Çiftçilerden tabutlu protesto
Şanlıurfa’nın Suruç ilçesinde çiftçiler, 2025 yılı sulama ücretlerine tepki göstermek amacıyla Toplu Gündeş Sulama Birliği önünde bir araya geldi. Pamuk için dönüm başına 2.900 TL, mısır için 2.175 TL, hububat için ise 1.160 TL olarak belirlenen yeni sulama ücretlerinin üretimi sürdürülemez hale getirdiğini vurgulayan çiftçiler, tepkilerini göstermek için “Suruç Çiftçisi Öldü” yazılı bir tabut taşıdı.
Eyleme Şanlıurfa Ziraat Mühendisleri Odası, Suruç Ziraat Odası, Şanlıurfa Barosu, Suruç Esnaf ve Sanatkarlar Odası, ziraat mühendisleri ve zirai ilaç bayi temsilcileri de destek verdi.
Çiftçiler, tabutu yaklaşık 2 kilometre taşıyarak Devlet Su İşleri (DSİ) 15. Bölge Müdürlüğü’nün nizamiye kapısı önüne bırakmak istedi. Ancak çevik kuvvet ekipleri çiftçilerin yürüyüşüne izin vermedi. Bunun üzerine çiftçi temsilcilerinden oluşan küçük bir grup, tabutu DSİ önüne götürerek tepkilerini dile getirdi. Grup daha sonra geri dönerek eylemi sonlandırdı.
Eyleme katılan çiftçiler, artan sulama ücretlerinin tarımsal üretimi imkansız hale getirdiğini belirterek, yetkililerden sulama ücretlerinin düşürülmesini ve çiftçilere destek sağlanmasını talep etti. Çiftçiler, taleplerinin karşılanmaması halinde eylemlerine devam edeceklerini duyurdu.
Source: Anka
Hastanede yığılma, Emniyet”te sağlık kontrolü…
İzmir Tabip Odası,doktorların Emniyet’eçağrıldığını ve sağlıkkontrolünün oradayapılmak istendiğiniaçıkladı. İzmir Tabip OdasıGenel Sekreteri Nuri SehaYüksel, “Hastanelerdeyığılmalar olunca gözaltımuayenesinin Emniyet’inbinasında yapılacağı söylendi.Uyarıları yaptık. Sağlıkkurumu dışında yapılan buişlemler yok hükmünde”diye konuştu. Yüksel,“Uyarımızda, gözaltında olankişilerin Emniyet’te muayeneedildikleri zaman hissettikleribaskı sebebiyle yaşadıklarıdurumu anlatamayacaklarınıve hekimin göreviniyapamayacağını söyledik. Üçbölgede görevlendirmeleryapılıp doktorlar Emniyetbinalarına gidiyor. Hemgözaltına alınanlar mağdurhem doktorlar” dedi.
Source: Ece İçmez
Kanada’da yaşayan Türkler meydanları doldurup birlik ve destek mesajı verdi: ‘Göç ettik ama terk etmedik’
Kanada’da Vancouver’daSanat Galerisi’ninönündeyiz. Küçükçocuklarıyla aileler,gençler, yaşlılar, birerikişer geliyorlar. EllerindeTürk bayrakları, sloganlarınyazıldığı pankartlar. İçlerindebelki en çarpıcısı: “Göç ettikama terk etmedik. YanındayızTürkiye.”Kimi 25-30 yıl önce göçetmiş kimi daha yeni. Bolcada öğrenci… Türkiye’dekigelişmeleri derin bir kaygıylaizleyen yaklaşık 400 kişilikbir grup bu. Konuşuyorumkimileriyle hepsinin tek isteğiözgür, demokratik, yaşanabilirbir Türkiye. İçlerinden biri, dünyacaünlü bilim insanımız Prof. Dr.Yusuf Altıntaş. Sohbet ettik.Oradakilerin bir anlamdasesi oldu. Söylediklerişöyle: “Yurtdışındayaşayan bizlerTürkiye’deki siyasi,ekonomik, deprem,sağlık, adalet, eğitim,terör ve diplomatikgelişmeleri yakından takipederiz. Deprem olduğundahepimiz ülkeye yardımseferberliğine koştuk.Türkiye terör saldırısınauğradığında lanetledik;diplomatik cendereyesokulmaya çalışıldığındadestek verdik. Ana vatandanhiç kopmadık ve kopmayacağız.Son gelişmeler iktidarınFETÖ’den kalma oyunlarlaadaleti, seçim kaybetmemekiçin muhalefetin üstüne saldırıaracı olarak kullanması bizleriçileden çıkarmış durumda.Sahtekârların, yandaşmafyanın, Hazine’yi soyanlarınhiçbirisine kendilerindenoldukları için kovuşturmayapmamış olan iktidar, özelolarak görevlendirilmiş savcılarve tuzaklanmıs mahkemeler,sahte şahitler, düzmecesuçlamalarla halkın seçtiğibelediye başkanlarınızindanlara tıktırdı. İktidar,artık milyonlarca seçmenihiçe sayan, hukuk-adaleteşitlik ilkelerini ayaklaraltına alan bir rejimhaline geldi. Yağmurunaltında yüzlerce kişininVancouver’daki protestosubu üzüntünün, ülkeyeolan bağlılığımızın göstergesidir.”Toronto, Montreal,Ottawa, Calgaryve Edmonton’da daprotestolar düzenlendi. Herşehirde protestocular, Türkmuhalefetiyle dayanışmalarınıifade etmek, İmamoğlu’nunserbest bırakılmasınıistemek ve Türkiye’deki artanotoriterleşmeye son verilmesiiçin bir araya geldi.
Source: Özlem Yüzak
Birleşmiş Milletler’in İsrail acziyeti
İsrail ordusunun 19 Ocak”ta varılan ateşkesi bozarak 18 Mart”tan bu yana düzenlediği saldırılarda öldürülen Filistinlilerin sayısı 792 oldu. İsrail”in 7 Ekim 2023″ten bu yana Gazze Şeridi”ne düzenlediği saldırılarda hayatını kaybedenlerin sayısı son 24 saatte 62 artarak 50 bin 144″e yükseldi. Katil İsrail”in soykırımını önlemeyen Birlemiş Milletler (BM) ise acziyetini bir kez daha gözler önüne serdi. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres”in, İsrail”in saldırılarını tekrar başlatmasının ardından örgütün, Gazze”deki mevcudiyetini azaltma kararı aldığı bildirildi. 80 BM ÇALIŞANI ÖLDÜRÜLDÜ Gazze”deki uluslararası personelin sayısının azaltılacağını ifade eden BM Genel Sekreter Sözcüsü Stephane Dujarric, halihazırda Gazze”de yaklaşık 100 uluslararası BM personeli bulunduğunu, bunların 30″unun oradan ayrılacağını bildirdi. İsrail 7 Ekim 2023″ten bu yana sürdürdüğü saldırılarda 280 BM çalışanını da katletti. BM şimdiye kadar ne kendi personelini koruyabildi ne de Gazze”deki soykırımı engelledi. ÇOCUKLARI KATLEDİYORLAR Öte yandan Middle East Eye sitesindeki analizde İsrail”in neden özellikle çocukları katlettiği ele alındı. Katil İsrail son bir haftadır Gazze Şeridi”nde 270″den fazla çocuğu öldürdü. Uzmanlara göre İsrail, Filistin”in geleceği ve hafızaları olduğu için çocukları özellikle katlediyor.
Source: Sabah
Yandaş medya
Yaşı yetenler veya yakın tarihimize dair kitap okuyanlar eminim hatırlar… 1958 yılında, iktidar partisi tarafından “vatan cephesi” icat edilmişti, toplumu kutuplaştırma kavramıydı, vatan cephesine üye olan vatandaşların isimleri radyodan tek tek okunmaya başlanmıştı.
Adı üstünde, cephe’ydi.
Sen bir cephedeysen, karşı cephedeki nedir, düşmanındır.
Vatan cephesine katılmıyorsan, e vatanın karşıtı ne, vatan hainiydin.
Zaten tek başına iktidar olan partinin lideri de açık açık bunu söylüyordu, hükümete itiraz edenleri “ehl-i salip camiası” ilan etmişti.
Nedir ehl-i salip?
Haçlı seferlerine katılan hristiyan topluluklardır.
Yani gayet açıktı, muhalefet, haçlı seferiydi, iktidara karşı çıkanlar, müslümanlara savaş açarak haçlı seferlerine katılan hristiyanlardı!
O yıllarda televizyon yoktu, cep telefonu yoktu, internet yoktu, gazetelerin toplam tirajı nüfusun yüz binde birine bile ulaşamıyordu, buna rağmen, namuslu gazeteciler mahkeme mahkeme süründürülüyor, gazeteler sansürleniyor, kapatılıyordu, Ankara Radyosu’ndan başka kitle iletişim aracı yoktu. Tek sesti. Tek parti iktidarının emrindeydi, borazanıydı. Radyo haberleri her sabah “muhalefetten istifalar ve vatan cephesine iltihaklar devam ediyor” anonsuyla başlıyordu. Sonra da gün boyunca haber bültenlerinde uzuuun uzun isim listesi okunuyordu.
Güya haber bülteniydi ama, vatan cephesine katılanların isimlerden başka haber okunmaz olmuştu. Buna rağmen, sabah, öğle ve akşam haberlerinin saatleri yetmedi, öğleden sonra “yurdun dört köşesinden haberler” diye yeni bir haber saati ilave ettiler, liste okumaya devam ettiler.
Ahali radyoyu ne zaman açsa, vatan cephesine katılanları dinliyordu, başka tek kelime duyamıyordu.
Mahalle baskısı devreye sokuldu, vatan cephesine katılmayanlara, sen niye katılmıyorsun diye hesap sorulmaya başlandı. Meclisteki kutuplaşma, Anadolu’nun kılcal damarlarına kadar, köylere kadar yayıldı.
Toplum cepheleşti.
Radyo sürekli açık tutulduğu için, aynı kahvehanede bile oturamaz hale geldiler, gittikleri kahvehaneleri ayırdılar. Dini siyasete alet eden imamlar yüzünden, aynı camiye gitmez oldular. Radyonun sesini inadına sonuna kadar açan esnaflar peydah oldu, aynı muhitte oturan insanlar aynı bakkala aynı manava gitmemeye başladılar, ticareti siyasete alet eden esnaflar yüzünden aynı kaldırımı bile kullanmamaya başladılar.
Komşuluk bozuldu.
Arkadaşlıklar bozuldu.
Akrabalar bozuştu.
Tarihimiz boyunca görülmemiş bir şey oldu, toplumu kasten, tasarlayarak, bilerek isteyerek bölen bu cepheleşme, aşıkları bile ayırdı, iki siyasi görüş arasında kız alıp vermeler bile bitti.
(Kendisine vatan, gerisine vatan haini diyen, kendisini müslüman, kendisi gibi düşünmeyenleri gavur ilan eden, toplumu bu iki temel hassasiyet üzerinden bölen iktidar partisi… Eşzamanlı olarak, topluma çaktırmadan, Amerikan üslerini, Amerikan uçaklarını, Amerikan füzelerini, vatan topraklarına monte ettiriyordu, vatanı ABD’nin kucağına oturtuyordu.)
Gına gelmişti.
Orantısız zekâ devreye girdi.
“Radyo İstasyonlarından Ajans Haberlerini ve Partizanca Neşriyatı Dinlemeyenler Derneği” kuruldu!
Evet… Genç okurlarım ironi yaptığımı düşünüp, inanmakta güçlük çekebilirler ama, avukat Bedri Çalışkur, üniversite öğrencisi Altınay Onat Aydınlı ve Fehmi Demirtaş isimli üç vatandaş tarafından, resmen, böyle bir dernek kuruldu.
Niye böyle bir şey yaptıklarını, amaçlarını duyurmak üzere, basın toplantısı düzenlediler, “memleketimizde ve dünyada neler olup bittiğini doğru şekilde öğrenmek istiyoruz, bu bizim en tabii hakkımız, fakat radyoyu açıyoruz, devamlı partizanca yayın dinliyoruz, devletin radyosu gayesinden ayrıldı, partizanca neşriyatı şiar edindi, radyo neşriyatından mağdur olan vatandaşlara bir teselli kaynağı olmaya çalışacağız, radyodan partizanlığın kaldırıldığı gün derneğimizi feshedeceğiz, yarından itibaren üye kayıtlarına başlıyoruz” dediler.
1 Aralık 1958’de kuruldular.
2 Aralık 1958’de kapatıldılar!
Demokrasiden bahsederken mangalda kül bırakmayan iktidar partisi, bir gün bile tahammül edemedi, anında kilidi vurdu. Derneğin merkezi, avukat Bedri Çalışkur’un Galata’daki yazıhanesiydi, anında mühürlendi. Yazıhanenin kapısına polis dikildi, giriş çıkış yasaklandı. Derneğin kurucuları derhal savcılığa sevkedildi, “ahlaka ve genel adaba aykırı davrandıkları” gerekçesiyle haklarında derhal dava açıldı, derhal yargılandılar, üçer lira sembolik para cezasına mahkûm edildiler, bu sembolik mahkûmiyet yaftasıyla bir daha böyle bir girişimde bulunmaları engellenmiş oldu, çünkü tekrar ederlerse neticesi hapis olacaktı.
İstanbul valisinin kapatma kararı, güç gösterisi yaparcasına, inadına “radyo”dan okundu… “Derneği kuran şahısların kasıt ve niyetleri suç mahiyetinde görülerek, Cumhuriyet Müddeiumumiliğine (savcılığına) tevdi olunmuştur, merkez telakki ettikleri yer, polis tarafından kapatılmak suretiyle menedilmiştir” denildi.
Yandaş radyoyu dinlememek suç olmuştu.
Yandaş radyoyu dinlememek, ahlaka ve genel adaba aykırıydı.
Günümüzün “yandaş medya” kavramı, işte budur.
Adalet isteyen milyonlarca vatandaş ellerinde Türk Bayrağı’yla sokağa dökülmüşken, Türkiye’nin tamamı Saraçhane olmuşken, milyonlarca vatandaş seçim bile olmadığı halde sandık başına gitmişken, bunları göstermeyen, sansürleyen televizyonlar, 1958 model, kutuplaştırma radyosudur. Eşzamanlı olarak… Bunları göstermek sanki suçmuş gibi, bunları gösteren televizyonlara ceza yağdırmak da, kendisine vatan, gerisine vatan haini diyen, kendisini müslüman, kendisi gibi düşünmeyenleri gavur ilan eden, toplumu bu iki temel hassasiyet üzerinden bölen zihniyetin, hortladığının kanıtıdır.
(Yandaş medyanın varlık sebebi, aslında zannedildiği gibi sadece iktidar değildir, şapşal gibi bunları muhatap alan, figüran gibi bunların programlarına konuk olan, gazeteci kisvesi altındaki saray fedailerini, kumpas tetikçilerini, kendi organizasyonlarına davet eden, yılışık muhalefettir.)
(Tüpçü medyaya boykot çağrısı yaparken, aslında o tüpçü medyanın en şöhretli yandaş gazetecisiyle yıllaaaardır sıkı fıkı olan, genel başkan seçilir seçilmez ilk telefonu o yandaş gazeteciye açarak, teşekkür eden, bunu unuttuğumuzu zanneden… Kafasına wax sürer sürmez koştura koştura yandaş medyaya röportaj vermeye giden, mesir macunlu röportajlarında namuslu gazetecilere iftira atan, bunun da unutulduğunu zanneden… Kendisini eleştirenleri gizli AKP’li olmakla suçlarken, aslında AKP trolleriyle abi-kardeş ilişkisi olduğu ortaya çıkan, en şöhretli AKP trolünü makamında ağırlayan, bunu bile hatırlamayacağımızı zanneden… İşporta muhalefetin topluma medya ahlakı öğretmeye kalkması, ekstra hazindir.)
Özetle… Dinlememe özgürlüğünü kullanarak, Radyo İstasyonlarından Ajans Haberlerini ve Partizanca Neşriyatı Dinlemeyenler Derneği’ni kuran, bizlere de seyretmeme özgürlüğü konusunda ilham veren, orantısız zekâyı, saygıyla anıyorum.
Source: Yılmaz Özdil
Doğum izni süresinde gerideyiz
Türkiye’nin demografik göstergeleri bir süredir alarm veriyor. Bir kadının doğurganlık çağında doğurabileceği ortalama çocuk sayısını ifade eden toplam doğurganlık hızı 2001 yılında 2,38 çocuk iken 2023 yılında 1,51’e geriledi. Doğurganlık oranının nüfus yenilenme hızı olan 2,10’un altına düşmesi, gelecekte nüfusun azalacağı anlamına geliyor. SORULARINIZ İÇİN: akivanc@haberturk.com Doğurganlık hızını yükseltmek amacıyla doğum yardımlarının artırılmasına ilişkin kanun teklifi TBMM Genel Kurulu gündeminde bulunuyor. Teklifin yasalaşmasıyla 1 Ocak 2025 tarihinden sonra doğan çocuklar için ilk çocukta tek seferlik 5.000 TL doğum yardımı yapılacak. İkinci çocukta 60 ay süreyle aylık 1.500 TL, üçüncü ve sonraki çocukların doğumunda ise 60 ay süreyle aylık 5.000 TL doğum yardımı yapılacak. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz başkanlığında Perşembe günü Nüfus Politikaları Kurulu ön hazırlık toplantısı yapılacak. Bu toplantıda iş yaşam dengesi korunarak kadın istihdamının artırılması ve doğum izinleri süresinin uzatılmasına yönelik çalışma yapılması bekleniyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, şubat ayında TBMM Kadına Karşı Şiddet ve Ayrımcılığın Önlenmesine Yönelik Meclis Araştırma Komisyonunda yaptığı açıklamada, doğum izninin artırılması ve işçi ile memur arasındaki farkları giderecek çalışmalara başladıklarını söyledi. DOĞUM İZNİNDE İŞÇİNİN GELİRİ DÜŞÜYOR Türkiye’de işçi ve memur kadınların doğumdan önce 8, doğumdan sonra 8 hafta olmak üzere toplam 16 hafta doğum izni bulunuyor. Doğum izni sırasında kadın işçilere Sosyal Güvenlik Kurumu’na (SGK) bildirilen günlük prime esas kazançlarının 3’te 2’si oranında iş göremezlik ödeneği veriliyor. Bu dönemde kadın işçilerin eline geçen net ücret önemli ölçüde azalıyor. Örneğin, asgari ücretle çalışan bir kadın işçiye aylık 16.181,20 TL olmak üzere 16 haftalık süre için toplam 64.724,80 TL ödeme yapılıyor. Net asgari ücretin 22.104,67 TL olduğu dikkate alınırsa, doğum izni sırasında asgari ücretli bir işçinin aylık geliri 5.923,47 TL azalıyor. Memur kadınlar ise fiili çalışmaya bağlı ödemeler hariç diğer mali haklarını ve sosyal yardımlarını analık izni süresinde almaya devam ediyorlar. DOĞUM İZNİNDE OECD VE AB ORTALAMASININ ALTINDAYIZ Türkiye doğum izni süresi bakımından OECD ve AB üyesi ülkelerin alt sıralarında yer alıyor. OECD’de annelerin ücretli doğum izni ortalama 18,4 hafta olarak uygulanıyor. Ayrıca çocuğun bakımı için anne veya baba tarafından kullanılmak üzere OECD’de ortalama 33,7 hafta ücretli ebeveyn izni kullandırılıyor. Doğum sonrası kullanılan ücretli izinlerin toplamı 52 haftaya ulaşıyor.Avrupa Birliği’nde ise annelerin doğum izni ortalama 21,5 hafta, ebeveyn izni de ortalama 45,2 hafta olmak üzere toplam 66,7 haftaya çıkıyor. Türkiye’de annelerin kullandığı doğum izni dışında ücretli ebeveyn izni bulunmuyor. Buna göre,Türkiye ve İspanya 16 haftalık süreyle ücretli doğum izni bakımından toplam 42 ülke arasında Meksika (12 hafta), İsviçre (14 hafta) ve İsrail’in (15 hafta) ardından sondan 39. sırada yer alıyor. Doğum izni ve ebeveyn izni süresi toplamı Slovakya’da 164 haftaya çıkarken Finlandiya’da 161, Macaristan’da 160, Bulgaristan’da110,4 haftaya ulaşıyor. Analık izninin hem işçi hem de memur kadınlar için uzatılması gündemde. Sürenin ne kadar uzatılacağı Nüfus Politikaları Kurulu’nun çalışması sonunda belli olacak. Ancak, tek başına sürenin uzatılması yeterli olmaz. Doğum izni sırasında ödenen ücretin de artırılması gerekir. YARIM ÇALIŞMA İZNİNE İLGİ AZALDI Ücretli doğum izninin bitiminden itibaren çocuğun bakımı ve yetiştirilmesi amacıyla işçi ve memur anneler ile üç yaşını doldurmamış çocuğu evlat edinen kadın veya erkek işçi ya da memurlara istekleri hâlinde birinci doğumda 2 ay, ikinci doğumda 4 ay, sonraki doğumlarda ise 6 ay süreyle haftalık çalışma süresinin yarısı kadar ücretsiz izin veriliyor. Çoğul doğum hâlinde bu sürelere otuzar gün ekleniyor. Çocuğun engelli doğması hâlinde izin süresi üç yüz altmış gün olarak uygulanıyor Bu dönemde işçiler ücretlerinin yarısını işverenden alıyorlar. İşsizlik Sigortası Fonu’ndan ise brüt ücretin yarısı kadar ödeme yapılıyor. Yarım çalışma döneminde asgari ücretle çalışan işçiler açısından gelir kaybı olmuyor ancak asgari ücretin üzerinde ücretle çalışan işçilerin ellerine geçen ücret düşüyor. Bu sebepten olsa gerek yarım çalışma izni benimsenmedi. 2017 yılında 2.352 kişi olan yarım çalışma izni kullanan işçi sayısı 2024 yılında 710 kişiye geriledi. İŞÇİ VE MEMUR ARASINDA EŞİTSİZLİK Kadın işçilere bir yaşından küçük çocuklarını emzirmeleri için günde toplam 1,5 saat süt izni veriliyor. Süt izni, analık izni sonrası 2 aydan 6 aya kadar süren yarım çalışma döneminin bitiminden itibaren başlıyor. Kadın memurlar da analık izin süresinin bitiminden itibaren ilk altı ayda günde 3 saat, ikinci altı ayda ise günde 1,5 saat süt izni kullanabiliyor. Eşi doğum yapan memur on gün babalık izni kullanabiliyor. İşçilerin babalık izni süresi ise beş gün ile sınırlı. İşçi kadınlar doğumdan sonra 6 aya kadar, memur kadınlar ise 24 aya kadar ücretsiz izin kullanabiliyorlar.
Source: Habertürk
İletişim Başkanı Altun”dan Özel”e sert cevap: Önce kendi evinizin önünü temizleyin
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, İstanbul Saraçhane”deki gösteriler esnasında CHP Genel Başkanı Özgür Özel”in yaptığı boykot çağrısına tepki gösterdi.İletişim Başkanı Altun, şunları kaydetti:””Ana muhalefet” genel başkanının birkaç gündür yaptığı, yerli ve milli markaları hedef alan sözde “boykot” çağrıları, ülkemizin huzur ortamını bozmaya, toplumsal kutuplaşma ve gerilim yaratmaya yönelik başarısız siyaset mühendisliği girişimlerinden biridir. Kendince ekonomiyi baltalama, kendi ideolojik saplantılarına destek olmayanları linçleme amacı taşıyan bu intikam girişimi, neyse ki milletimiz tarafından ciddiye alınmamakta, insanlarımız bu takıntılı düşmanlığa prim vermemektedir. Türkiye sosyolojisini okuyamadığını bu girişimle bir kez daha kanıtlamış olan CHP siyaseti, ülkemizde ayrımcılığı ve faşizmi körükleme amacına ulaşamadan bir kez daha başarısız bir performans ortaya koymuştur. Ayrıca belirtmek isterim ki “bizi görmüyorlar” diye devletimizin güzide kurumlarından TRT”ye, yerli ve milli çizgide yayın yapan medya kuruluşlarımıza saldıranların bir gün olsun Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan”ın konuşmalarını yayımlamayan muhalif medyaya söz söylediklerine şahit olmadık.Kendilerine samimi birkaç öneride bulunmak isteriz: Önce kendi evinizin önünü temizleyin. Önce kendi içinizdeki faşist ve ötekileştirici anlayışla yüzleşip bu ayrımcılığı bırakın. Şu nefret söylemine artık son verin. Önce biraz normalleşin, önce kendi içinizde büyüttüğünüz kin ve düşmanlıktan kurtulun. Aksi takdirde içine düştüğünüz bu fasit girdaptan kurtulamayacak, bu güzel ülke için, bu aziz millet için gerçek bir değer üretemeyeceksiniz. Bizden söylemesi.” İletişim Başkanı Altun”dan CHP”ye tepki: Sokak şiddetine zemin hazırlamak şuursuzluktur
Source: Www.star.com.tr
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz”dan CHP”ye tepki: İsrail soykırım yaparken hiç de boykot havasında değildiniz
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, HaberTürk TV canlı yayınında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu, soruları cevapladı.İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu”nun tutuklanmasına ilişkin soru üzerine Yılmaz, bu tutuklamada, yolsuzluk ve terör olarak iki boyut olduğunu söyledi.Bu durumun bir yargı süreci olduğunu, dosyanın içeriğine ve delillere bakmadan lehte ve aleyhte yorum yapılmasını doğru bulmadığını belirten Yılmaz, hukuka ve yargıya hep birlikte güvenmek gerektiğini ifade etti.Tutuklamanın “siyasi” olarak nitelendirilmesini son derece yanlış bulduğunu aktaran Yılmaz, ana muhalefet partisinin uzun süredir kendi içinde problem yaşadığını, yargı süreci vesilesiyle kendi içinde yaşadığı tartışmaları bir anlamda topluma mal etme çabası olarak gördüğünü dile getirdi.Yılmaz, şöyle devam etti:”Yolsuzluktan dolayı tutuklama kararı söz konusu. Dosyada terör boyutu da var. Terörden bir tutuklanma olsa bunun sonuçları farklı olacaktı tabii. Yolsuzlukla ilgili bir tutuklama olduğu için geçici bir tedbir olarak belediye meclisi kendi içinden birini seçecek, üyelerinden birini geçici başkan olarak seçmiş olacak. Böyle bir tedbir söz konusu. Çünkü mevcut durumda görevini ifa edebilecek durumda değil önceki başkan. Dolayısıyla bu tanımlanmış hukuki bir süreç. Ülkemizde ilk defa da böyle bir şeyle karşı karşıya değiliz. Hukukumuzda ne varsa o uygulanıyor. Bunu siyasi olarak nitelendirmek son derece yanlış. Belediye meclisinde de çoğunluğu CHP üyeleri oluşturuyor. Bu anlamda mesele partiler arası bir mesele değil.”- “OLMAYAN BİR SEÇİM SANKİ GÜNDEMMİŞ GİBİ BİR ALGI OLUŞTURULDU”Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz, ortada cumhurbaşkanlığı seçimi olmadığını, CHP”nin 2028″de yapılacak seçimler için şimdiden bir adaylık süreci oluşturduğunu söyledi.Muhalefetin, olmayan bir seçim için ön seçim yaptığını aktaran Yılmaz, “Bugün 2025 yılındayız, oldukça önemli bir süre var önümüzde. Niye bu acele o zaman? Bir aday olma acelesi niye? Herhalde şunu demek için diye tahmin ediyorum, “aday olduğum için bu yapıldı” demek için bir adaylık atmosferi oluşturuldu. Bununla bir algı oluşturuldu. Olmayan bir seçim sanki gündemmiş gibi bir algı oluşturuldu. Şu anda ön seçim yapacak, adaylık ilan edecek bir şart yok ortada.” diye konuştu.Söz konusu sürecin Türkiye”ye ekonomik maliyeti sorulan Yılmaz, sokakların marjinal guruplarla terörize edildiğini, demokratik protestonun çok ötesine giden manzaralarla karşı karşıya kalındığını ifade etti.Yılmaz, hukuk devletine ve demokrasiye saygı duyanların tepkisini de eleştirisini de demokrasi içinde ifade etmesi gerektiğini, kaos görüntüsü oluşturma, sokakları terörize etme, Türkiye”de kargaşa ve istikrarsızlık havası oluşturma gayretlerinin sorumsuz bir siyaset anlayışının sonucu olduğunu dile getirerek, oluşturulan kargaşa ve güvenlik probleminin ekonomiyi de belli oranda etkilediğini ifade etti.Dış dünyaya, Gezi benzeri Türkiye”de bir hareketlilik oluşturma, bunun üzerinden istikrarı bozma, kargaşa havası oluşturma ve bunun da ekonomiye olumsuz etkisini meydana çıkarma gibi bir mesaj verilmek istendiğine işaret eden Yılmaz, “Bunun böyle olmadığı kısa sürede zaten görülmüş oldu. Çok dar, marjinal gruplar dışında böyle bir şey söz konusu değil. Kısa süre içinde ben onların da o görüntülerin de ortadan kalkacağını düşünüyorum. Ülkemizde huzur var istikrar var. Bunu bozmaya da hiç kimsenin hakkı yok. Bu ülkenin istikrarı ve ekonomisiyle ilgili iktidarıyla, muhalefetiyle herkesin bir sorumluluk hissetmesi gerekiyor.” dedi.- “NİYE ERKEN BİR SEÇİM YAPILSIN? TÜRKİYE”DE SEÇİM YAPILDI”Cevdet Yılmaz, bu yargısal sürecin sadece Cumhuriyet Halk Partili belediyeler üzerinden işletilmesine ilişkin söylemleri de değerlendirerek, kim suç işlemişse, kiminle ilgili bir dosya varsa yargının buna “iktidar, muhalefet” demeden bakmak durumunda olduğunu vurguladı.Yargının baktığı hususların bir çoğunun CHP”nin kendi içinden gelen şikayetler ve ihbarlar olduğuna dikkati çeken Yılmaz, “Kim suç işlerse işlesin, ister iktidar belediyesi olsun ister muhalefet olsun o kişilere, o yönetimlere hesap sormak durumundayız.” ifadesini kullandı.Hiç kimsenin suç işleme ayrıcalığı olmadığını dile getiren Yılmaz, ama herkesin de hukuk düzeni içinde kendini sonuna kadar savunma hakkı olduğunu vurguladı.Yılmaz, yaşanan sürece bakıldığında, sosyal medyada önceden hazırlıklar yapıldığını, ortada sistematik şekilde toplumu yönlendirmeye dönük bir çaba olduğunu düşündüğünü söyledi.Siyasetçilerin insanları sokağa çağırırken çok dikkat etmesi gerektiğini vurgulayan Yılmaz, Türkiye”de geçmişte bu tarz durumlar yaşanırken hayatını kaybedenler ve yaralananlar olduğunu, bu nedenle sokakta protestonun belli bir hukuk düzeni içerisinde yapılması gerektiğini dile getirdi.Erken seçime yönelik söylentilere ilişkin soru üzerine Yılmaz, “Niye erken bir seçim yapılsın? Seçim yapıldı Türkiye”de. Halk gitti demokratik bir şekilde, Cumhurbaşkanımız yüzde 52 oyla seçildi. Karşısında 6 partinin olduğu bir seçimde gayet herkesin demokratik olarak yarıştığı, özgür, adil bir seçimle Cumhurbaşkanımız seçildi. Ne için şu anda erken seçim yapalım? Sırf CHP istiyor diye memlekette niye seçim olsun?” şeklinde konuştu.Cari açığın tarihi düşük seviyelerde olduğunu ifade eden Yılmaz, bütçe açığının deprem harcamalarına rağmen yüzde 5″ler civarında ve kontrol altında olduğunu söyledi.Yılmaz, Merkez Bankasının rezervlerinin de oldukça yeterli seviyelerde olduğunu vurgulayarak, ciddi anlamda bir rezerv birikimi sağlandığını belirtti.Dünyadaki ve bölgedeki şartlara rağmen geçen yıl yüzde 3,2 büyüme kaydedildiğini ve bu büyümenin devam ettiğini dile getiren Yılmaz, “İstihdamımız artıyor, işsizliğimiz tek haneli rakamlarda. Enflasyon oranımız da yüzde 75″lerden yüzde 39″lara kadar, geçen yılın ortalarından bugüne bir düşüş eğilimi var. Bankacılık sistemimiz sağlam. Bankalarımızın sermaye yeterlilik oranları sağlam. Dolayısıyla temellerimiz güçlü ve sağlam.” diye konuştu.Yılmaz, İstanbul Büyükşehir Belediyesine yönelik soruşturmanın ekonomiye yansımalarına ilişkin soru üzerine, “Tabii ki etkilendik. Borsa düştü. Kurda Merkez Bankamızın ve diğer kurumlarımızın çabalarıyla nispeten ilk gün biraz bir hareketlilik oldu ama dün, bugün baktığımızda oldukça istikrarlı yine belli bir seyre gelmiş durumda.” değerlendirmesini yaptı.Faiz oranlarında ve risk algılarında bir miktar etkilenmelerin de olduğunu belirten Yılmaz, “Bunun üzerinden belki bütçeye bir miktar, yani bu dönem borçlandıysanız onun faiz yükü bir miktar bütçe etkisinden bahsedebilirsiniz. Bunları abartmayalım bence. Bunlar üç günlük, beş günlük, bir aylık neyse etkiler sonuç itibarıyla.” ifadelerini kullandı.Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan”ın ekonomik programa çok açık ve net bir desteği bulunduğunu vurgulayan Yılmaz, programın arkasında siyasi iradenin ve toplumsal bir sahiplenmenin olduğunu, dolayısıyla bu etkilerin dönemsel, kısa vadeli ve sınırlı etkiler olarak kalacağını değerlendirdi.Yılmaz, 25 milyar dolarlık bir rezerv kaybından bahsedildiği iddialarına ilişkin, şunları söyledi:”Rezervlerde belli bir kayıp oldu. Merkez Bankamız da gerekli bazı proaktif olarak birtakım aksiyonlar aldı. Sermaye Piyasası Kurulumuz ve diğer ilgili kuruluşlarımız da. Çok da doğru yaptılar. Burada piyasadaki geçici dalgalanmaları engellemeye dönük, istikrarı korumaya dönük belli kurumlarımız belli adımlar attılar. Bunlarda bir tanesi de faiz aralığının genişletilmesiydi. Bunlar geçici. 3 gün-5 gün diyelim. Sıcak hadiseyi, etkilerini kontrol altına almak için yapılan, atılan adımlardı. Böyle uzun vadeli sürdürülen ve etki doğuran hadiseler değil. Bu dönemin tabii ki belli oranda etkisi olacaktır ama bunu 3 gün yaşanan bir şeyin maliyetini bir yıllık olarak hesaplamak doğru bir şey değil. Çok abartılı bir etki beklemiyorum.”- “EKONOMİ HEPİMİZİN EKONOMİSİ”CHP Genel Başkanı Özgür Özel”in bazı firmalara yönelik boykot çağrısı yaptığının hatırlatılması üzerine Yılmaz, şunları kaydetti:”Aynı siyasetçiler, İsrail bir soykırım yaparken hiç de boykot havasında değillerdi. Üstelik yabancı birtakım şirketlere karşı. Ama kendi şirketlerimize, milli yerli şirketlerimize bir boykot çağrısı yapılmasını da ben çok tehlikeli ve zararlı bir söylem olarak görüyorum. Bir dönemin yeşil sermaye tartışmalarını da anımsatan bir yaklaşım. Yani sermayeyi ideolojik olarak kendince bölerek, bir grup sermayeyi düşmanlaştırma. Bu Türkiye”ye bir iyilik değil. Türkiye”nin gelişmesine, kalkınmasına destek verecek bir yaklaşım değil.Bu sorumsuz bir siyaset gerçekten. O şirketlere verdiğiniz zarar, orada çalışan insanlara da zarar veriyorsunuz. Türkiye”nin üretimine zarar veriyorsunuz. Türkiye”nin milli kaynaklarına zarar veriyorsunuz. “Hükümete zarar vereyim de ekonomi batsın. Hükümete zarar vereyim de bu ülke yansın ne olursa olsun” gibi bir siyasi anlayışı herhalde hiçbirimiz kabul edemeyiz. Böyle bir sorumsuz siyaset anlayışı olmaz hakikaten. Ekonomi hepimizin ekonomisi. Bu ülke yansın ne olursa olsun gibi bir siyasi anlayışı herhalde hiçbirimiz kabul edemeyiz. Böyle sorumsuz bir siyaset anlayışı olmaz.”Terör örgütü PKK”ya yönelik silah bırakma çağrısı ile ilgili sürecin olumlu ilerlediğini söyleyen Yılmaz, “Birileri bu işlere müdahale etmeden kendi aramızda, kendi içimizde bu süreçleri başarılı bir şekilde yürütmemiz hepimiz için en doğrusu.” dedi.DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan”ın “Öcalan”ın kongreye katılabileceği bir mekanizma oluşturulmalı” ifadeleri ile ilgili değerlendirmesi sorulan Yılmaz, şunları kaydetti:”Devletin yetkili kurumları var. Bir mesaj iletilmesi gerekiyorsa devletin yetkili kurumları bu konularda zaten gereğini yaparlar. Bu süreci zaten belli kurumsal bir yapı içinde, devlet kendi titizliği içinde sürdürüyor ama DEM Parti”nin siyasi bir parti olarak yapması gereken, işte nasıl Sayın Bahçeli bakın “Bir an önce yapın” diyor bu kongreyi, “Bir an önce toplayın ve karar alın” diyor. Bu, bu çok kıymetli bir şey ama aynı şeyi DEM Parti”den duymuyoruz mesela. Niye DEM Parti bunu söylemiyor? Bir defa bence başkalarına görev ve sorumluluk yüklemek yerine önce dönüp kendilerine bir bakmaları lazım. “Biz ne yapıyoruz” demeleri lazım. Bu süreçte olumlu bir katkıda bulunmak istiyorlarsa yapmaları gereken, terör örgütüne çağrı yapıp bir an önce kongrenizi toplayın ve bu kararı alın demeleridir. Önce üzerlerine düşeni yapsınlar.”Cevdet Yılmaz, DEM Parti heyetinin tekrar bir talepleri olduğu ve İmralı ziyaretine izin verilmediği iddialarına dair, “Benim bilgimde olan bir ziyaret yok. DEM Parti zaten ziyaretini yaptı biliyorsunuz. Görüşmeler yaptılar, gerekli mesajları istişare ettiler, tekrar götürdüler ve en son bir mesaj geldi oradan. Şimdi artık aynı şeyi defalarca konuşmanın bir anlamı yok takdir edersiniz ki. Terör örgütünü kuran kişi terör örgütüne, “Kongrenizi toplayın ve feshedin” dedi. Önce bunu görmemiz lazım.” diye konuştu.- “SURİYE”DE BİRLİK İSTİYORUZ”Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz, SDG ile yönetim arasındaki anlaşmanın uygulanmasının önemli olduğunu dile getirdi.Yılmaz, “Suriye”de birlik istiyoruz biz. Bütün etnik grupların, dini grupların, mezheplerin bir arada yaşadığı parçalanmamış bir Suriye, bütünlüğü olan bir Suriye. Bu bizim çıkarımıza, menfaatimize olduğu gibi insani olarak da en doğrusu bu.” ifadesini kullandı.Suriye”de bütün kesimleri dahil eden bir hükümet kurma çabası olduğunu belirten Yılmaz, şöyle devam etti:”Bu olumlu bir şey. Orada da birtakım provokatif hadiseler yaşadık. Onun üzerinden Türkiye”de birtakım provokasyonlar yapmaya çalışanlar oldu ama devletimizin gücü, milletimizin ferasetiyle biz bunları her zaman aşarız diye inanıyorum. Suriye”de de biz, orada yaşayan Kürtlerin her türlü hakka hukuka sahip olması gerektiğine inanıyoruz ama Türkiye için bir tehdit oluşturan bir terör yapılanmasına da hiçbir şekilde müsamaha edemeyiz. Ona da hiçbir şekilde olumlu bakamayız. Dolayısıyla bizim politikamız açık. Suriye”nin kendi içinde herkesin eşit haklara sahip olduğu, ülkeleri içinde istikrarlı bir şekilde daha müreffeh bir Suriye için çalıştıkları bir ortam oluşmalı.”Amerika Birleşik Devletleri”nin PYD”ye verdiği destek ve İsrail”in Türkiye”nin Suriye”deki yeni dönem ilişkilerini bir risk olarak görüp görmediğine ilişkin soruya Yılmaz, şu karşılığı verdi:”Trump”la Sayın Cumhurbaşkanımız arasında bir telefon görüşmesi oldu. Oldukça da olumlu bir telefon görüşmesi olduğunu her iki taraf da teyit ediyor. Dolayısıyla zaten önceden de Sayın Cumhurbaşkanımız ile Sayın Trump”un hukukları var. Dolayısıyla yeni değil yani ikisi de birbirlerinin tarzlarını da yaklaşımlarını biliyorlar. Oldukça olumlu bir görüşme olduğunu ifade edebiliriz. Tabii önümüzdeki süreçlerde Amerikan dış politikasının daha fazla ete kemiğe büründüğünü göreceğiz. Yeni bir yönetim, geçmiş bazı ifadelerden şu sözden, şu cümleden birtakım yorumlar yapılıyor ama sonuçta hükümetlerin somut politikaları, sahaya yansıyan somut tercihleridir esas olan. Bu çerçevede ilişkilerimizi sürdüreceğiz. Sonuçta iki NATO üyesi ülkeyiz. NATO içinde Türkiye”nin konumu tartışılmaz bir yerde. Dolayısıyla Amerika Birleşik Devletleri ile sadece güvenlik alanında değil ekonomide, ticarette, başka konularda da ilişkilerimizi bundan sonra sürdüreceğiz. Burada bölgemizde en büyük risk unsuru az önce bahsettiğiniz, İsrail”in Gazze”deki insanlık dışı saldırıları. Maalesef yine ateşkes bozuldu.”- “TÜRKİYE BARIŞTAN YANA”Ukrayna-Rusya Savaşı”ndan Etiyopya-Somali arasındaki gerilime kadar birçok konuda Türkiye”nin barıştan yana tavır sergilediğini belirten Yılmaz, “Türkiye barıştan yana, istikrardan yana, savaşlara karşı, uzlaşma arayışına destek veren bir ülke konumunda” ifadesini kullandı.Cevdet Yılmaz, CATSA yaptırımları ve F-35 programı ile ilgili, “Biz, NATO”da müttefik olan iki ülke arasında yaptırıma kesinlikle olumlu bakmıyoruz tabii. Bu yaptırımların kaldırılması gerektiğine inanıyoruz. Mutlaka bir araya gelindiğinde bütün bu konular görüşülecektir.” açıklamasını yaptı.Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine de değinen Yılmaz, Avrupa Birliği”nin Türkiye için hala stratejik bir hedef olduğunu vurgulayarak, “Avrupa Birliği bizim için hala stratejik bir hedeftir tam üyelik” dedi.Cumhurbaşkanı Yardımcısı Yılmaz, Kıbrıs konusunda, Türkiye”nin Adadaki iki halkın da haklarını koruyan, iki devletli bir çözümden yana olduğunu yineledi. “Biz iki devletli bir çözümü savunuyoruz” diyen Yılmaz, bu çözümün adadaki istikrarın ve güvenliğin sağlanmasına katkıda bulunacağını ifade etti.Emeklilerin bayram ikramiyelerine ilişkin ise Yılmaz, şunları kaydetti:”Keşke emekli sayımız daha az olsaydı da mevcut emeklilerimize daha fazla imkan sunabilseydik. 16 milyonu geçen bir emekli sayımız var. Burada aldığımız her karar çok büyük sonuçlar doğurur ama biz her zaman emeklimizi de anlıyoruz, yaşam şartlarını anlıyoruz. Dolayısıyla inanın imkanlarımızı sonuna kadar zorlayarak bu adımları atıyoruz. Önümüzdeki dönemde bu enflasyondaki düşüş devam ettikçe, daha istikrarlı bir ortam oluştukça, mali alanımız oluştukça emeklilerimizin yanında olmaya devam edeceğiz.
Source: Www.star.com.tr
Türkiye”nin AB Daimi Temsilciliği”nde bir araya geldiler
Türkiye”nin AB nezdinde Daimi Temsilcisi Büyükelçi Faruk Kaymakcı”nın ev sahipliğinde yapılan yuvarlak masa toplantısında, doğum oranlarının düşmesi, nüfusun yaşlanması gibi Avrupa”nın demografisindeki son eğilimler ve bunların ekonomiye olası etkileri ele alındı.AB Komisyonunun Nesiller Arası Adalet, Gençlik, Kültür ve Spordan sorumlu üyesi Glenn Micallef”in kabine üyesi Desa Srsen de etkinliğin açılışında söz alarak, AB ülkelerindeki nüfus azalışının geleceğe somut yansımaları olacağını söyledi.”Örneğin tarımı ele alalım. Bu alanda yetişen çocuklarımız olmazsa, gelecekte Avrupa”da tarım olmayacak, gıda güvenliğimiz olmayacak” değerlendirmesini yapan Srsen, “Bana göre genişleme, muhtemelen en önemli kuşaklararası projedir.” dedi.UNFPA Doğu Avrupa ve Orta Asya Bölge Direktörü Florence Bauer de “Bu, tüm gezegeni etkileyen büyük, mega trendlerden biri ve toplumlar, ekonomiler ve çevre üzerinde gerçekten etkisi var. Özellikle Avrupa”da bunun benzeri görülmemiş bir değişime yol açacağını biliyoruz.” diye konuştu.Bauer, ülkelerin demografik trendleri etkilemek istediklerini ancak aynı zamanda bu değişimlere uyum sağlamaları gerektiğinin altını çizdi.Konuşmacılar arasında AB Komisyonunun Akdeniz”den sorumlu üyesi Dubravka Suica”nın kabine üyesi Marco La Marca, AB İstatistik Kurumu Genel Müdürlüğü DG ESTAT”ın Nüfus ve Göç İstatistikleri Birimi Başkanı Susanne Taillemite, Avrupa Politika Merkezi (European Policy Center) düşünce kuruluşunun Müdür Yardımcısı Elisabeth Kuiper yer aldı.Toplantıya ayrıca AB”ye aday ülkelerden Arnavutluk”un AB nezdindeki Büyükelçisi Ferit Hoxha, Gürcistan”ın Büyükelçisi Vakhtang Makharoblishvili, Kosova”nın Büyükelçisi Agron Bayrami, Kuzey Makedonya”nın Büyükelçisi Zülfi İsmaili, Moldova”nın Büyükelçisi Daniela Morari, Karadağ”ın Büyükelçisi Petar Markoviç ve Ukrayna”yı temsilen Diplomat Serhiy Tereshko da katıldı.
Source: Www.star.com.tr
Mustafa Sabri Beşer yazdı… Secdeye postal, hafızaya put: İşte onların tarihi!
Siyonistler Mescid-i Aksâ”nın avlusuna postallarıyla girerken ne hissediyorsak, CHP”nin askerleri Saraçhane”de Şehzadebaşı Camii”ne girerken de onu hissettik.Mabet bilmez, edep tanımaz, kutsala saygısız bir ruh hâli bu!Biri Siyonizm”den beslenir,Öteki Kemalizm”den…Bir hırsızı savunur gibi görünüyorken aslında ne istiyorlar?CHP başkanı, bir saldırgan gibi konuşarak neyi çağırıyor?İstedikleri, çağırdıkları tarafımızca malum.27 yıllık ata sporu antrenmanı yapıyorlar!Bakalım mı arzuladıkları o ata sporunun sahnesine:Devlet dediler; ama göğsünde beslediği inkârın adı inkılap oldu.Bir milleti yeniden kurduklarını iddia ettiler; ama yıktıkları sadece saltanat değil, sarsılmaz bir imanın asırlık kubbesiydi.Dillerinde “ilerleme”, ellerinde balyoz…Vurdukça din sustu, bastıkça kalp ezildi.1923Bir şey geldi.Medeniyetin kalbini İstanbul”dan alıp, suni bir başkente taşıdı.Meclis kürsüsünde alkışlar yükselirken, cami avlusuna hüzün çöktü.Kelimeler hüküm sürdü; hilafet belirsizliğe itildi.1924Miladını inkârla çizdi.Ümmetin başı gönderildi; Kur”an”a bile yol arkadaşı edilmeden.Allah adına konuşanlar susturuldu.Din, devletin notalarında bir flüt melodisine dönüştürüldü: içi boş, sesi hoş.Medrese, ocağında ilim pişen bir mabetken, külhane sayıldı.Ve bir gece, millet ezansız sabaha uyandı.1925Başlar açıldı.Ama o açılan başlar, düşünmeye değil, secdeden çevrilmeye açıldı.Takrir dediler; susmak zorunda kalan Allah”ın kelamıydı.Bir milletin üzerine fötr giydirildi; alnından secde izi silindi.Sarık darağaçlarında sallandı, zikir yasaklandı; Allah dendi diye evler basıldı.1926Bir kurgu kurdular: suikast dediler.Fırsat bu fırsattı, darağaçları kuruldu.Sadece canlar değil; şeriatın ailedeki yeri de idam sehpasına çıkarıldı.İsviçre”den getirilen bir metinle, Kur”an”ın hukukuna ipotek konuldu.Evlilikten boşanmaya, Allah devre dışı bırakıldı.1927Konuşmaydı… Altı gün boyunca, tek başına.Ümmet sustu.Hakikat mezara gömüldü, propaganda ciltlendi.Osmanlı”ya, hilafete, sarığa, tespihe lanetler savruldu.Ve bu ses, milletin minberine konan yeni bir put gibi yıllarca kutsandı.1928Kalem kırıldı, hafıza karartıldı.Bir milletin harfleri değişti.Sadece harf mi? Hayır; kıble değiştirildi.Kur”an”a duyulan yakınlık, Latin harflerine feda edildi.Mezarlıklar bile Batı”ya göre tasnif edildi.1929Sessizliğin adı oldu.Millet sadece kurşunla değil, kalemle de öldürülür.Kütüphaneler boşaltıldı; hafıza yok edildi.Halk suskundu, kalplerde yas vardı.Secdesiz kalan millet, mezar taşını bile okuyamaz olmuştu.1930Bir oyun oynandı.Bir fırka kuruldu; halkın gönlü yoklanacaktı.Sandığa koşan, ezana da koştu.Sarıkla geleni görünce paniğe kapıldılar.İradenin İslam”a kaydığı görülünce “oyun” sona erdi.Parti kapatıldı.Serbestlik, sadece kendine secde eden içindi.1931Tarihe el atıldı.Orta Asya masallarıyla ümmet silindi, yerine boy-soy hikâyeleri yazıldı.Tarih Kur”an”dan değil, kafatasından okundu.Milletin geçmişi inkâr edildi; ilim adı altında hikmet kovuldu.Ayasofya”ya pranga vuruldu!1932Göğe uzanan ses değiştirildi.”Allahu Ekber” demek suç oldu. Yerine “Tanrı uludur” dediler.Lisan değiştikçe, secdelerin yönü değişti.Diller tercüme edildi, din tercüme edildi, iman sessizliğe terk edildi.1933On yıl dediler, çalıntı bir marşı tellendirerek bizim dediler.Yıldönümlerinde minarelerde ezan değil, siren vardı.Yeni nesil “Türküm” diye yetiştirildi; “Müslümanım” demek bile geri sayıldı.1934Soylar biçildi.Tarikatlar tasfiye edildi, tekkeler mühürlendi.Evliya türbeleri bakımsızlığa terk edildi.Devlet isim verdi; millet silindi.1935Cuma düşürüldü.Haftalık tatil, Allah”ın emrine değil Batı”nın takvimine uyarlandı.Cuma hutbesi mesaiye yenildi.Allah çağırıyordu; ama patron izin vermiyordu.Müezzin sustu, siren öttü.1936İmamlar memur oldu.Minberden genelge okundu.İmamlar fetva değil, direktif taşır hâle getirildi.1937Din artık resmen dışarıda bırakıldı.Laiklik anayasa metnine kazındı.Allah anayasanın dışında kaldı.Vicdan içeri alındı; cami dışarı atıldı.Devlet Allahsız, millet imansız olsun istendi.1938Suret gitti, siret kaldı.Halkın duası hâlâ suçtu.Yasa bürünmüş bir devlette, secde eden kalpler hâlâ hayattaydı.İman sandığa sığmaz; secde inkılapla ölçülmezdi.1940″larSavaş dışarıdaydı; ama açlık içerideydi.Ezan hâlâ suskundu.Kur”an gizli öğretiliyordu.Dindar olmak, işsiz kalmak demekti.”Millî Şef” gölgede saltanat sürerken, halk dua ile yaşadı.1946Sandık geldi.”Açık oy, gizli sayım” dediler; hakikat yine bastırıldı.Artık fısıltılar çoğalıyordu.”Ezan geri gelir mi?” diye soruluyordu.Cevap yukarıdan değil, gökten bekleniyordu.1950Bir minare haykırdı: Allahu Ekber!27 yılın sabrı göğe döndü.Bir millet yeniden secde etti.Sadece bir ezan değil, bir ümmet dirildi.Ve şimdi, Allah”ın evine pis kusmuklarıyla tebelleş olan haysiyetsizlerin, siyasetçi olmasına rağmen saldırgan tavrı özgürlük sayanların emellerine karşın bir dua yükselir arşı âlâya:Ey Rabbimiz…Bize İslam”ı bir din değil, bir diriliş bahşettin.Bizi ümmet kıldın; ümmetin izzetini bir asırdır sürgüne mahkûm edenler yeniden palazlandıklarını zannediyorlar.Kur”an”ı mahkeme koridorlarına, secdeyi dosya altlarına, imanı istihbarat kayıtlarına hapsedenler, deli cesaretiyle hala namaz kılana “domuz bağcıları” diyorlar.Şimdi biz sana dönüyoruz.Tarihimizi, harflerimizi, dilimizi, ezanımızı, sarığımızı, ecdadımızı, mezar taşlarımızı, secde izimizi hepsini geri istiyoruz.Yâ Rab!Minareden okunan ezanı kalbimizde inlet.Vicdanı zincire vuranlara karşı, bize sabırda Yusuf, hakikatte Muhammed (sav) ahlakı ver.Unutulmuş ümmetin evlatlarıyız biz; unutma bizi!Allah”ım…Sesimizi duy.Ezandan hazır ola, Kur”an”dan anayasaya, mekteplerimizden yeniden canlanan nesillere ulaştır bizi.Hakkı unutanlara karşı bizi Hak”tan ayırma.Kahhar isminle hileleri boşa çıkar, Fettah isminle yolları aç.Biz inkılaplarla değil, inkıyatla dirilmek isteriz.Bize Batı”ya benzeyen kanun değil, Kur”an”a benzeyen hayat lütfet!Bu topraklarda din susmadı; susturmayı çalışana galebe çal bizi.Secde sana en yakın olduğumuz nokta, kalplerimizi senin kapında sabit kıl.İlham yukarıdan inmedi; ama vahiy hâlâ gökyüzünde asılı duruyor.Bu yazı, bir milletin sadece geçmişi ve haysiyetsizlerin ruh halini ifade değil;Aynı zamanda geleceğe bırakılmış bir tevbe çağrısı,Bir iman seferberliği,Bir yeniden diriliş nidasıdır.
Source: Mustafa Sabri̇ Beşer
Sibel Eraslan yazdı: CHP ve “İslamfobia”…
Ramazan ayının başında yazılarımı biraz içeri çekilerek, sadece bu mübarek ayın havasına uygun konulara hasredeceğimi zikretmiştim. Nitekim bu konuda ısrarlı da davrandım. Ta ki şu güne kadar. Çünkü adeti veçhile olduğu üzere CHP Ramazan günlerimizi yine burnumuzdan getirmeyi başardı… Mütedeyyin insanları üzdü, camileri, kabristanları tahkir ettirdi, Müslümanlara kötü sözler söylettirdi, çevreye korku saldılar, yıktılar, geçtiler…Gençliğimizden bu yana kahrolarak takip ederiz hep; Afganistan”a bir bomba mı atılacak ABD, muhakkak bir Kandil gecesini tercih eder. Bağdat mı işgal edilecek, ABD bunun bir bayram sabahı olması için özen gösterir… İsrail”in Gazze”de iftar, sahur, kandil demeden gerçekleştirdiği soykırımlara bakınız, içler acısı… Ülkemizde her Ramazan ayında bende de benzeri bir tedirginlik olur, acaba mütedeyyin kesimin başına yine hangi çoraplar örülecek diye… Demek ki bizde de “bizimkiler” böyle bir tesir bırakmışlar, dalga geçmek, alay, tezyif, hakaret bir yana, bu Ramazan ayında toplumu ciddi ayrışmalara sevk etmekte CHP, çok yazık ve çok sorumsuz bir iş… Öte yandan geçmişten gelen bir korkudur bu, CHP”nin klasik yapısıyla da ilgilidir tedirginliklerimiz; tarihinde camilerden ezanları yasaklayan, camilerin kapısına kilit vurup ahır ya da depoya çeviren, sarık, sakal, tesettür karşıtı, halka sürekli nizam vermeye çalışan ve bu bağlamda herkesi itip kakmayı, öğretmenin, aydınlanmanın bir parçası olarak gören bir geçmişin sahibidir çünkü… Halka döve döve nizam vermek, zorla hizaya sokmak, onların modernlik anlayışıdır. Halkla vatandaş ayrımı o kadar barizdir ki CHP”de; halkın inanç değerleri, kültürü, yönelimi, hatta aslında var”lığı, onların nazarında dayanılmaz, demode, gülünçtür… Bakınız hala bir takım kıymetli CHP”li vatandaşlar, cahil halkın camisiyle, inancıyla, ya kriminalize ederek veya aşağılayarak alay ediyorlar… Ama işte aradan uzun yıllar geçti, zaman ve demokrasi kültürü, CHP”de de bazı şeyleri değiştirdi, insanlar daha rahat daha saygılı düşünmeye ve davranmaya başladı diye umut etmek istiyor insan! Lakin olmuyor işte!Doğal hak ve hürriyetler içinde olan “protesto hakkı”nı kullanırken bile ilkin inançlı insanlara küfretme yolunu seçiyor onlar. Vefat etmiş annelere, eşlere, kız evlatlara, ağızlarından köpükler saçarak küfürler eden o kalabalık, elbette demokrasinin bir parçası olamaz. Cami duvarlarına bevletmek, cami içlerinde içki içerek inananlara meydan okumak, haziredeki tarihi kabirleri yıkıp parçalamak… Hangi demokratik hak ile ilişkilendirilebilir Allah aşkına?Üstelik protesto hakkı ne kadar demokrasinin özüyle ilgiliyse, insanların sizin gibi olmama, sizin gibi düşünmeme, sizin gibi yaşamama hakkı da aynı demokrasinin özüyle ilgilidir. Temel hak ve hürriyetleri böylesine; sizler/bizler, bizler/ onlar diyalektiği ile anlatmak hiç hoş değil biliyorum, ama CHP”nin modernlik anlayışı gereği herkesi aynı ve Batı tipi modern hale getirme refleksi, ister istemez böyle konuşturuyor. Elbette hükümetle ilgili eleştirileriniz olabilir. Elbette siyasetle ilgili ciddi tenkitleriniz olabilir. Başka başka partileri tutup, başka başka derneklere üye olabilirsiniz.. Hatta yargı kararları da istediğiniz gibi işlemeyebilir, onları da eleştirebilir, hukuki mücadelenizi verirsiniz… Ama buradan yola çıkarak toplumu ikiye bölmek, mü”minlerin hepsine birden hakaretler yağdırmak; Ramazan gününde camilere giden Müslümanlara “domuz bağcılar” demek, falan filan mağazalardan alışveriş yapmayın, falan filan markalara savaş açın, gibi sorumsuzca sözler sarf etmek, hedef göstermek, demokrasinin sağladığı imkanlardan olamaz, siyaset de olamaz. Bu ancak, “nefret suçu” olur, “ırkçılık” olur. Bu ancak “islamfobia” olur. Evet, ne yazık ki CHP”nin yaptığı da budur işte: İslamfobia!Ramazan günü diyerek, insanlar Hasbünallah! Deyip sabrediyorlar. Oruçtur, mukabeledir, teravihtir diyerek günlük rutinlerini dini hassasiyetlerle çoğaltıyorlar. Allahtan sabır var…
Source: Sibel Eraslan
Ergün Yıldırım yazdı: Sokak, vandallık ve Türk Solu
Türk solu eski rüyalar görmeye devam ediyor. 68 ruhu, gezi ruhu ve saraçhane ruhu diye meseleye bakıyor. Sokağın, isyanın ve meydan okumanın her zaman yeni siyasi değişim ve yeni bir aşamaya geçme olarak anlıyor. Yolsuzluk davası ile ilgili ortaya çıkan sokak eylemlerinden de yeni bir siyasi değişim ve yeni bir siyasi aşama beklentisi içinde. Ufak sokak eylemlerinden, bazı mitinglerden hemen bir siyasal ütopya üretiyor. Kızgın kitlelere ve hoşnut olmayan çevrelere bu ütopya servis ediliyor hep. Kendisi gibi düşünenlere gerçek olmayan gerçek olarak gösteriliyor. İdeoloji böyle bir şey. Gerçeği kırar, çarpıtır. Başka biçimde gösterir. İnsanı körleştirir. Demokraside elbette miting ve gösteri hakkı var. Muhalefet etmenin yöntemlerinden biridir. Anayasal güvencesi var bunun. Bizim anayasada da geçer. İnsanlar gösteri ve toplantı yapar. Kamuoyuna kendilerini anlatırlar. Ancak aynı zaman da anayasada kamu güvenliği, şiddetten uzak durma, çevreye zarar vermeme şartları da sıralanır. Hiçbir gösteri ve miting anayasal olarak bunları ezip geçemez. Saraçhane”de olan gösterilerde muhalefetin kendisini temsil etme kadar vandallıkla da karşılaştık. Tarihi eserleri kırıp dökme, küfürler, polise yönelik şiddet tutumları yaşandı. Miting hakkı başka pratiklere de sarktı. Üstelik mitingi süreklileştirerek sokaktan iktidar değiştirme yolu üretme arayışları da gündeme geldi. Hatta bazı akademisyenler bunu “iktidarın değişmezliği” karşısında bir hak olarak bile savundu! Demokraside iktidarın nasıl değişeceğinin yolu bellidir. Sandıkla gelinir ve sandıkla da gidilir. Nitekim birçok büyük şehirde iktidar, yerel iktidarları devretti kazanan tarafa. Hatta “bunlar iktidarı bırakmazlar” öngörüsünü de boşa çıkardı. Siyaset, sokakta mitingleri süreklileştirilerek yapılamaz. Vandallığa dönen tutumlarla da demokratik siyaset olmaz. Sol siyasal ütopistler, fikir üretip dursunlar. Taksime de “Taksim komünü” demişlerdi. Oysa Taksimde vandallıkla karşılaştık. Ancak vandalizm aşıldı. Huzur ve sükûnet sağlandı. Demokrasi yoluna devam etti. Seçimler oldu, yerel düzeyde ciddi iktidar değişimleri gerçekleşti. Türkiye yoluna devam etti.İmamoğlu”nun yolsuzluk soruşturması süreci devam ediyor. İhalelere fesat karıştırmak, suç örgütü oluşturmak gibi suçlamalar var. Mahkeme bu konuda kesin kararını verecek. Ancak bu hukuksal sürecin siyasal sonuçlarını görüyoruz. Demokrasi, otoriterlik, iktidar değişimi yorumları yapılıyor. Sokakla ve İmamoğlu yolsuzluk davasından mağduriyet üretiliyor. Türk solunun rüyaları bitmez! 68 ruhunu taklit eder, terörü meşrulaştırır. 1980 öncesi Türkiye”deki 68 dalgası sol üzerinden şiddet ve isyan olarak yansımıştır. Gezi olaylarında yaşanan şiddet ve meydan okumalarını Paris komününe benzetir. Saraçhanedeki gösterilerden de yeni bir devrim devşirmeye çalışır. Ama artık göreve çağıracak zinde güçleri de yok. “Demokratik devrim” safsatasının tarihi çoktan geçti. Devrimler Çağı epeyce geride kaldı. Türkiye”de sol siyaset değişen çağı algılayacak bir bilince de sahip değil. Bu nedenle geçmiş üzerinden bugünü okumaya devam ediyor. Bir yoksuzluk davasından ve bir mitingden devrim umuyor. İktidar değişimini için yeni siyaset, yeni ufuk ve yeni projeler arama zahmetine girmiyor. Kesin inançlı bilinç tembelliğiyle daha çok rüya görmeye devam edecek!
Source: Ergün Yildirim