Trump ❤️ Erdoğan
24 yıl önceydi, 2001 yılı, öfkeli bir babanın çalıştığım gazeteye telefon etmesiyle başlamıştı her şey… Torpilden, liyakat sorunundan şikayet eden bir babaydı. Mevzu eğitim olduğu için, eğitim muhabirimize bağlamışlardı. Ateş püskürüyordu, “size güveniyoruz, sadece sizin gibi gazetecilere güveniyoruz” diyordu. Hırslı babalar vardır bilirsiniz, çocuklarının başarısını kendi başarıları olarak görürler, çocuk 50 yaşına da gelse sanki hâlâ ilkokuldaki çocukmuş gibi davranıp, çocuk adına konuşurlar filan, işte böyle bir babaydı. Kızının Boğaziçi Üniversitesi’nden onur derecesiyle mezun olduğunu, ama, ücret bile istemediği halde, yani bedava olduğu halde, staj yapacak şirket bile bulamadığını anlatıyordu. Bu tür işlerin torpille yürüdüğünü, torpil yaptırmadıkları için Türkiye’deki bütün kapıların kızının suratına kapatıldığını anlatıyordu. Kendisi de mühendisti baba, hali vakti yerindeydi, Bağdat Caddesi’nde oturuyorlardı, çevresi de hayli genişti ama, kendisinin “idealist bir insan” olduğunu, bu yüzden torpile isyan ettiğini söylüyordu. İdealist bir insan olarak “gazeteye yazın kardeşim” diye haykırıyordu telefonda, “torpil Türkiye’nin utancıdır” diyordu, haklıydı, “torpille liyakatın önüne geçiyorlar” diyordu, kesinlikle haklıydı, “imkanım olmasına rağmen kızıma torpil yaptırmayacağım” diyordu, “kızımın başarısını ezerek, torpille staj yeri bulmayacağım” diyordu. Ve, meramını daha detaylı anlatabilmek için yüz yüze görüşmek istiyordu. E, eğitim dedin mi bizim için akan sular durur, bütün haberlerden daha önemlidir, muhabirimiz bu duyguyla derhal gazetenin otomobiline atladı, Bağdat Caddesi’ndeki evlerine gitti, o başarılı genç kızımız, gazeteye telefon eden babası ve annesiyle konuştu, derli toplu bir röportaj yaptı. Genç kızımız bavulunu toplamıştı, ABD’ye gidiyordu, ama gitmeden önce bu yaşadıklarını gazeteye anlatmak istemişti, kimsenin yanına bırakmak istemiyordu, kırgındı. “Türkiye’de hayal kırıklığına uğradım, devlet bana sahip çıkmadı” diyordu. “Bedava staj başvurumu bile reddettiler, ne bir Türk şirketi, ne de bir yatırım kuruluşu bana sahip çıktı” diyordu. Çarpıcı bir örnek veriyordu, “İngiltere’de bir yarışmaya katılmak istedim, 300 dolarlık uçak biletinin parasını bile bulamadım, kimse bana sponsor bile olmadı” diyordu. “İngiltere’ye gidebilme umuduyla bavulumu hazırladım, günlerce ağlayarak bekledim, kimse sponsor olmadı, kimse sahip çıkmadı” diyordu. Anlattıkça anlatıyordu. “Türkiye’de doktora yapmak istedim ama, üniversitelerde hep birilerinin yakınlarına öncelik tanıyorlar” diyordu. “Bu insan kayırmacılığına son vermek için, ülkeme hizmet etmek için, bir gün mutlaka geri döneceğim” diyordu. Doğrusunu isterseniz, gereğinden fazla para konuşan bir aileydi… Mesela, Bağdat Caddesi’nde oturmalarına rağmen 300 dolarlık uçak parasını niye illa başkasına ödetmek istiyorlar, bundan hiç bahsetmiyorlardı. Staj için hangi Türk şirketlerine başvurduklarını, hangilerinin reddettiğini söylemiyorlardı, hangi Türk üniversitelerine doktora için başvurduklarını, hangilerinin kabul etmediğini söylemiyorlardı. İsim vermeyerek, genel bir torpil tablosu çiziyorlardı, “liyakatsizlikle başa çıkamadığımız için ABD’ye, gurbete gitmek zorunda kalıyoruz” diyerek, o dönemde Türkiye’nin en çok okunan gazetesi aracılığıyla, başlarına geleni toplum nazarında afişe etmek istiyorlardı. Dedim ya, gereğinden fazla para konuşan bir aile olmalarına rağmen, torpil kavramı her zaman Türkiye’nin kangrenidir, liyakatsizlik her zaman bu ülkenin hastalığıdır, dolayısıyla, en azından kayırmacılıkla mücadele edebilmek adına, bu kızımızın durumunu haber yaptık. Hem de olabilen en geniş kitle görsün diye, birinci sayfaya fotoğraflı manşet yaptık. 2001 yılı arşivlerinde duruyor, Star gazetesinde birinci sayfaya “Türk Öğün, Çalış, Güvenme” başlığıyla manşet yaptık. Bu manşet haberin iç sayfadaki devam bölümünde de, gazeteye telefon ederek bizi haberdar eden babasının fotoğrafını kullandık. Hatta bir süre sonra, ben Star gazetesinden ayrıldım ama, orada kalan arkadaşlarımız haberin peşini bırakmadılar, fikri takip yaptılar, acaba gerçekten gitti mi falan diye baktılar, dört yıl sonra yine manşet yaptılar, o kızımız gerçekten ABD’ye gitmişti, Princeton’da doktorasını tamamlamıştı, ayda 15 bin dolar maaşla işe başlamıştı, bunun üzerine “Helal Olsun” başlığıyla, yeniden manşet yaptılar. Hikayenin mutlu sonla bittiğini zannediyorduk ama, aslında bitmemişti, hatta yeni başlıyordu… O manşet yaptığımız genç kızımız Goldman Sachs’ta işe başladı, yıllarca orada çalıştı, sonra First Republic Bank’e girdi, o bankada yükseldi yükseldi, ceo oldu, sonra o bankadan ayrıldı, hatta o banka battı, mücevherci Tiffany’de yönetim kurulu üyesi oldu, oradan da ayrıldı, yıllaaaaar önce “bir gün mutlaka geri döneceğim” dediği gibi, geri döndü, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanı oldu, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın ilk kadın başkanı oldu. Evet, tee 2001 yılında gazeteye telefon edip, devleti ve Türk şirketlerini öfkeyle şikayet eden o hırslı baba, Hafize Gaye Erkan’ın babasıydı! Sonrası malum… Merkez Bankası başkanı sıfatıyla yandaş medyaya tuhaf tuhaf röportajlar vermeye başladı, New York’tan bile pahalı olduğu için İstanbul’da ev kiralayamadığını, annesinin evine taşındığını anlattı, market fiyatlarını apartmanın kapıcısı Sadık abiye sorduğunu filan söyledi, demeye kalmadı, babasının Merkez Bankası’nda adeta yönetici gibi her işe karıştığı, babasına özel oda tahsis edildiği, makam aracı tahsis edildiği, babasının canını sıkan personeli işten attırdığı yolunda haberler patladı, e bunlar ayyuka çıkınca, “itibar suikastına uğradım” diyerek, istifa etmek zorunda kaldı. İstifa etmesine rağmen, “görevden alındı” şeklinde resmi açıklama yapıldı. Peri masalı sadece yedi ay sürmüştü. Tee 2001 yılında birinci sayfaya manşet yaptığımız baba-kız, yine kırgındı, yine öfke doluydu. Ama bu defa bavulu toplayıp ABD’ye gitmek yerine, Türkiye’de kalmayı tercih ettiler. Koskoca Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanının ulusal veya uluslararası şirketler tarafından havada kapılması gerekirken, işsiz güçsüz oturması tuhaf ötesiydi ama, öyle oldu, bir yıldır öööyle oturuyordu. 24 yıl önce gazeteye röportaj vererek, bedava staj yapmak istemesine rağmen hiçbir şirketin kendisini kabul etmediğini anlatan o üzgün kız, adeta aynı çaresizliği tekrar yaşıyordu, bu defa tek farkı vardı, artık haber bile yapılmıyordu. Taa ki, geçen haftaya kadar… Geçen hafta aniden fısıltı gazetesi devreye girdi, Ankara kulislerinde yeniden ismi fısıldanmaya başlandı. Niye? Niyesi şu… Gümrük vergileriyle dünya ekonomisini dizayn etmeye başlayan Trump, yakın arkadaşı, dolar milyarderi emlakçı Tom Barrack’ı Türkiye’ye ABD büyükelçisi olarak atadı. Risk sermayedarı olan, haczin eşiğindeki gayrimenkulleri alıp satan, Katar’la, Katar varlık fonuyla sık sık “ortak” olarak çalışan Tom Barrack’ın, bizim açımızdan bir diğer önemli özelliği, Gaye Erkan’la birlikte, aynı dönemde, First Republic Bank’te yönetim kurulu üyesi olmasıydı. Demeye kalmadı, eşzamanlı olarak, Resmi Gazete’de zart diye kararname yayımlandı, “yatırım ve finans ofisi” kuruldu. E, fısıltılar patladı. Emlakçı arkadaşı Tom Barrack’ı büyükelçi olarak gönderen Beyaz Saray’ın, büyükelçinin mesai arkadaşı Gaye Erkan’ı da bizim saraya dayattığı konuşulmaya başlandı. Hırslı ve kırgın baba-kızın, merkez bankasının değil, bu defa komple ekonominin başına geleceği konuşulmaya başlandı.
Hayat ne enteresan değil mi… Tee 24 yıl önce liyakatsizlikle mücadele etmek için “torpil” haberi yapıyorsun, Türkiye’deki “torpil” kangreni yüzünden eğitimli gençlerimizi ABD’ye kaptırdığımızı haber yapıyorsun, tee 24 yıl sonra aynı ABD’nin aynı gencimizi bize “torpil”le gönderdiği haber oluyor!
Hayat enteresan hakikaten… Acaba diyorum mesela, Beyaz Saray’ın torpilini arkasına alan sayın hükümetimiz, muhalefete rahat rahat kayyum atadığı için sevinirken, “I love Erdoğan” diyen aynı Beyaz Saray, kayyum mu atıyor sayın hükümetimize?
Source: Yılmaz Özdil