Trump ve yargı krizi
“Özgür irade… Bu, tam bir yanılsama, oğlum. Seçenekler sunarız, ama gerçekte biz yönlendiririz.” -John Milton (Al Pacino), Şeytan’ın Avukatı
Trump geldi, üç hafta geçti ve Amerika’nın Anayasası, tahterevalliye dönmek üzere.
Trump’ın kararname fırtınası ve atamaları öyle bir hızla ilerliyor ki, anayasa kitapçığı Oval Ofis’te nostaljik bir masa süsü olmaya başladı. Mahkemeler dört bir yandan açılan davalarla dolup taşıyor. Ülkede hukuk savaşları başlarken, asıl büyük patlama Yüksek Mahkeme’ye gidildiğinde yaşanacak.
Basına bakalım mesela.
Geçen hafta The New York Times, NBC News ve Politico’nun Pentagon’daki büroları, adeta “temizlik” bahanesiyle süpürüldü. Yerlerine, daha ‘uyumlu’ ve ‘Amerikan değerlerine bağlı’ gazeteler geldi: New York Post ve HuffPost. Tarafsızlığın yeni adı, tek taraf olmak.
Associated Press (AP) ajansı da Trump’ın meşhur kararlarından birini sorgulama gafletinde bulunduğu için Beyaz Saray’dan atıldı. Neydi o karar? ‘Meksika Körfezi’nin adını ‘Amerika Körfezi’ yapmak. Öyle ya, haritalar Trump’a oy vermediği için değiştirilmesi kaçınılmazdı. Artık ABD’li yetkililer CNN’e röportaj vermek yerine Fox News’a uzun uzun iç döküyorlar. Zaten CNN, Trump’ın ilk döneminde Oval Ofis’e girişi yasaklananlar listesine girmişti.
Tüm bunlar yaşanırken, hukukun içinden de kıyametin ayak sesleri geliyor.
Trump, ABD’de doğan yabancı ebeveynlerin çocuklarına vatandaşlık hakkı tanıyan yasayı kaldırdı. Bunun üzerine 18 eyalet mahkemeye koştu. Cuma günü Boston dahil dört eyalet hâkimi, Trump’ın emrini durdurdu. Gerekçeleri basit: “Trump bir kral değil, Anayasa’yı yeniden yazamaz.” Ancak Trump için böyle detaylar pek önemli değil. Zira en sevdiği hukuk kitabı, muhtemelen kendi imzaladığı kararname klasörleri.
Ve işin eğlenceli kısmı… Elon Musk, Hükümet Verimliliği Departmanı’nın (İsrafı Önleme Bakanlığı) başına getirildi. Ama sorun şu ki, Musk halk seçimiyle gelmedi, atanması da Senato’dan geçmedi ve 14 eyalet buna itiraz etti. Musk’a verilen yetki “sınırsız ve kontrol edilmeyen güç” şeklinde nitelendirildi. Çünkü anayasaya göre hükümet, milyarderler kulübüyle değil, demokratik süreçlerle yönetiliyor. Ama kim takar Anayasa’yı, değil mi?
Peki, asıl iç savaş nerede çıktı?
New York’taki Türk Evi inşaatı, yangın güvenliği nedeniyle bir türlü onay alamıyordu. Ta ki Belediye Başkanı Eric Adams devreye girene kadar. Türkiye’den binlerce dolarlık uçak biletleri ve hediye aldığı iddia edilen Adams, itfaiye departmanına baskı yaparak bina için “yangına dayanıklı” ruhsatı aldırdı.
Skandal patlayınca, soruşturma açıldı. Ancak Trump’ın Adalet Bakanlığı’na atadığı Başsavcı Vekili devreye girerek, davanın düşmesini istedi. Gerekçe mi? Belediye Başkanı Adams’ın Trump’ın göçmenleri sınır dışı etme politikasına destek vermesi. Ne de olsa adalet, siyasi ittifaklara göre şekillenen esnek bir kavram!
Bu müdahale üzerine davaya bakan kadın savcı, “Elimde sağlam deliller var, dava düşemez” diyerek istifa etti. Ardından altı savcı daha protesto amacıyla görevi bıraktı.
Bir ülkede politikacılar, yargıyı dizayn etmeye kalkarsa, sonuç hep aynı olur.
Şimdi gözler, Trump’ın meydan okumasının ülkeyi anayasal bir felakete sürükleyip sürüklemeyeceğinde…
New Jersey Başsavcısı Matthew Platkin’in dediği gibi: “Başkan yaptığı şeyi yapma hakkına sahipse, Tanrı onu korusun. Ama yasayı veya Anayasayı ihlal edemez. Bu yüzden mahkemeye gitmeye devam ediyoruz – hukukun üstünlüğünü korumak için.”
Ve tabii ki, finalde en uygun replik:
“İnsan, kendi doğasını inkâr eden tek yaratıktır.” – John Milton (Al Pacino), Şeytan’ın Avukatı.
Hukukun üstünlüğü ayakta kalabilecek mi, yoksa insan yine kendini kandırıp totaliterliğe mi yönelecek?
Source: Güney Öztürk