Sapkınlık sahaya indi! LGBT lobisi bastırdı futbolcuya ceza geldi
Eş cinselliğe verdiği destekle bilenen Fransa’da, toplumun her kesimine eş cinsellik dayatılmaya devam ediyor. Ligue 1’de oynayan ve Lyon forması giyen Nemanja Matic, formasının kolundaki LGBT bayrağını kapatması sebebiyle 4 maç futboldan men cezasına çarptırıldı. Sırp orta saha, 17 Mayıs’ta oynanan Angers maçında kolundaki LGBT armasının üstünü gizlemişti. Sezon içerisinde de Nantes forması giyen Mustafa Muhammed, LGBT temalı formayla sahaya çıkmak istemediği için benzer bir cezayla karşılaşmıştı.
Source: Baki Sancak
Kadın cinayeti verileri bireysel silahlanma sorununu gözler önüne serdi: Hukuki düzenlemeler gerek
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun verilerine göre, 2025’in ilk beş ayında katledilen 117 kadının 65’i ateşli silahlarla öldürüldü. Kadın cinayeti verilerinde, ateşli silahlarla öldürülme oranının düzenli olarak ilk sıralarda yer alması ise dikkat çekiyor. Uzmanlar, şüphelilerin ve silahlanmanın takiplerinin dikkatli yapılması gerektiğine vurgu yaparken hukuki düzenlemelerin de güncellenmesi gerektiğini belirtti. Cumhuriyet’e konuşan avukat Çağla Gül Bulut, Türkiye’de de bireysel silahlanmanın ciddi bir sorun haline geldiğini belirterek, “Bireysel silahlanmanın önüne geçebilmek için yalnızca ruhsatlı silahların takibi yetmez, aynı zamanda ruhsatsız ve kaçak silahların edinilmesini kolaylaştıran tüm dijital ve fiziksel kanalların sıkı şekilde denetlenmesi gerekir. Özellikle yaşadığımız dijital çağda, bugün hemen her şeye internet üzerinden ulaşıyoruz. Dolayısıyla internet siteleri, arama motorları, sosyal medya platformları ve özellikle Telegram gibi haberleşme uygulamaları üzerinden silah temin etmeye dönük içeriklerin önlenmesi için hem teknolojik altyapı geliştirilmeli hem de hukuki düzenlemeler güncellenmeli” ifadelerini kullandı.
Source: Rengin Temoçin
Ara seçimlerde yalnızca 12 kadın muhtar: Ataerkil kültür engel olmayı sürdürüyor
Türkiye’de kadınların siyasete katılım oranı düşük seviyede. 2024 yerel seçimleri sonrasında kadın muhtar sayısı bin 134’ten 1680’e yükselmesine karşın kadın muhtar oranı yalnızca yüzde 3.3. Çeşitli nedenlerle boş bulunan mahalle, köy muhtarlıkları ve ihtiyar heyetlerinin belirlenmesi için 405 yerleşim biriminde, halk oylaması için de iki yerleşim biriminde geçen hafta seçim yapıldı. Resmi olmayan sonuçlara göre yalnızca 12 kadın muhtar seçildi. Küresel Eşitlik ve Kapsayıcılık Ağı Başkanı Ayşe Kaşıkırık, “Aslında bize bu seçim sonuçları bir kez daha ataerkil kültürün özellikle Karadeniz bölgesinde hâlâ çok yaygın olduğu ve doğunun bazı illerinde de yine yoğun bir şekilde hissedildiğini gösterdi. Karadeniz bölgesindeki neredeyse Trabzon, Rize, Artvin, Giresun, Bayburt’ta kadın muhtar bu ara seçimde seçilemedi. Bayburt 2024 yerel seçim sonuçlarına göre bir tane bile kadın muhtarı olmayan tek ilimiz. Bura ara seçimde de seçilmedi” dedi. “ZEMİNE OTURMALI” “Erkekler 30-40 yıl gibi uzun süre muhtarlık yapıyorlar” diyen Kaşıkırık. “Seçildikten sonra çok kısa bir zaman içerisinde vefat gibi ya da sağlık sorunları sebebiyle muhtarlık koltuğunu bırakmak zorunda kalıyorlar. İkinci bir konu muhtarlık babadan oğula geçiyor. Kadınlarda ise nadiren vefat eden eşin yerine kadın seçiliyor. Bu babadan oğula geçme sistemini de saltanatını da kırmamız gerekiyor” diye konuştu. Kaşıkırık, “Bir belediye meclis üyeliği, belediye başkanlığı, milletvekilliği gibi adaylar bir başvuru dosyasını YSK’ye veya siyasi partiye iletemiyor. Muhtarlar partisiz olduğu için bunu YSK’nin incelemesi lazım. İncelemediği için birçok muhtarın da suç kaydı var. Bir demokratik zemine oturtmak lazım” ifadelerini kullandı.
Source: Rengin Temoçin
Bayramlaşamıyoruz bile!
Düşünce üreten, yazan ve çizen insanların erdemi, elbette yaşadığı dönemin sorunlarını dile getirmekten geçiyor. Geniş halk yığınlarının dertleriyle dertlenebilmek, gerçeği aramak ve zulme karşı durabilme cesaretini gösterebilmektir aydın olmanın sorumluluğu! Aydın insanın baktığı pencerede önyargılar değil akıl, bilim, felsefe, sanat, etik değerler, temel insan hak ve özgürlüklerinin süzgeci vardır. Maalesef yaşadığımız çağın atmosferi bu bakış açısını bir hayli yıpratmışa benziyor! Son yıllarda kapitalizmin yapısal olarak yarattığı krizler ve paylaşım kavgası büyüdükçe, hukuk sistemleri ve demokrasiler zayıflarken otoriter eğilimler de giderek artıyor. Yabancı düşmanlığı, kimlik siyaseti, korumacı politikalar, dinci ve faşist eğilimler, küresel kaosun yeni fay hatları olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye böylesine olumsuz bir ortamda iç cephede ekonomisini tahkim etmek yerine, iki yıl önce başlattığı ekonomik istikrarı sağlama programından, emekçilere büyük bedeller ödeterek elde ettiği kısmi finansal iyileşmeleri de 19 Mart Ekrem İmamoğlu operasyonuyla heba etmiş görünüyor ve bu operasyonlar devam ediyor. Artık siyaset kurumu, Türkiye’nin sorunlarını çözmek yerine her türlü sorunu derinleştiriyor. Bu operasyonlarla sadece Türkiye’nin ekonomisi değil hukuk düzeni, demokrasisi ve toplumsal uzlaşısı da büyük zarar görüyor. Düşünün ki toplumun geleneksel olarak çok önem verdiği bu Kurban Bayramı’nda iktidar ve ana muhalefet partisi bayramlaşamıyor bile! Özellikle halkın giderek katlanılması zorlaşan geçinebilme sorunu, ülkenin sanayileşme, mesleki eğitim ve nitelikli üretim sorunları acil çözüm beklerken demokrasi ve hukuk zemininin dışına çıkan bu kutuplaşmanın, bu kinin ve bu nefretin ülkeye yararı olabilir mi? ENFLASYON DÜŞMÜYOR TÜİK, mayıs ayı enflasyonunu (TÜFE); aylık yüzde 1.53, yıllık yüzde 35.41 olarak açıkladı. İktidara yakınlığıyla bilinen İTO mayıs ayı İstanbul Tüketici Fiyat Endeksi’ndeki artışı aylık yüzde 2.83, yıllık ise yüzde 46.57 olarak açıkladı. ENAG mayıs ayında TÜFE’deki aylık artışı yüzde 3.66, yıllık artış oranını ise yüzde 71.23 olarak açıkladı. Kira, eğitim, sağlık ve gıda fiyatlarında çarşıda pazarda yüksek fiyat artışlar yaşanıyorken TÜİK’in açıkladığı bu rakamlara toplumun yüzde kaçı inanıyor? Enflasyon, ücretlilerin, emeklilerin ve sabit gelirlilerin, gelirlerini eritmeye ve adaletsiz bir vergileme rejimi olmaya devam ediyor. YOKSULLUK ARTIYOR Türk-İş’in mayıs ayı araştırmasına göre dört kişilik bir ailenin sağlıklı, dengeli ve yeterli beslenebilmesi için yapılması gereken aylık gıda harcaması tutarı (açlık sınırı) 25 bin 092,26 lira, gıda harcaması ile giyim, konut (kira, elektrik, su, yakıt), ulaşım, eğitim, sağlık ve benzeri ihtiyaçlar için yapılması zorunlu diğer aylık harcamalarının toplam tutarı ise (yoksulluk sınırı) 81 bin 733,73 lira seviyesine çıkmış bulunuyor. Asgari ücretin 22 bin 104 lira olduğunu ve çalışanların büyük bir kısmının asgari ücretle çalıştığını dikkate alırsak nasıl bir yoksullukla karşı karşıya olduğumuzu daha iyi anlamış oluyoruz. Temmuz ayında memur ve emekli maaşlarına yapılacak zamlarda TÜİK’in tartışmalı 6 aylık enflasyon oranının baz alınacak olması ayrı bir garabet oluyor. SANAYİ KÜÇÜLÜYOR Türkiye, birinci çeyrekte yüzde 2.0 oranında düşük ve sağlıksız bir büyüme sağladı. Büyümede tüketim harcamalarının ve inşaat sektörünün etkili olduğu görülüyor. Buna karşın üretici sektörler olan tarım sektörünün yüzde 2.0, sanayi sektörünün ise yüzde 1.8 oranında küçüldüğünü görüyoruz. Ayrıca makine ve teçhizat yatırımlarında da daralma var. Bu olumsuz gidişatı ilan edilen konkordato, iflaslar ve artan takipteki kredilerden de izleyebiliyoruz. İŞSİZLİK ARTIYOR TÜİK, nisan ayında dar tanımlı işsizliğin (0.6 puan artarak) yüzde 8.6’ya çıktığını, geniş tanımlı işsizliğin ise (3.4 puan artarak) yüzde 32.2’ye çıktığını açıkladı. Resmi rakamlara göre, istihdam azalırken geniş tanımlı işsiz sayısı 11 milyon 232 bin 790 kişiye çıkmış bulunuyor. Bunun anlamı Türkiye’de en az üç kişiden biri işsiz demektir. Geniş tanımlı işsizler, potansiyel olarak çalışabilirler ama ya eksik zamanlı çalışıyorlar ya da iş aramıyorlar. Neden acaba? Tatmin edici ücretler ve teknik donanımları var da mı çalışmıyorlar? Peki, çalışmak için ailesini ve ülkesini bırakıp akın akın yurtdışına giden gençlere ne demeli? Öyle anlaşılıyor ki her alanda şeffaflığa, gerçek bilgiye ve doğru veriye ihtiyacımız var. Ölçemediğiniz bir ekonomiyi yönetemezsiniz. Bütün olumsuzluklara karşın umudumuzu kaybetmeyeceğiz. Bayram umuttur, değerli okurlarımın bayramını kutluyorum. Sağduyunun, aklın, bilimin, hukukun, demokrasinin, nezaketin ve kardeşliğin hâkim olacağı günler diliyorum.
Source: İrfan Hüseyin Yıldız
Yerin dibinden çıkartılanlar ve neden bayramlaşmıyorsun diyenler
Cumhurbaşkanı Erdoğan çok rahat, Özel ’i durmadan “itidale” çağırıyor. Mesela bayramlaşma konusunda Özgür Özel’in “Bize bayram haram” tepkisine, bayramlarda birlikteliğin ulusal birliğin kardeşliğin yararlarından dem vuruyor. Benzer tepkiyi Bahçeli ’de de gördük. İktidarla bir şekilde ilişki içinde olan kişiler de ekranlarda bayramlaşmanın faziletlerinden bahsetmeyi tercih ederek Özgün Özel’e “vuruyorlar” . Eh, iktidarı eleştirecek halleri yoksa! Oralardan gelecek “adam yerine konma” önerilerine kapıları açık tutmak bu sisli havalarda her zaman iyidir! O ESNADA: İktidar mensuplarının ve Marslıların “Ne ayıp, bayram ayol, kişiler kurumlar partiler arasında ilişkileri her zaman olmalı, el sıkışmalılar, kucaklaşmalılar” mealinde öneriler ayyuka çıkarken o esnada, CHP’nin 5 belediye başkanı dahil, onlarca insan zorla indirildikleri “arzın merkezinden” iki sıralı “inzibatları” refakatında bir delikten yeryüzüne çıkartılıyor, “inzibat otobüslerine” sokuluyordu. Nereye? Çağlayan “Sarayı” na… AKP’nin üst düzey yöneticisi iken CHP’ye ve muhaliflere siyasi nitelikle operasyonları yapması için İstanbul’a gönderilen bir görevlinin emriyle… Şu da var: Bayramda sarılın öpüşün denirken öte yandan CHP’li belediye başkanları ve bürokratları hakkında soruşturma açılıyor ve tutuklandıkları İstanbul’dan yüzlerce kilometre uzakta ki kentlere sürgün ediliyor ve aileleriyle bayramlaşmaları bile engelleniyordu. Ahlaksızlığın dip kuyularında yaşıyoruz. Ama boş verin bunları, siz gidin sarılın öpüşün! “REİS BURALARDA HER ŞEY YOLUNDA, SIKMA CANINI” Cumhurbaşkanı rahat dedik. Bayram mesajında CHP’li belediyeleri suçluyor, belediye hizmetlerini yerine getirmiyorlar, dağ taş çöp dolu mealinde aslı astarı zor bulunur sözler söylüyor. Bunları kime söylüyor diye baktığımda kafası kısmen karışmış AKP’li seçmeni sakinleştiriyor, diyebiliriz. Ama AKP’li seçmen uzayda mı yaşıyor, CHP’li belediyelerin yönetimlerinde yaşamıyor mu? Çevrelerine ve belediyelerine baktıklarında olan biteni görmüyor mu? Şöyle demezler mi, “Reis buralarda her şey yolunda” … Ve Reis’lerinin söylediklerinin gerçeklikle bir ilgisi olmadığını en azından “hissetmiyorlar mı” ? İmamoğlu ikinci kez neden İstanbul’u kazandı? Ve 11 büyükşehir nasıl oldu da CHP’ye geçti? Nasıl oldu da CHP belediyelerinin sayısı 420’ye çıktı? Saray ne söyleyeceğini şaşırmış durumda. Bir de anket sonuçları kendilerine hiçbir şey anlatmıyor. FOTOĞRAFLAR VE ÖFKELİ BOĞALAR Peki İstanbul’un pek çok yerinden sökülen Ekrem İmamoğlu fotoğraflarının yerine cumhurbaşkanının fotoğraflarının konması, akıllıca mı? Seçmenin büyük çoğunluğu öfkeli boğalar gibi burnundan solurken bu fotoğrafları görünce ne düşünecek? Fotoğraflar, derin yoksullukla, 15 bin lira alan emekliyle, 21 bin lira asgari ücretle, pazardan filesine iki parça malzeme koymuş seçmenle adeta alay eder gibi. Propagandanın yeri zamanı amacı hedefi vardır. Ama bu resimlerin asılmasının ardında, İstanbul’u ve halkın gönlünü kazananlara karşı intikam, kin ve nefret okuyorum. Cumhurbaşkanına da kötülük yapıyorlar.
Source: Orhan Bursalı
Soldan esen sağ rüzgârlar
İsveç’te muhalefetteki Sosyal Demokrat Parti’nin (SAP) 42. kurultayı, 28 Mayıs-1 Haziran arasında Göteborg kentinde düzenlendi. Kurultay, parti içi tartışmalara sahne oldu. Partili kimi gruplara göre eski genel başkanlar Tage Erlander ve Olof Palme’nin 136 yıllık Sosyal Demokrat Partisi’nde şimdi “sağ rüzgârlar” esiyor. İsveç’in NATO’ya üyeliği sürecinde ilk girişim, o dönem iktidardaki SAP’tan gelmişti. Rusya’nın 2022’de Ukrayna’ya savaş açmasının ardından, NATO’ya üyelik başvurusu 15 Mayıs 2022‘de yapıldı. NATO’ya üyelik, 7 Mart 2024’de resmen gerçekleşti. Bu adım, SAP’ta tarihsel bir dönüşüm yaşandığı anlamına da geliyordu. SAP, 20. yüzyıl boyunca refah devleti modelinin öncüsü, işçi hakları ve sosyal adalet ilkeleriyle özdeşleşmiş bir parti oldu. Ancak son yıllarda, özellikle 2022 seçimlerini kaybetmesinin ardından, parti içinde bir ideolojik kargaşalık yaşandı. Özellikle son zamanlarda uygulanan “sağ” politikalar, partinin geleneksel değerlerinden uzaklaştığı eleştirilerine yol açtı. Tabandan yönetime karşı “Özüne dön” çağrıları yükselmeye başladı. SAP tarihindeki en parlak dönem, 1946’dan 1986’ya dek uzanan ve iki büyük liderin –Tage Erlander ile Olof Palme’nin– partiye damgalarını vurdukları yıllar. Dünyanın en uzun süre görev yapan başbakanlarından biri olan Erlander, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İsveç’te güçlü bir sosyal devlet kurdu. Eğitimden sağlığa, konuttan ulaşım altyapısına değin geniş bir sosyal programı yaşama geçirdi. Sınıflar arasındaki eşitsizliği azaltan politikalar izledi. İşçi sendikalarını ve işçi haklarını geliştirdi. Yüksek vergi oranlarını dengeleyerek vergi adaletini getirdi. Bu dönemde “İsveç sosyal demokrat modeli” dünyaya örnek oldu. Erlander’in ardından göreve gelen Palme ise yalnızca iç politikada değil, dış politikada da sosyal demokrasinin vicdanını temsil etti. Vietnam Savaşı’na karşı sert karşı çıkışları, Güney Afrika’daki “apartheid” rejimine karşı yürüttüğü uluslararası kampanyalar ve üçüncü dünya ülkeleriyle dayanışma politikalarını geliştirdi. İçeride ise işçi sınıfı haklarının genişletilmesini, kadınların iş yaşamına katılmalarını sağladı. Kültür-sanat alanına yapılan reformlar sosyal demokrasiye evrensellik kazandırdı. CHP”NİN ARKADAŞLARI Palme, CHP liderlerinden ve eski başbakanlardan merhum Bülent Ecevit’in yakın arkadaşıydı. Ecevit, Palme’den esinlendiği sosyal demokrat politikaları Türkiye’de yaşama geçirmeye çalıştı. Ecevit’in dışişleri bakanlarından İsmail Cem ve İsveçli mevkidaşı Anna Lindh zamanında da iki ülke arasında sağlıklı ve uyumlu bağlar kuruldu. Palme 1986’da, Lindh de 2003’te uğradıkları suikastlar sonucunda öldürüldüler. Palme’nin ölümü, bir dönemin vicdanının da sonu demek oldu. Palme’den sonra gelen sosyal demokrat liderlerin büyük çoğunluğu, serbest piyasa politikalarıyla ve sağ partilerle uzlaşma yolunu seçtiler. NEREDEN NEREYE SAP, iktidarda olduğu yıllar (2014–2022) arasında belirgin bir şekilde sağ politikalar izledi. 2015’te Avrupa’da ortaya çıkan sığınmacı krizi sırasında, sosyal demokrat Başbakan Stefan Löfven, önce “Kalbimiz ve kapılarımız sığınmacılara açık’’ mesajı verdi, ardından, parti içi baskılar sonucu geri adım attı. Sığınmacılara karşı sert önlemler aldı. Sığınmacıların aile birleşimlerini zorlaştırdı. Oturma ve çalışma izni verilmesi için gereken süreleri uzun bir zamana yaydı. SAP’ın son kurultayı ise önemli tartışmaları gündeme taşıdı. Özellikle göç, suçla mücadele ve ekonomik politikalar konularında alınan kararlar, “partinin sağa kaydığı” yönündeki eleştirilere güç kazandırdı. İsveç’e sığınma başvurularının azaltılması, başvurusu reddedilenlerin geri dönüşlerinin hızlandırılması desteklendi. Bu değişikliğin amacı, partinin internet sayfasında, “Daha az sığınmacının başvuru yapmasını sağlamak’’ şeklinde formüle edildi. Partinin gençlik kolu Sosyal Demokrat Gençlik Birliği, yönetime, geleneksel sosyal demokrat politikaların uygulanması için “Kendine dön!’’ çağrısı yaptı. Kurultayda, İsveç’in savunma kapasitesini hızla artırmak amacıyla 250 milyar kronluk (yaklaşık 26 milyar ABD Doları) bir “savunma fonu” kurulması önerildi. Bu fonun amacı, “Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırılarının önlenmesi ve Avrupa’ya yönelik güvenlik tehditleri karşısında, İsveç’in askeri ve sivil savunma altyapısının güçlendirilmesi” şeklinde açıklandı. Alınan kararlar, parti içindeki kanatlar arasındaki görüş ayrılığını artırdı. Kurultay sonuçları, SAP’ın gelecekteki politikalarını ve İsveç siyasetindeki konumunu etkileyecek bir dönüm noktası olarak görülüyor.
Source: Ali Haydar Nergi̇s
‘Bana denizi göster’
Sevgili okurlarım gene bir bayram günü, üstelik pazar. Açık konuşmayı severim bilirsiniz öyleyse açık konuşayım ben bu bayramı hiç sevmem. Yıllar önce bir bayram günü dostlarla denizine vurgun olduğumuz Assos’tayız. Ortalıkta dolaşan küçücük, beyaz tüyleriyle oradan oraya zıplayarak koşan bir minik keçi yavrusu vardı. Bayram öncesi çocukların sevgilisiydi ama birden bayram günü kayboldu, çocuklar deliler gibi onu arıyorlar yok. Sonra yemek vakti geldi ve tencerenin kapağı açtığımızda önümüzde o minik keçi yavrusunun parçalanmış etlerini gördük. Çocuklar dehşete kapılıp ağlamaya başladılar ve hep birlikte masadan kalktılar, bir köşeye çekilip bütün gece sessizce oturdular. O günden sonra ne zaman Kurban Bayramı gelir, benim aklıma özellikle Latin Amerika’daki eski uygarlıkların genç ve bakire kadınları aya ya da güneşe kurban ettikleri adak yerleri gelir. Gidenler görmüştür, adak yerlerinde kararmış insan kanı vardır. Müslümanlıkta kurban eti yoksulları doyurmak içindir ama şimdilerde daha çok dondurucuları doldurmak için kullanılıyor. Neyse madem bir hikâyeyle başladık, İstanbul’u terk edip İzmit’e yakın Değirmendere’ye geldik ya, bir İzmit hikâyesiyle devam edelim. Yıllar yıllar önce, Mahpustakiler adlı röportajım için İzmit Hapishanesi’nde görüş odasındayım. Karşımda mahkûm bir genç kadın ve dört yaşındaki kızı var. Küçük kız annesine sarılarak şöyle fısıldadı: “Anne ne olur bana denizi göster” ; Genç kadın utanarak kalktı, kızını kucaklayıp demir parmaklıklı pencereden baktırmaya başladı. Ana-kız beni unutarak bir süre öylece durdular. Demir parmaklığın öte yanında arabalar, sonsuz bir hızla geçiyordu. Uzakta deniz vardı. Anayla kızı yola, arabalara, denize baktılar. Gülşen anayla kızı dört yaşındaki Sabahat biraz önce İzmir Mahpushanesi’nin kadın gardiyanıyla birlikte geldiler bulunduğum odaya. Küçük kız ürkek bakışlarla süzdü beni, anasının eteğine yapıştı. Çok sonra onunla dost olmayı başardık. O zaman istedi denizi görmeyi. O zaman masallar anlattı bana. Mahpus bir çocuğun masalları, ben de size anlatacağım. Sabahat’ın anası Gülşen Turan cinayetten yatıyor. Altı yıl sekiz aya mahkûm. “Benim de kendime göre mutlu bir ailem vardı” diyor gözleri dolarak “İki çocuğumla yaşıyorduk, Allah’a çok şükür. Kocam işçiydi. Petkim’de. Nazara geldik biz. Bir kötünün kurbanı olduk. Yolunu şaşıran birinin kötülüğüne yandık. Bir gün, o adam kapıma dayandı. O da evliydi. Benden kendisine teslim olmamı istedi. Ölürdüm de teslim olmazdım, bıçakla öldürdüm.” Sabahat annesi anlatırken başını eğip ayaklarına bakıyor durmadan Gülşen Turan başını kızının altın sarısı saçlarına gömüyor, ağladığını ben görmeyeyim istiyor. Gülşen Turan yeniden yaşıyor o uğursuz günü. Elleri titriyor, bir sigara uzatıyorum ona, alıyor. “Şu saçlarım bir gecede ağardı bacım: var sen çektiğim acıyı ölç. Her şeyimiz dağıldı. Oğlan dördündeydi kaynanamın yanına gitti, Sabahat o zamanlar iki buçuk yaşındaydı yanıma aldım. Zavallı kızım. Sokakta oynamayı hiç bilmedi. Kocam her hafta gelir ziyaretimize. Namusumu temizledim ben. Ne kocam kötü söz edebilir hakkımda ne de başkaları. Babası bilir bunu, bizi hiçbir şeye muhtaç koymaz.” Sabahat babasından söz edildiğini duyunca iri mavi gözlerini açıp yüzüme bakıyor. Çocuk gözleri değil gözleri. Maviler yaşlı, yorgun. Birden eliyle saçlarını geriye atıp kulağını açıyor, iki altın halka parlıyor kulağında. “Bak” diyor ve devam ediyor, “Babamdan küpe istedim, getirdi. Kolye istedim getirdi, kolyeyi yitirdim ama. Yüzük istedim getirmedi. Ben arada ninemin yanına gittim, küçük köpek büyümüş, ben de büyümüşüm ama küçük köpek daha çok büyümüş, beni şalvarımdan çekip döndürdü.” Gülşen Turan geldiğinden beri ilk kez gülümsüyor. Kızının konuşması, gülmesi her ana gibi mutlu ediyor onu. “Buradan çıkınca yeni bir hayat kurmak çetin olacak. Çocuklarım birbirine yabancı. Sonra Sabahat hep kapalı yerde büyüdü, sağlıksız, çekingen…” Sabahat sözünü kesiyor anasının, gene pencereden denizi görmek istiyor, anası onu pencereye çıkarıyor. “Anne televizyondaki deniz böyle renkli değil. Bu deniz daha güzel. Anne ben bu denize giremem değil mi, televizyondaki çocuklarla oynayamam değil mi, onlar beni kumlarına sokmazlar değil mi?” Gülşen Turan, susuyor, sorusuna yanıt bulamayan Sabahat gözlerini dikmiş bana bakıyor: “Ben bir masal anlatacağım” diyor, “Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde ben ölmüşüm. Ama ölü ayaklarım nerede?” Canınızı acıttım mı? Benim de acıyor.
Source: Işıl Özgentürk
Nurcu vakfın devlet okulunda düzenlediği yaz Kuran kursu eleştirilere neden oldu: Cemaat okula taşındı
İstanbul Kâğıthane’deki Zuhal İlkokulu’nda, erkek öğrencilere yönelik yaz Kuran kursu düzenlendi. Etkinliği, kamuoyunda Nurcular cemaatiyle bağlantılı olduğu bilinen Hamidiye Kültür ve Eğitim Vakfı organize etti. Duyurularda Elifba, dualar, Kuran, siyer ve iman hakikatlerinin yanı sıra piknik, spor ve “sürpriz ödüller” vaat edildi. 30 Haziran-8 Ağustos arasında, hafta içi yapılacağı duyurulan etkinliğin, 4, 5, 6, 7 ve 8. sınıf erkek öğrencilere yönelik olduğu ifade edildi. Tüm Öğretmenler Birliği Sendikası (TÖBSEN) Genel Sekreteri Hizam Hasırcı, bu uygulamanın hem anayasaya hem de eğitimde laiklik ilkesine aykırı olduğunu ifade etti. “Devletin okullarında dini vakıfların faaliyet yürütmesi, açık biçimde laik eğitimi aşındırmakta” diyen Hasırcı, yalnızca erkek öğrencilere yönelik olmasıyla kursun ayrımcı bir uygulama haline geldiğini belirtti. Hasırcı, “Bu faaliyetler hem Tevhidi Tedrisat Kanunu’na hem de anayasanın eşit yurttaşlık ilkelerine aykırıdır” ifadelerini kullandı. Eğitimde cemaatlerin bu derece görünür hale gelmesinin sistematik bir dönüşüm olduğuna dikkat çeken Hasırcı, “Çocuklarımızı karanlığa teslim etmeyeceğiz” dedi. NURCULARIN ETKİSİ ARTIYOR Hamidiye Kültür ve Eğitim Vakfı, kendisini “ahlaki değerleri yaşatma” amacıyla tanımlasa da, faaliyetlerinde Risalei Nur külliyatı ve Said Nursi referanslarına sıkça yer verdi. Bu yönüyle, Nurcular cemaatiyle ideolojik yakınlık taşıdığı görüldü. Cemaatin Fethullah Gülen’den ayrı kalan kolları, son yıllarda vakıf ve dernekler üzerinden devlet okullarında varlık göstermeye devam etti.
Source: Ufuk Sepetci
Kim daha haklı?
İngiltere’de geçen günlerde Yüksek Mahkeme’ye bir çocuk tarafından yapılan başvuru, dikkatleri üzerine çektiği gibi ebeveyn hakları ve çocukların özerkliği hakkındaki tartışmaları da alevlendirdi. İngiltere’de doğup büyüyen, anavatan Gana’ya sadece tatillerde akraba görmeye giden çocuk, son seferde hasta olan babaannesini ziyarete gittiklerini sanmış, halbuki o gidişin dönüşü olmamıştı! Giderken bu planı açıklamayan aile onu Gana’da bir yatılı okula bırakmış, eğitimine artık orada devam edeceğini, akrabalarının da kendisine göz kulak olacağını söyleyerek gözü yaşlı çocuklarını arkada bırakıp, kendi gözyaşlarını da şüphesiz içlerine akıtıp İngiltere’ye geri dönmüşlerdi. İNGİLİZ YETKİLİLERE ULAŞTI Bu durum karşısında şok olan oğlan, ailesine de laf geçiremediği için çocuk aklıyla çareyi yasal yollarda aramakta bulmuştu. Adı S. diye geçen kahramanımız, ilk etapta Gana’nın başkenti Akra’daki İngiliz Yüksek Komisyonu’na e-posta göndererek “korkmuş ve çaresiz olduğunu, yardım istediğini” yazmış. Sonra da Sınırlarüstü Çocuk ve Aileler Kurumu aracılığıyla uluslararası aile hukuku avukatlarıyla tanışmış ve derdini Yüksek Mahkeme’ye taşımışlar. Anne ve babasının kendisine danışmadan aldığı bu karara itiraz eden S., “Cehennemde yaşıyor gibiyim, bunu hak etmiyorum, en kısa sürede İngiltere’ye, evime, eski okuluma dönmek istiyorum” demişti. Yeni okulunda kötü muamele gördüğünü, alışamadığını iddia eden çocuk dönmesi yolunda karar alınması için yalvarıyordu. TEHLİKELİ DAVRANIŞLAR… Yargıç ise S’nin gözünün yaşına bakmadı! Ailenin bir bildiği var, evladım otur oturduğun yerde diyerek çocuğun başvurusunu reddetti! Ancak “Ailendir döver de sever de, isterse kemiklerini de kırar” diyerek ret etmemişti, ailenin gerekçeleri ciddiydi. Gözü yaşlı anne, “oğlunun İngiltere’de hayatta kalabileceğine inanmadığını ve onun yıkımına” ortak olmak istemediğini” savunmuştu. Anne ve baba, mahkemede sadece S’nin “iyiliği için bu planı yapmak zorunda kaldıklarını, can güvenliğinden kaygılandıklarını; bir ceza değil, onu korumak için bir önlem olduğunu” ifade etmişlerdi. Ailenin avukatları ise çocuğun okulda devamsızlık yapmak, kaynağı açıklanamayan para bulundurma, yeni şeyler satın almak ve silah taşımak gibi tehlikeli davranışları olduğunu öne sürmüştü. Okul idaresinin de aynı şüphe ve kaygıları taşıdığını dile getirdi. Ayrıca avukat, ocak ayında bir otobüste bıçaklanarak öldürülen 14 yaşındaki Kelyan Bokassa cinayetine atıfta bulunarak bu tür sebepsiz cinayetlerin, bıçaklamaların “her ebeveynin en büyük kâbusu” olduğunu söyledi. Böylesi haberler son zamanda üst üste gelince ailelerinin yüreğini ağzına getiriyordu. Nitekim 15 yaşındaki Harvey Willgoose, 3 Şubat’ta lisede kalbinden bıçaklanarak öldürülmüş, aynı yaştaki bir çocuk okulda av bıçağıyla bir genci öldürdüğünü itiraf etmişti. İstanbul’da benzer bir şekilde nedensiz yere canice bıçaklanarak öldürülen, Mattia Ahmet Minguzzi’nin yürekleri sızlatan hikâyesini, acılı ailesinin çektiklerini yakından takip ediyoruz. Tehlikeyi hisseden ailenin, S’yi apar topar götürmesini anlasak da kendisi aynı fikirde değildi. “Bazı davranışlarının kötü olduğunu kabul etse de hiçbir zaman bir çetenin parçası olmadığını, ilgilenmediğini, dahil olan kimseyi tanımadığını ve bıçak taşımadığını” iddia etmişti. Dava, ebeveyn sorumluluğu çerçevesinde çocuklarını izni olmadan yatılı okula göndererek hukuka aykırı davranıp davranmadıklarına da odaklandı. Yargıç, “Bir çocuğu yetiştirecek en iyi kişi doğal ebeveyndir. Ebeveynin akıllı veya aptal, zengin veya fakir, eğitimli ya da cahil olması, çocuğun ahlaki ve fiziksel sağlığı tehlikede olmadığı sürece önemli değildir. Kamu otoriteleri doğayı iyileştiremez” değerlendirmesinde bulundu. Ailenin, “Gana’da eğitimine devam etmesini çocuklarına duydukları koşulsuz sevgiden kaynaklandığını, çocuğun en yüksek faydasını istedikleri aşikârdır” diyen yargıç, sonuç olarak “Karar, devletin hiçbir hâkimiyetinin olmadığı, ebeveyn karar alma sürecinin cömert kapsamı olarak gördüğüm alana giriyor. Buna göre ebeveynler benden övgü beklemese de tüm kanıtları duyduktan sonra oğullarının en iyi çıkarlarının nerede yattığına dair görüşlerini paylaştığımı bilmenin onlar için biraz olsun teselli olmasını umuyorum” dedi. Çocuğu temsil eden uluslararası aile hukuku avukatı ise kararının genç için gerçek bir şok ve düş kırıklığı olduğunu söylerken son zamanlarda benzer vakalarda artış gördüğünü vurguladı.
Source: Gülseren Tozkoparan Jordan
İşsizlik artıyor, emekçi 428 milyar liraya yaklaşan İşsizlik Sigortası Fonu’na ulaşmakta zorlanıyor: Fon işçiye değil patrona çalışıyor
İşsizlik yeniden artışa geçerken, İşsizlik Sigortası Fonu’nda biriken 427.4 milyar liralık kaynağın çok az bir bölümü emekçiye işsizlik ödeneği olarak veriliyor. Ödenek için başvuran 100 işçiden sadece 47’si bu ödeneği alabiliyor. Diğer yandan fondan işverenlere milyanlarca lira teşvik ve destek ödemesi yapılıyor. Fonda biriken paranın faizinden bile milyarlarca lira gelir elde ediliyor. CHP, işsizlik ödeneğinin daha ulaşılabilir olması ve miktarın artırılması için Meclis’e yasa teklifi sundu. İşsizlik Sigortası Fonu, yüzde 1 işçi, yüzde 2 işveren, yüzde 1 de devlet katkısından oluşuyor. İşçinin ücretinden her ay fona kesinti yapılıyor. Fon varlığı nisan itibariyle 427.4 milyar liraya ulaştı. 4 ayda işçi ve işveren primlerinden 68.9 milyar lira, devlet katkısından da 22.9 milyar lira gelir elde edildi. Fona 43.1 milyar lira da faiz geliri sağlandı. İŞÇİYE DEVEDE KULAK Bu devasa kaynağa karşın işçilere işsiz kaldıklarında verilen ödenek “devede kulak” kaldı. Bu yılın 4 ayında işsizlik ödeneği olarak 24.4 milyar lira ödendi. Buna karşın aktif işgücü programları için 14.2 milyar lira, işbaşı eğitim programları için 10.3 milyar lira aktarıldı. İşverenlere teşvik ve destek ödemeleri için ise fondan 26.7 milyar lira çıktı. BÜYÜK BÖLÜMÜ TAHVİLDE Nisan sonu itibarıyla fon varlığının yüzde 75.60’ı (323.1 milyar lira) tahvilde, yüzde 22.85’i (97.6 milyar lira) mevduatta ve yüzde 1.55’i (6.6 milyar lira) Takasbank Para Piyasası’nda değerlendiriliyor. CHP’DEN YASA TEKLİFİ CHP Manisa Milletvekili, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi Ahmet Vehbi Bakırlıoğlu, Meclis’e yasa teklifi verdi. Teklif ile İşsizlik Sigortası Fonu’nun işsizler için daha erişilebilir ve adil hale getirilmesi hedefleniyor. Bakırlıoğlu, fonda 428 milyar liraya yakın kaynak olduğuna, yalnızca bu yılın ilk dört ayında 43.1 milyar lira faiz geliri elde edildiğine dikkat çekti. Ancak fondan yapılan harcamaların büyük bölümünün işverene teşvik olarak verildiğine işaret eden Bakırlıoğlu, 2024 yılı boyunca işverene yapılan ödemelerin 71 milyar lira olduğunu, buna karşılık işsizlik ödeneği için yalnızca 45.7 milyar lira aktarıldığını söyledi. 100 KİŞİDEN 47’Sİ ALABİLDİ İŞKUR verilerine göre, nisan ayında 469 bin kişinin işsizlik ödeneği aldığını aktaran Bakırlıoğlu, “3 milyondan fazla işsizin yalnızca yüzde 15’i bu ödenekten yararlanabiliyor. 2024 yılında başvuran her 100 kişiden sadece 47’si maaş alabilmiş. Bu tablo, fonun kapsayıcılıktan uzaklaştığını net biçimde ortaya koyuyor” dedi. TEKLİFTE NE VAR ? Bakırlıoğlu’nun Meclis’e sunduğu yasa teklifi, işsizlik ödeneğine erişim için aranan şartların hafifletilmesini ve ödenek miktarının artırılmasını öngörüyor. Teklife göre, işsizlik ödeneği almak için gerekli olan son 3 yılda 600 gün prim ödeme şartı 360 güne indiriliyor. Ayrıca, ödenek bağlama oranı yüzde 40’tan yüzde 60’a çıkarılıyor. Bakırlıoğlu, bu düzenlemeyle fonun yeniden işsizler lehine yapılandırılmasını amaçladıklarını vurguladı. Bakırlıoğlu, şunları söyledi: “Bugün işsiz kalan milyonlarca yurttaşımız İşsizlik Sigortası Fonu’ndan faydalanamıyor. Oysa bu fon, işsiz kalınan günler için var. 500 milyar liraya yaklaşan bir fondan işsizler faydalanamıyor ama işveren her yıl teşviklerle destekleniyor. Ekonomik sıkılaşmanın istihdamı daraltacağı bir dönemdeyiz. Bu nedenle işsizlik ödeneğinin kapsamı genişletilmeli, aylık ödemeler artırılmalıdır. Bu kanun teklifini, işsizlerimizin geçim mücadelesine katkı sunmak ve sosyal devlet ilkesini hatırlatmak için verdik.
Source: Mustafa Çakır
Çocuklarda “pasif intihar” akımı! Türkiye”de de hızla yayılıyor
Yalnızlık hastalığı olarak nitelendirilen “hikikomori” akımı, Japonya”dan sonra Türkiye”de de kendini göstermeye başladı. Japonya”da “hikikomori”yi benimseyen 540 bin kişi, aylarca evlerinden çıkmıyor, toplumla hiçbir bağ kurmadan yaşıyor. Pandemi sonrası dijitalleşen yaşam tarzı ve bireyselleşme eğilimi izolasyon dalgasının tüm dünyaya yayılmasına neden oldu. Türkiye”de de gençler, sosyal medya platformlarında “evde olmak” temalı videolar paylaşmaya başladı. “BİR İŞE YARADIĞIM YOK”Bu içeriklerde bazı gençler; evde olmayı, oda dekorasyonları, kahve eşliğinde film izleme rutinleri ve yalnız geçirilen günlerin huzuru gibi temalarla romantize ederken, bazıları ise daha karamsar. Çağla Terim isimli kullanıcının “Odamdan çıkmıyorum, ders de çalışmıyorum. Bir işe yaradığım da yok” derken Berkin Özcan ise paylaşımında “Neler oluyor Evden dışarı çıkmak istemiyorum” ifadelerini kullandı”GENÇLER HAYATTAN KOPMUŞ DURUMDA”Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İçe kapanma sendromu olarak geçen hikikomori Türkiye”de de yaygınlaştı” uyarısını yaptı. Bu durumun “okula gitmeyi reddetmekle” başladığını belirten Tahan , “Bu bir tür pasif intihar, çünkü sosyal hayattan tamamen kopmuş durumdalar. Çocuklar sokakta değil, artık sosyal medyada çeteleşiyor. Kimlik karmaşası yaşayan gençler, burada beğeni alarak kendilerini değerli hissetmeye çalışıyor. Aile yapısı güçlü olan çocuklar, bu tür krizleri kolay atlatır” dedi.”AİLE BAĞLARI GÜÇLENDİRİLMELİ”Gençlerin, içe kapanmayı normalleştirdiğinin altını çizen Psikiyatrist Prof. Dr. Tanju Sürmeli şunları söyledi: “Hikikomori, kişinin dış dünyayla tüm bağını koparmasıdır. Sosyal medyada evden çıkmamayı cazip ve “havalı” gösteren içerikler, gençlerin içe kapanmayı normalleştirmesine yol açıyor. Sosyal medyada gerçek ilişkilerin önemi vurgulanmalı, aile bağları güçlendirilmeli.”ÇOCUKLARI SOSYAL MEDYA DEPRESYONA SOKUYORÇocukların sosyal medyada geçirdikleri süre onların depresyon riskini de artırıyor. Kaliforniya Üniversitesi”nin yaptığı ve JAMA Network Open dergisinde yayımlanan araştırmada sosyal medya kullanım süreleri ile yaşadıkları depresyon belirtileri arasındaki ilişki ortaya çıkarıldı. Üç yıl süren araştırmada, çocukların günlük sosyal medya kullanımı 7 dakikadan 73 dakikaya yükseldi. Aynı dönemde depresyon belirtileri de yüzde 35 oranında arttı. Araştırma ekibinden Dr. Jason Nagata, “Bulgularımız, sosyal medyanın depresyon gelişimine katkıda bulunabileceğini kanıtlıyor. Çocuklara sadece “telefonunu bırak” demek etkili değil, ebeveynler yargılayıcı olmayan bir iletişimle örnek olmalı” dedi.
Source: Www.star.com.tr
TBMM”ye dilekçe yağdırdılar: İntikam hakkı isteyenler de var
TBMM Dilekçe Komisyonuna gelen başvurular arasında intikam hakkının getirilmesi KADES uygulamasının erkeklerin kullanımına da açılması ve aralıklı oruç beslenme programının ülke genelinde yaygınlaştırılmasına yönelik faaliyetler yapılması talepleri dikkati çekti.
Vatandaşların parlamentoya ilettiği dilek ve şikayetleri inceleyen TBMM Dilekçe Komisyonuna, 28. Yasama Dönemi”nin başlangıcı olan 15 Mayıs 2023 ile 30 Mayıs 2025 tarihleri arasında 19 bin 531 başvuru yapıldı.
BAŞVURU SAYISI YÜZDE 63 ARTTI
Başvuru sayısı, geçen döneme göre yüzde 63 oranında artarak 19 bin 531 oldu. En çok başvuru çalışma hayatı ve emeklilik, adalet hizmetleri ve çevre yönetimiyle ilgili olurken, İstanbul, Ankara ve İzmir”den yapılan başvurular başı çekti.
Komisyona gelen günlük ortalama dilekçe sayısı bir önceki Yasama Dönemi”ne göre yüzde 63 artışla 26 olarak gerçekleşti.
Dilekçe Komisyonuna gelen başvuruların ilk sırasında yaklaşık 4 bin 192 dilekçeyle “çalışma hayatı ve emeklilik” yer aldı. İkinci sırada 3 bin 80 başvuruyla adalet hizmetleriyle ilgili konular, üçüncü sırada 2 bin dilekçeyle çevre yönetimine ilişkin konular bulunuyor.
EN ÇOK BAŞVURU İSTANBUL”DAN
Komisyona söz konusu dönemde en çok başvuru İstanbul”dan yapıldı. 4 bin 272 kişi ya da kurumun komisyona başvurduğu İstanbul”u, 2 bin 211 dilekçeyle Ankara, 1134 dilekçeyle İzmir takip ediyor. Bursa, Antalya, Kocaeli, Konya, Kayseri, Adana ve Mersin gibi büyükşehirler de en çok başvuru yapılan diğer iller olarak listede yer aldı.
Dilekçe Komisyonu Başkanlık Divanı, gerçekleştirdiği toplantılarda 9 bin 406 dilekçe hakkında karar verdi. Mevzuata uygun olmayan ya da mükerrer başvurular işlemden kaldırılırken, bazı dilekçelerin incelemesi devam ediyor.
“ARALIKLI ORUÇ İSTEYEN DE İNTİKAM HAKKI İSTEYEN DE VAR”
Komisyona gelen dilekçelerde ilginç talepler de yer aldı.
Bir vatandaş, tütün ve tütün ürünleri kullanan kamu personelinin, kullanmayanlara göre daha uzun mesai yapmasını talep ederken, bir kişi de gürültü yapan apartman sakinlerinin mahkeme veya icra yoluyla evlerinden tahliye edilmelerini istedi.
Komisyona başvuran başka bir kişi ise aralıklı oruç beslenme programının ülke genelinde yaygınlaştırılmasına yönelik faaliyetler yapılmasını talep etti.
Komisyona gelen ilginç veya dikkat çeken dilekçelerden bazıları şöyle:
“Yunus parklarının kapatılarak yunusların denize bırakılması, emeklilik sonrası eğitim seviyesini yükselten emeklilerin maaşlarının yeni duruma uyarlanması, trafik cezalarının araçların bedeli üzerinden belirlenmesi, 19 Kasım”ın “Dünya Erkekler Günü” olarak kutlanması, kadınların zorunlu askerlik hizmeti yerine geçecek zorunlu kamu hizmetinde bulunmaları, suçluların aile soy ağaçlarından çıkarılmaları, orman yangınlarının önlenmesi amacıyla ülke genelinde 5 yıl süreyle piknik yapılması ve mangal yakılmasının yasaklanması, senet düzenlemesinin kaldırılması, vegan hükümlülerin beslenme taleplerinin idare tarafından karşılanması, KADES uygulamasının erkeklerin kullanımına da açılması, suç mağdurlarına intikam hakkı tanınması.”
Bir vatandaş ise kendisinin alkollü içeceklere erişiminin engellenmesini talep etti.
Source:
Japonya”da başladı, Türkiye”yi de vurdu! Sessiz sedasız geliyor… Uzmanlar uyarıyor
Japonları evlerine hapseden hikikomori akımı, şimdi de Türkiye”de yayılmaya başladı. Yalnızlık hastalığı olarak nitelendirilen akımda gençler, paylaşılan videolarla sosyal hayattan izole yaşama teşvik ediliyor.
Yalnızlık hastalığı olarak nitelendirilen “hikikomori” akımı, Japonya”dan sonra Türkiye”de de kendini göstermeye başladı. Japonya”da “hikikomori”yi benimseyen 540 bin kişi, aylarca evlerinden çıkmıyor, toplumla hiçbir bağ kurmadan yaşıyor. Pandemi sonrası dijitalleşen yaşam tarzı ve bireyselleşme eğilimi izolasyon dalgasının tüm dünyaya yayılmasına neden oldu. Türkiye”de de gençler, sosyal medya platformlarında “evde olmak” temalı videolar paylaşmaya başladı.
“BİR İŞE YARADIĞIM YOK”
Bu içeriklerde bazı gençler; evde olmayı, oda dekorasyonları, kahve eşliğinde film izleme rutinleri ve yalnız geçirilen günlerin huzuru gibi temalarla romantize ederken, bazıları ise daha karamsar. Çağla Terim isimli kullanıcının “Odamdan çıkmıyorum, ders de çalışmıyorum. Bir işe yaradığım da yok” derken Berkin Özcan ise paylaşımında “Neler oluyor Evden dışarı çıkmak istemiyorum” ifadelerini kullandı.
“GENÇLER HAYATTAN KOPMUŞ DURUMDA”
ÜSKÜDAR Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İçe kapanma sendromu olarak geçen hikikomori Türkiye”de de yaygınlaştı” uyarısını yaptı. Bu durumun “okula gitmeyi reddetmekle” başladığını belirten Tahan , “Bu bir tür pasif intihar, çünkü sosyal hayattan tamamen kopmuş durumdalar. Çocuklar sokakta değil, artık sosyal medyada çeteleşiyor. Kimlik karmaşası yaşayan gençler, burada beğeni alarak kendilerini değerli hissetmeye çalışıyor. Aile yapısı güçlü olan çocuklar, bu tür krizleri kolay atlatır” dedi.
“AİLE BAĞLARI GÜÇLENDİRİLMELİ”
Gençlerin, içe kapanmayı normalleştirdiğinin altını çizen Psikiyatrist Prof. Dr. Tanju Sürmeli şunları söyledi: “Hikikomori, kişinin dış dünyayla tüm bağını koparmasıdır. Sosyal medyada evden çıkmamayı cazip ve “havalı” gösteren içerikler, gençlerin içe kapanmayı normalleştirmesine yol açıyor. Sosyal medyada gerçek ilişkilerin önemi vurgulanmalı, aile bağları güçlendirilmeli.”
Sosyal medyada gençler tarafından hikikomori akımı, yaygınlaşmaya başladı.
ÇOCUKLARI SOSYAL MEDYA DEPRESYONA SOKUYOR
Çocukların sosyal medyada geçirdikleri süre onların depresyon riskini de artırıyor. Kaliforniya Üniversitesi”nin yaptığı ve JAMA Network Open dergisinde yayımlanan araştırmada sosyal medya kullanım süreleri ile yaşadıkları depresyon belirtileri arasındaki ilişki ortaya çıkarıldı. Üç yıl süren araştırmada, çocukların günlük sosyal medya kullanımı 7 dakikadan 73 dakikaya yükseldi. Aynı dönemde depresyon belirtileri de yüzde 35 oranında arttı. Araştırma ekibinden Dr. Jason Nagata, “Bulgularımız, sosyal medyanın depresyon gelişimine katkıda bulunabileceğini kanıtlıyor. Çocuklara sadece “telefonunu bırak” demek etkili değil, ebeveynler yargılayıcı olmayan bir iletişimle örnek olmalı” dedi.
Source: Sevda Altunbaş
AKP’li belediyeden afişte ittifak kıyağı!
Elazığ”da Malatya yolu üzerindeki üst geçitler bir kez daha siyasi tartışmaların odağında. 2022 yılında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) eski Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu”nun Elazığ’a gerçekleştirdiği ziyaret öncesi CHP Elazığ İl Başkanlığı tarafından asılan “Elazığ’a Hoş Geldin” yazılı afişler, belediye ekipleri tarafından “üst geçitlere afiş asmak yasaktır” gerekçesiyle sökülmüştü.
CHP’YE YASAK OLAN MHP’YE SERBEST
Ancak Elazığ Belediyesi, bugünlerde aynı üst geçitlere asılan afişlere sessiz kaldı. Kurban Bayramı dolayısıyla, Cumhur İttifakı ortağı Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) “Yüce Türk Milletinin Kurban Bayramı Kutlu Olsun” yazılı afişleri, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin fotoğrafıyla birlikte aynı noktalara asıldı. Üstelik afişler sadece tek bir yöne değil, üst geçidin iki tarafına da yerleştirildi. Bu durum, CHP’ye yasak olanın MHP’ye serbest olmasına neden dikkat çekti. Vatandaşlar sosyal medyada belediyeye tepki göstererek, “Kural herkese eşit uygulanmalı. Yasaksa herkes için yasak, serbestse herkes için serbest olmalı” yorumları yaptı.
“BU AÇIK BİR SİYASİ KAYIRMADIR”
Muhalefet cephesinden gelen açıklamalarda ise, Elazığ Belediyesi’nin bu uygulamasının anayasal eşitlik ilkesine aykırı olduğu belirtildi. CHP’li yetkililer, “Bu açık bir siyasi kayırmadır. Belediyeler tüm siyasi partilere eşit mesafede durmak zorundadır” ifadeleriyle durumu kınadı.
Source: Evren Demi̇rdaş
Trump: Musk ile ilişkim bitti
ABD Başkanı Donald Trump, son günlerde tartışma yaşadığı Amerikalı milyarder iş insanı Elon Musk ın başkanlık makamına saygısızlık yaptığını savundu ve onunla ilişkisinin artık bittiğini düşündüğünü söyledi. Trump, Amerikan NBC News kanalına telefonla verdiği mülakatta, dünya kamuoyunun son birkaç gündür takip ettiği, Musk ile aralarındaki anlaşmazlıkla ilgili değerlendirmelerde bulundu. TRUMP MUSK İLE İLİŞKİSİNİ DÜZELTMEK GİBİ BİR NİYETİNİN OLMADIĞINI SÖYLEDİ Tesla ve SpaceX in sahibi Musk ile ilişkilerinin bittiğini düşünüp düşünmediği sorulduğunda Trump, Öyle olduğunu varsayıyorum, evet. yanıtını verdi. Trump ayrıca, kamuoyu önünde yaşanan tartışmaların ardından Musk ile ilişkisini düzeltmek gibi bir niyetinin de olmadığını belirtti. ABD Başkanı ayrıca, Musk ın Cumhuriyetçi adaylar karşısında Demokrat adaylara finansal destek vermesi durumunda ciddi sonuçlarla karşı karşıya kalacağını vurguladı. ÇOK SAYGISIZCA DAVRANDI Eğer bunu yaparsa sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak. diyen Trump, Bunun çok ciddi sonuçlarına katlanmak zorunda kalacak. diye ekledi. ABD li milyarder iş insanının Başkanlık makamına saygısızlık yaptığını da savunan Trump, yakın zamanda Musk ile konuşma gibi bir planının olmadığını dile getirdi. Trump, Musk ın açıklamalarını, Bence bu, çok kötü bir şey çünkü çok saygısızca davrandı. Başkanlık makamına saygısızlık edemezsiniz. diye yorumladı. MUSK EPSTEIN PAYLAŞIMLARINI SİLDİ Diğer yandan, Elon Musk ın, Trump ın Epstein dosyalarında isminin yer aldığını öne sürdüğü X paylaşımını sildiği ortaya çıktı. Musk ın sildiği paylaşımlar arasında, Trump ın isminin Epstein dosyalarında yer aldığını iddia ettiği paylaşımda yer aldı. Elon Musk ın söz konusu paylaşımı neden kaldırdığı bilinmezken, Beyaz Saray, Musk ın iddiasının doğru olmadığını açıklamıştı. Musk, ayrıca kamuoyunda Epstein dosyaları olarak bilinen ve kız çocuklarına cinsel istismar ve fuhuş ağı oluşturma suçlamalarıyla yargılanırken hapiste ölü bulunan milyarder Jeffrey Epstein davasına ilişkin dosyalarda ABD Başkanı Trump ın adının da yer aldığını öne sürmüştü. VANCE: MUSK BÜYÜK BİR HATA YAPTI ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, Beyaz Saray dan ayrılmasının ardından ABD Başkanı Donald Trump ile tartışma yaşayan Elon Musk ın Trump ın peşine düşerek büyük bir hata yaptığını savundu. ABD Başkan Yardımcısı Vance, Theo Von isimli Amerikalı komedyene verdiği röportajda, hem Musk ı eleştirdi hem de ikili arasındaki anlaşmazlığın büyütülmemesi gerektiğini söyledi. Vance, Musk ın Beyaz Saray daki görevinden ayrıldıktan sonra Trump ın peşine düşmesinin büyük bir hata olduğunu savunarak Musk ın duygusal davrandığını ifade etti. Elon Musk ın sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımları o anlık duygusal durumuyla ilişkilendiren Vance, Trump ile Musk arasındaki tartışmanın çok büyütülmemesi gerektiğini belirtti. Umarım Elon sonunda geri döner. Belki şu anda bu mümkün değildir çünkü çok sert bir tavır sergiledi. değerlendirmesinde bulunan Vance, Bakın bu tür durumlar herkesin başına gelebilir. Ben de son 24 saat içinde Elon Musk tan daha kötü bir şekilde sinirlerime hakim olamadığım bir durum yaşadım. yorumunu yaptı. TRUMP İLE MUSK ARASINDAKİ TARTIŞMA ABD Başkanı Trump, Beyaz Saray daki görevinden kısa süre önce ayrılan ve Kongre nin gündemindeki vergi kesintisi tasarısına yönelik sert eleştiriler yapan iş insanı Musk ın açıklamalarından büyük hayal kırıklığı duyduğunu belirtmişti. Trump, Elon ile çok iyi bir ilişkimiz vardı ancak artık bu ilişkinin iyi gidip gitmediğini bilmiyorum. Elon dan dolayı büyük hayal kırıklığına uğradım, halbuki ona çok yardım ettim. ifadelerini kullanmıştı. Trump ın açıklamalarına X hesabından karşılık veren Musk ise Ben olmasaydım Trump seçimi kaybederdi. Demokratlar, Temsilciler Meclisini kontrol ederdi ve Cumhuriyetçiler Senatoda 51-49 çoğunluğa sahip olurdu. yorumunu yapmıştı. Trump ın daha önceki hazine borç yükü ile ilgili X paylaşımlarına da atıf yapan Elon Musk, Bu adam bugün nerede? ve Büyük Çirkin Yasa, bütçe açığını 2,5 trilyon dolar daha artıracak! paylaşımlarını yapmıştı. Musk ayrıca, kamuoyunda Epstein dosyaları olarak bilinen ve kız çocuklarına cinsel istismar ve fuhuş ağı oluşturma suçlamalarıyla yargılanırken hapiste ölü bulunan milyarder Jeffrey Epstein davasına ilişkin dosyalarda ABD Başkanı Trump ın adının da yer aldığını iddia etmişti.
Source: Habertürk
Parka giden engelli kadını hüngür hüngür ağlattılar: Burası size uygun değil
İstanbul”daki Göktürk Göleti”ne ailesiyle birlikte giden engelli bir kadın, alana araçla giriş yapmak istediklerinde güvenlik görevlilerinin izin vermediğini ve engelli olmasına rağmen kapıda bekletildiğini iddia etti.Yaşadıklarını gözyaşları içinde anlatan kadın, “Göktürk Göleti”ne geldim. Araç çıkış yerinden geçmek istediğimizi görevlilere ilettik. Engelli olduğumu ve yürüyemediğimi söyledim. Eşim beni bırakabilsin diye rica ettik ama kapıyı açmadılar” ifadelerini kullandı. “BURAYA NİYE GELDİNİZ?” Kadın, güvenlik görevlisinin kendisine, “Burası size uygun değil, buraya niye geldiniz?” dediğini aktararak, “O kadar canımı yaktılar ki, sinirim çok bozuk. Polis çağırdım. Görevli, “Polis gelse de bir şey olmaz” dedi. Çocuklarımla birlikte geldim, kapıda kaldım” diyerek yaşadığı hayal kırıklığını dile getirdi.
Source: Abdullah Karlıdağ
Cenazede gassal skandalı! Vatandaşlar şikayet etti, tutuklandı
Söke Fehime Faik Kocagöz Devlet Hastanesi’nde görevli gassal Lokman Millet’in cenaze yıkama işlemleri karşılığında para aldığı şikayeti üzerine Söke Cumhuriyet Başsavcılığı harekete geçti. Söke Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Büro Amirliği ekiplerinin yürüttüğü çalışmada, güvenlik kamerası görüntüleri ile mağdur ve tanık ifadeleri incelendi. Şüpheli gassal hakkında “Rüşvet” suçundan adli işlem başlatıldı.Gözaltına alınan Lokman Millet, polisteki işlemlerinin ardından sevk edildiği adliyede tutuklanarak cezaevine gönderildi. Gassal Lokman Millet’in ilk ifadesinde, ‘Bağış’ adı altında para topladığını söylediği öğrenildi.
Source: Gazetevatan.com
Mirasını tüm evlatlarına eşit dağıtmayanlar hakkında yeni düzenleme
Türkiye”de yaşanan yüksek enflasyon, yeni nesillerin mülk sahibi olmasını giderek imkansız hale getirirken, taşınmazlarda yaşanan fiyat artışları özellikle kardeşler arasındaki “miras kavgalarının” da kızışmasına neden olmakta.Milyonlarca ailede yaşanan miras anlaşmazlıkları, özellikle bazı kardeşlerin diğerlerinden daha fazla pay almak için girişimlerde bulunmasına neden olurken, tapu sahibi anne ve babaların miraslarını eşit şekilde dağıtmamayı tercih etmesi sorunları içinden çıkılmaz bir hale sürüklüyor.
ANNE VE BABANIZ SİZE DAHA AZ MİRAS BIRAKIRSA NE YAPABİLİRSİNİZ?Özellikle ebeveynler, yaşlılık safhalarında kendileriyle yaşayan ve bakımlarını üstlenen çocuklara, mirastan daha fazla pay bırakmaya meyilli olabiliyor. Türk Medeni Kanunu”na göre, ebeveynler kendilerine ait olan mülklerin tapusunu, istedikleri evlatlarına devredebilme hakkına sahip. Bu nedenle bir anne ya da babanın, evlatlarının arasında eşit olmayacak şekilde pay dağılımı yapmasına kanuni bir engel bulunmamakta.ANNE YA DA BABA ÖLÜRSE MİRAS PAYI KARDEŞLERE BÖLÜŞTÜRÜLMEK ZORUNDABuna karşın, mirasa konu olan mülk, devir eden kişinin vefatı halinde evlatları arasında eşit pay edilmek zorunda. Bu tür davalarda zamanaşımı olmaması, 30 yıl önce bir çocuğuna devredilen dairenin, vefat durumlarında yeniden kardeşler arasında pay edilmesine neden olmakta.
Kardeşlerden biri, baba ya da anneyi ikna ederek mülklerini kendi üzerine geçirse bile, taşınmazları devir eden kişinin vefat etmesi halinde kardeşler dava açarak kendi paylarını geri alma hakkına sahip.Devir işleminin üzerinden 50 yıl dahi geçmiş olsa, bu tür davalara zamanaşımı uygulanmaması nedeniyle haksızlığa uğradığını düşünen evlat, asliye hukuk mahkemelerine başvurarak miras hakkını geri alabiliyor.
Source: Haber Merkezi
Saray”dan, Özgür Özel”e “kabadayılık” suçlaması: CHP”ye istikamet çizmeye çalıştı, yeni anayasaya destek istedi!
Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan”ın başdanışmanı Mehmet Uçum, sosyal medya hesabından yayımladığı yazısında CHP’yi hedef alarak “istikamet” çizmeye çalıştı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in İstanbul’daki İBB operasyonlarına ilişkin çıkışlarından rahatsızlık duyduğunu dile getiren Uçum, Özel’i isim vermeden “kabadayılıkla” suçladı. “KABADAYI REPERTUARI” DEDİ Uçum, İBB soruşturmasının ardından CHP’nin söyleminin hukuk dışına savrulduğunu iddia etti. CHP lideri Özgür Özel”in İstanbul Başsavcısı Akın Gürlek”e yönelik sözlerine tepki gösterdi. CHP’nin kullandığı dili “kabadayı repertuarı” olarak tanımlayan Uçum, bu tavrın siyasetteki statü kaybetme korkusunun bir tezahürü olduğunu ileri sürdü: “Bu tarz ve üslup statü kaybetme korkusu ve yüzleşmekten kaçınma olarak kabul ediliyor.” “POZİTİF HUKUK” DEDİ AMA… CHP yönetimini pozitif hukuku tanımamakla suçlayan Uçum, İBB soruşturmasındaki muamelelere ve iddianamesiz tutuklu yargılamalara ilişkin bir tek bir söylemedi. Uçum, Özel”i tutumundan dolayı eleştirirken son olarak hem İmralı sürecine hem de yeni anayasa destek vermesini istedi. Aslolan CHP’nin Terörsüz Türkiye ve Yeni Anayasa konusunda kendisinden beklenen tarihsel sorumluluğu yerine getirmesidir. Uçum’un paylaşımının tamamı şöyle: PAZAR YAZISI Kurban Bayramımız kutlu olsun. SUÇ İŞLEYEREK DEMOKRATİK MUHALEFET YAPILAMAZ! Politik hukuk açısından demokratik muhalefet; başta seçimler olmak üzere iktidarla her mecrada demokratik rekabet, alternatif politikalar, daha iyi için değişim talebi, ağır ve sert üsluplar da dahil demokratik eleştiri, demokratik toplantı ve gösteri gibi unsurlardan oluşan ve hukuk sınırları içinde kalan muhalif dil ve pratik olarak tanımlanabilir. Hal böyle iken özellikle İstanbul’da bazı belediyelere yönelik yolsuzluk ve terör soruşturmalarından sonra CHP yöneticilerinin dili ve pratiği demokratik muhalefetle tümden ilgisiz bir yere savruldu. En son örneği İstanbul Başsavcısı Akın Gürlek’e yönelik ölçüsüz, düzeysiz ve tehdit içeren sözlerde de görüldüğü gibi CHP yönetimi ağırlıklı olarak demokratik muhalefet pozisyonunu terk etmiş ve demokratik eleştiri dilinden vazgeçmiş görünüyor. Gerçi demokratik muhalefet dilini bundan önce ne ölçüde uygun kullandıkları da tartışılabilir. Bugün kasten tercih edildiği izlenimi veren ve siyasal iletişimde kabadayı repertuarı denebilecek bir üslup CHP yönetiminin diline hakim olmuş durumda. Aslında bu tarz ve üslup statü kaybetme korkusu ve yüzleşmekten kaçınma olarak kabul ediliyor. Oysa konu demokratik muhalefetse tehdit, hakaret, hukuka aykırılığa tahrik ve teşvik dilinin belirlediği bir muhalefet asla demokratik kabul edilemez. Böyle bir dil suç üretir ve kesinlikle demokratik siyasetin dili değildir. Siyasal tecrübeler gösteriyor ki eleştiri sınırlarını aşan yıkıcı muhalefet dili ve suç işleyerek muhalefet yapmak demokratik toplumda hiçbir zaman kitlesel karşılık bulmuyor. Suç işlemeyi esas alan bir muhalefet tarzıyla demokratik siyaset yapılamaz, demokratik seçimlerde ciddi bir iktidar seçeneği olunamaz. Yine pozitif hukukta değişim istemek başka bir şeydir, pozitif hukuku tanımamak bambaşka bir şeydir. Bu ikisi aynı çuvala sığmaz. Pozitif hukuku tanımayanların toplum nezdinde hem karşı çıktıkları hukuktan kaynaklanan hakları talep etmeleri meşru görülmez hem de değişim talepleri dikkate alınmaz. CHP yönetimi bu yalın gerçekliğin dahi farkında olmadığı yahut bunu önemsemediği izlenimi veriyor. Öte yandan elbette demokratik muhalefetin yapıcı eleştiri hakkı tartışılmaz. Ancak bunun pozitif eleştiri olması ve demokratik sisteme katkı yapması makul bir taleptir. Örneğin halka hizmet programının denetimine dönük eleştiri pozitif ve yapıcı bir eleştiridir. Veya bir yasama işleminin ya da bir yürütme kararının isabetli olmadığına ilişkin itiraz, doğru öneri de içeriyorsa katkı yapan eleştiri olur. Yahut uygulamaların yenilenmesine ilişkin eleştiriler yenilikle ilgili somut yaklaşım taşıyorsa ilerletici bir eleştiri olur. Yine diyelim ki dış politikaya ilişkin bir iktidar kararı hem destekleniyor hem de güçlendirilmesi için bir perspektif sunuyorsa dayanışma eleştirisi söz konusu olur. Sadece karşıtlık üzerine kurulu eleştiri yani salt negatif eleştiri dahi hukuk sınırları dışına çıkmadıkça demokratik muhalefetin gereği kabul edilir. Doğrusu buyken saldırganlık diliyle, suç sayılan söylemlerle, kışkırtıcılık yaparak, hedef göstererek yapılan muhalefetin hiçbir demokratik değeri olmaz. Böyle bir muhalefet tarzı demokrasi karşıtlığıdır. Bu muhalefet tarzıyla demokratik sistem içinde meşru bir konumda olmak mümkün değildir. CHP’nin mevcut temsil alanlarının, eğer demokrasiye inanıyorlarsa bir an önce demokrasi ve hukuk sınırları içinde muhalefet diline ve pratiğine dönmesi gerekir. Gün kişisel ajandalar üzerinden siyaset yapma günü değildir. Gün yolsuzluk iddialarını yok sayma günü değildir. Gün hukuku ve devleti karşıya alma günü değildir. Gün Terörsüz Türkiye’nin hayata geçmesine koşulsuz destek vermek ve Türkiye’ye tarihinde ilk kez tamamen halkın iradesiyle, halkın meşru temsilcileriyle ve halkın onayıyla yeni bir anayasa kazandırma günüdür. Aslolan CHP’nin Terörsüz Türkiye ve Yeni Anayasa konusunda kendisinden beklenen tarihsel sorumluluğu yerine getirmesidir.
Source: Haber Merkezi