çıkarken günümüzde gençler giderek daha çok içe kapanıyorlar.* İstanbul”un göçmen nüfusu Türkiye”nin diğer illerine kıyasla oldukça yüksek ve bu durum, NEİY olan göçmen gençlerin toplumsal ve ekonomik hayata katılımında çeşitli engellerle karşılaşmasına neden oluyor.* Özellikle mesleki ve teknik eğitim programlarının yetersizliği, gençlerin mezuniyet sonrası iş bulma becerilerinin gelişmesini engelliyor ve NEİY kategorisinde yer alma riskini artırıyor.NEİY OLAN 19 GENÇ YAŞADIKLARINI ANLATTIAraştırmada NEİY olan 19 gencin görüşlerine de yer verildi. Bunlardan bazıları şöyle:* Ben en çok aileye, ailede yetiştirilme tarzına bağlıyorum. Biraz daha erken iş hayatına veya iş hayatına benzer sorumluluklar almaya yönlendirilseydim daha kolay adapte olurdum. (Kadın, lisans, 27)* Kendi param olsa rahat, özgürce harcayabilirdim. Hesap vermezdim. Bu konuda çok muzdaribim mesela. En azından bir gelirim olsaydı çok iyi olurdu. Çalışmayı çok düşündüm. Ama çocuğa bakacak hiç kimse yok. Çocuk okula gidiyor. Eve geldi, ev boş. Gözüm kesmedi. Yani imkansız benim çalışmam. (Kadın, lise terk)* Üniversite öğrencisi olduğum için zaten 2-3 ay sonra çıkacak, bırakacak deniliyor. O yüzden hiç almıyorlar. Üniversiteden sonra da yeni mezun olduğum için bize daha önce çalışmış, en az 2 yıl deneyimli eleman lazım deyip, okul öncesinden de ret aldım. (Kadın, lisans)* Boşlukta hissediyorum. İşe yaramaz hissediyorum. Yani amacım ne, bu dünyaya neden geldim gibi düşüncelere kapılıyor insan. (Kadın, ön lisans, 27)* (Meslek edindirme kursları) Hiç katılmadım, katılmayı düşündüm ama biraz da para tuzağı gibi. Bu sertifikalar biraz da ‘Şu kadar para ver, sertifikaları doldur’ gibi geliyor bana. Devletin kursları güzel aslında, ücretsiz veriyorlar. (Erkek, lisans, 22) “DÜŞÜK BİR ÜCRETLE ÇALIŞMAKTANSA ÇALIŞMAMAYI TERCİH EDERİM GİBİ BİR OLGUYA DÖNMÜŞ DURUMDA”Raporda yer alan uzman görüşlerinden bazıları da şöyle oldu:* Aile himayesinde olan gençlerin daha çok NEİY statüsüne düştüğünü gözlemliyorum. Cam fanusu kaldırdığımız anda bağışıklıkları yok oluyor. Zorluğu gördüğü zaman vazgeçiyor, iletişim kuramıyor.* Bugün bizim eğitim ve çalışma arasındaki link koptuğu an insanlar eğitim hayatında kalmak istemiyorlar. İşte ben üniversite eğitimi alacağım, ne olacak, ne kadar maaş alacağım diye bakıyor erkek çocukları…* Bize anne baba geliyor, diyor ki benim oğluma iş lazım. Oğlun nerede diye soruyoruz. Evde, odasından çıkmıyor diyor. Siz iş varsa bana söyleyin, ben kendisine söylerim diyor. İş aramaya bile gelmeyen bir kişiyi biz nasıl işe yönlendireceğiz?* Süreç içerisinde Türkiye”de diğer Avrupa ülkelerinden farklı olarak nitelikli NEİY meselesinin çok ciddi anlamda hem ekonomik hem sosyal maliyeti olacağını düşünüyorum.* Ülkedeki NEİY’lerin önemli bir kısmı, özellikle okuma seviyesi arttıkça düşük bir ücretle çalışmaktansa çalışmamayı tercih ederim gibi bir olguya dönmüş durumda.* Şimdi bu kişilere devlet ciddi bir eğitim yatırımı yapıyor; ortaokul, lise ve üniversitede. Devlet açısından zaten bu eğitim yatırımının tamamı boşa gitmiş oluyor. Bu, devlet açısından bir kayıp.

Source: Fuat Öner