Oya Başak’ın kahkahası eksildi dünyamızdan
Prof. Dr. Oya Başak ’ı bir hafta önce yitirdik. Cenazesindeki çelenklerden birinde “çocukların” yazıyormuş. Dünyaya üç çocuk getirmişti ama Boğaziçi Üniversitesi’nde yetiştirdiği binlerce çocuğa da sahip çıkmıştı. Gençleri sevgiyle bağrına basan, onların yaşamına dokunan güzellikleri yaratan hocaydı. Söylendiğine göre, derslikler, onun koridordan gelen sesiyle sımsıcak olurmuş önce… Arnavutköy Koleji’nin 1955 yılı mezunlarındandı. Okulun yıllığında yer alan kepli resminin altındaki yazıda bir “kelebek” olarak tanımlıyor onu arkadaşları. “Oya çiçekli bir bahçe olan dünyasında” diye sürdürüyorlar sözlerini, “renkleri fark eden gözleriyle, güzelliği ve uyumu algılayan duyumsama gücüyle, yaşamın harika ezgisini duyan kulaklarıyla var olur.” Bunlar gençlik coşkusuyla söylenmiş abartılı sözler değildir. Oya Başak seksenli yaşlarına ulaştığında bile, öğrencilerinin evrenini yalnız bilgiyle zenginleştirmekle yetinmemiş, onlara Boğaziçi’nin essiz doğasının tadını çıkarmayı öğretmeyi de iş edinmiştir. BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ’NDE ÇAĞDAŞ ÖLÇÜTLER OLUŞTURDU Başak’ın, kuruluşundan bu yana (neredeyse altmış beş yıldır) hizmet verdiği Boğaziçi Üniversitesi ile olan bağları çok özeldir. Üniversitesinde “insan bilimciliği” (humanities/ beşeri ilimler) alanını bir disiplin olarak kurumlaştırmış, böylece, yirmi iki yıl başkanlığını yaptığı Batı dilleri ve edebiyatları bölümünde yetiştirdiği öğrencilerin yanında, üniversitenin çeşitli alanlarında eğitim gören bütün gençlerin de kültür ve sanata yönelik dersler almasını sağlamıştır. Dahası, onları daha çağdaş eğitim koşullarına ulaştırmak için yönetsel alanları da zorlamıştır. Başak toplumsal zekâsı tavan yapmış bir ilişkiler ustasıdır. Yalnızca derslere girip çıkan, yayın yapan, bilimsel toplantılar düzenleyen bir üniversite hocası olmanın ötesinde bir kişilik sergiler. 1971’den bu yana bir kamu kuruluşu olan Boğaziçi Üniversitesi’nde çeşitli kültür-sanat etkinliklerinin kurumlaşmasında çoğunlukla birinci elden rol oynamış, parasal kaynakları ülke düzeyinde zorlayarak öğrenci bursları, ek binalar gibi eğitim alanının vazgeçilmezlerini sağlamış, sivil toplum kuruluşlarında aldığı görevlerle ve üniversite ile toplum arasında sağladığı alışverişle de öne çıkmıştır. ÜNİVERSİTESİNE GİRMESİ YASAKLANDI Boğaziçi Üniversitesi’nde yaşanmakta olan huzursuzluk beş yıla ulaştı. Oya Başak öğrencilerin ve öğretim üyelerinin direnişine sürekli olarak -yürümekte ve görmekte zorlanırken bilekatıldı ve üniversitesinin geleceği adına savaşan önemli bir simge oldu. Yaklaşık iki buçuk yıl önce de Boğaziçi Üniversitesi’nde ders vermeyi sürdürme yetkisi olan -pek çoğu emekli- on öğretim üyesine protesto gösterilerine katıldıkları gerekçesiyle üniversite yerleşkesine izinsiz girme yasağı kondu. Oya da onca yıllık emeği karşılığında bu cezadan payı alanlardandı. Ne ki yılmadı… TİYATRO TUTKUNUYDU Oya Başak’la kırk yılı aşkın bir süredir meslektaş ve dost olarak bir aradayız. İlişkimiz akademik olmakla birlikte, aynı zamanda tiyatro odaklıdır. Oya tiyatroya oyuncu olarak başlamıştı. 1957’de kurulan ve Türk tiyatrosuna taze soluk getiren -Erdek Şenlikleri’nin yaratıcısı amatör Genç Oyuncular Topluluğu’na el verenlerdendi. Zaman içinde tiyatronun kuramsal alanında uzmanlaştı ve acar bir tiyatro hocası oldu. En çok da Shakespeare ’in yapıtlarıyla sarmaş dolaştı. Ayrıca tanıdığım en coşkulu tiyatro seyircilerinden biriydi. Yurtiçinde ve dışında izlediği oyunların sayısı rekor düzeydedir. Kendisine, “yazmadığı” için kızardı hep. Benim çokça yazmam onu sevindirir, beğendiği her metnimin ardından telefona sarılırdı. Böyle bir alçakgönüllülük ve içtenlik akademik dünyada pek bilinmez. Ama Oya başkaydı… Oya Başak’ı yaşamının çeşitli ortamlarında izledim: Dost toplantılarında, tiyatroda, akademik çalışmalarda, “kırmızı halı” açılışlarında, evinde ve okulunda… Her bir ortamda, öğrencilerinin, “Anlatılmaz, yaşanır” diye tanımladıkları Oya’ydı: Zarif, şık, güzel, içtenlikli, bol kahkahalı… Girdiği her yeri aydınlatıveren, kişiliğine olan güvenini dünya ile barışık olmasından alan bir gülen yüzdü. (Oya’yı tanımayanlar İzzeddin Çalışlar ’ın “Kahkakanın Derinliği” /Remzi Kitabevi/ başlıklı kitabını okumalı). Oya Başak bu dünyadan çekip gideli, yaz gelmiyor bir türlü… Kahkahası artık duyulmaz olduğu için mi bu hüzün?
Source: Ayşegül Yüksel
Kurban
Rahmetli babam her kurban bayramında “dinsiz” ilan edilirdi. Çünkü… Kendisi gibi “dinsiz” ilan edilen komşularımız Orhan amca ve Sabri amcayla birlikte mahalle sakinlerini bayram namazında tembihleyip, bizim kurbanlar dahil, bütün komşuların kurban derilerini mahalledeki parkta toplarlardı, çürümesinler, bozulmasınlar diye ceplerinden para harcayarak kilo kilo tuzlarlardı, Türk Hava Kurumu’na ait kamyonetin gelmesini beklerlerdi. Bazen neredeyse hava kararıncaya kadar nöbet tutarlardı, sabırla, asla bırakmazlardı kurban derilerini, Türk Hava Kurumu kamyoneti gelinceye kadar başkaları kapmasın diye tuvalete bile sırayla giderlerdi. O arada, tarikatların cemaatlerin elemanları vızır vızır dolaşırdı sokaklarda, Türk Hava Kurumu’nun kamyoneti gelene kadar derileri kapmak için en az yirmi defa tur atarlardı. Ve, mahallenin kurban derilerini tarikatlara kaptırmayan, ne yapıp edip mutlaka Türk Hava Kurumu’na bağışlayan babalarımıza “dinsiz bunlar” derlerdi!
Halbuki, Türk Hava Kurumu milli gururumuzdu, Atatürk’ün emanetiydi, her bir kurban derisi, pilot demekti, savaş uçağı demekti, orman yangını söndürme uçağı demekti.
Sonra malum, AKP zihniyeti iktidara geldi. Türk Hava Kurumu adeta bile bile kasten iflas ettirildi, eşzamanlı olarak tarikatlara cemaatlere yol verildi.
Habire “vesayet”ten şikayet ediyorlardı ama, göz göre göre “tarikat vesayeti” oluşturdular. Tarikatlar hukuken suç olduğu için, Anayasa’ya aykırı oldukları için, tarihte görülmemiş bir kamuflaj icat ettiler, “dernek” veya “vakıf” adı altında faaliyetlerine devam etmelerini sağladılar. Tarikatları yasaklayan yasalar yürürlükte olmasına rağmen, dernek veya vakıf etiketiyle “durmak yok yola devam” etmelerini sağladılar.
(Türkiye’de ana damar olarak 40 civarında tarikat var, bunların 400’den fazla kolu var, heeepsi şu anda dernek veya vakıf adıyla çalışıyor. Sıddık Naci Eren vakfı mesela, 12 yaşındaki çocuğa tecavüzle gündeme gelmişti, vakıf denilen aslında Uşşaki tarikatıydı. Eminim hatırlıyorsunuzdur, Antalya’da bir öğrenci yurdunda görevli aşçı, üniversite öğrencisinin kafasını satırla gövdesinden ayırıp, kafayı sokağa fırlatmıştı, Alim Derneği’nin yurduydu orası, güya dernek dedikleri aslında Erenköy cemaatiydi. Adana Aladağ’da 11 yoksul kız çocuğu diri diri yanarak can verdi, Tahsil Çağındaki Talebelere Yardım Derneği’nin yurduydu, güya dernek dedikleri bildiğin Süleymancılar cemaatiydi. Hayra Davet vakfı var, özellikle savunma sanayimizdeki kadrolaşmayla sık sık haber oluyorlar, düpedüz Nakşibendi tarikatı… Altı yaşındaki bebeğin evlendirilmesiyle gündeme gelen Hiranur vakfı, aslında İsmailağa cemaatiydi. Beşir Derneği var, aslında Menzil cemaati… Sadakataşı Derneği var, Nakşibendiliğin Halidiye kolu.)
(Tarikatlar “dernek” etiketiyle “kamu yararına dernek statüsü”ne sokuluyor, izin almadan para toplayabilme yetkisi veriliyor, “vakıf” adı altında vergiden muaf tutuluyor. Devletin televizyonu TRT’de reklamları yapılıyor.)
(Öyle çok uzakta aramaya gerek yok, gizli saklı değil, İstanbul’un göbeğinde mesela, sarıklı şalvarlı cübbeli dolaştıkları “tarikat gettoları” var, ama hiçbir yerde tarikat yazmıyor, her yerde “vakıf” ve “dernek” tabelaları var.)
(Milli eğitim bakanı mesela, tarikatlara ne diyor, “sivil toplum kuruluşu” diyor. Dernek veya vakıf adıyla “sivil toplum kuruluşu maskesi” taktıkları tarikatların, okullarımızda etkinlik yapmasına izin veriyorlar; sınıfın ortasına maket mezar koyanlar, öğrencileri öğretmen masasına yatırıp kefenleyenler, çocukları vatan hainlerinin mezarına ziyarete götürenler, hep bu “sivil toplum kuruluşu” denilen tarikatlar… Okul gezisi adı altında çocukları topluca tarikat yuvalarına götürüyorlar. Altını çizerek okuyun lütfen… Türkiye’de 4.500 özel öğrenci yurdu var, bunların 3.500’e yakını vakıf ve derneklere ait! Devletin milletin kaynakları tarikatlara aktarılıyor, tarikatlar bu kaynaklarla yoksul çocukları besliyor, yoksul aileler de rızkımız kesilmesin diye tarikatlara köle oluyor. Özellikle devlet yurdu inşa etmiyorlar, yurt ihtiyacı arttıkça tarikatların eline düşen çocukların sayısı da artıyor. “Tarikat Erasmusu” bile var… Kendi aralarında uluslararası öğrenci değişim programı kurdular, yoksul Türk çocuklarını Mısır’daki, Irak’taki, İran’daki, Suriye’deki medreselere gönderiyorlar, vatan aidiyeti yok edilmiş “mutant nesil” yetiştiriyorlar.)
İşte bu tarikatlar, şu anda, kurban bayramı için, bütün Türkiye’yi reklam panolarıyla doldurmuş vaziyetteler… Dernek veya vakıf adı altında “kurban bayramı bağışı” topluyorlar. Kimisi Afrika’ya göndereceğiz diye topluyor, kimisi Gazze’ye göndereceğiz diye topluyor. Kimisi kurban bağışı olarak 4.000 lira topluyor, kimisi 8.000 lira topluyor, kimisi aynı kurban bağışı için 14 bin lira topluyor, kim ne tutturursa artık… Türkiye’de milyonlarca insanımız açlık sınırının altında yaşıyor, ayda bir gün bile kırmızı et yiyemeyen çocuklarımız var, bunlar hâlâ Afrika’ya bağış topluyor. Üstelik dedim ya, bunları “kamu yararına dernek” statüsüyle yapıyorlar. Kamu ama, bizim kamu değil, Afrika kamusu için para topluyorlar!
Çocukluk hatıralarımızdaki kurban bayramları bu hale gelmiş vaziyette… Kurban derisiyle filan uğraşmıyorlar artık, direkt parayı topluyorlar.
Dolayısıyla… Her kurban bayramı öncesinde olduğu gibi, dünyanın en büyük ailesine, sizlere, mübarek annemiz Zübeyde hanımın vasiyetini hatırlatarak, çağrıda bulunuyorum.
Zübeyde hanım, bir kadının yaşayabileceği en ağır üzüntüleri yaşadı, dört evladını kaybetti, eşini toprağa verdi, doğup büyüdüğü Selanik’i kaybetti, evini barkını kaybetti. Bu katlanılması çok güç acıların travmasıyla, oğlu Mustafa Kemal’in üzerine titriyordu. Bir bakıyordu ki Şam’a gitmiş, bir mektup geliyordu ki Trablus’ta vuruşuyor, bir duyuyordu ki Çanakkale’de boğuşuyor, bir ömür boyu oğlunun hasretiyle, O’nu da kaybedeceğim korkusuyla yaşadı. Oğlu hakkında idam fermanı çıkarıldığında mesela, üzüntüsünden sağ tarafına inme indi, bacağı tutmaz oldu.
Ama işte artık nihayet O’nun yanındaydı… Sakarya Zaferi’nden sonra Ankara’ya gelmişti, hepimizin hafızasına mıh gibi çakılan o bembeyaz tülbentini saçına atıyor, koyu mavi gözlerine o meşhur yuvarlak gözlüğünü takıyor, oğlunun önderliğindeki milli mücadelenin kazanılması için gece gündüz Kuran-ı Kerim okuyordu.
Ana oğul arasında imrenilecek bir saygı bağı vardı. Hazırlanmadan birbirlerinin karşısına çıkmazlardı. Aynı köşkün içinde, sadece birkaç metre mesafedeki odalarda yaşamalarına rağmen, oğlu haber gönderir, ziyaret edeceğini söyler, anne adeta bayram gibi hazırlanır, günlük kıyafetleri yerine misafir kıyafetlerini giyer, saçını tarar, öyle beklerdi.
Ama maalesef, anne hastaydı. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle kazanıldığını görmeden son nefesini vermek istemiyordu, o mutlu günü görmeden “kendine yeni bir entari bile yaptırmamaya” ahdetmişti. Bir sabah… Salih’i kolundan yakaladı. Salih Bozok, oğlunun tee Selanik’teki mahalleden çocukluk arkadaşıydı. Oğlu ne zaman bir yere gitse, Trablus’a, Sofya’ya, annesini hep Salih’e emanet ederdi. Bu yüzden ikinci oğlu gibiydi, oğlu gibi severdi. Salih’i kolundan yakaladı… “Bir miktar param var, bağışlamak istiyorum” dedi. Salih “derhal” dedi, ilgili kişileri Çankaya Köşkü’ne çağırdı. Büyük Taarruz’a daha henüz bir sene varken, henüz vatan diye bir toprağımızın kalıp kalmayacağı bile belli değilken, oturdular, şahitler eşliğinde bağış tutanağını yazdılar, imzaladılar.
Fotoğrafını gördüğünüz bu belge… “Ankara Hükümeti Büyük Millet Meclisi Başkanı ve Anadolu Kuvayı Milliye Başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretlerinin annesi Zübeyde hanımla, Darüşşafaka müdürü Ali Kami bey arasında, şahitler huzurunda imzalanan vasiyetname.”
“Zübeyde Hanım, her sene Ramazan ayının Kadir Gecesi’nde, Darüşşafaka öğrencileri tarafından okunacak Kuran-ı Kerim’in sevap ve mükafatının öncelikle Peygamberimiz Efendimizin mübarek ruhlarına, daha sonra Hazreti Peygamberimizin ailesine, gelmiş geçmiş bütün peygamberlere, dört büyük halifeye, hakk’a eren velilerle kadın erkek bütün müminlerin ve şehitlerin temiz ruhlarına ve Zübeyde Hanım’ın babası Feyzullah efendi ve annesi Ayşe hanım, ilk eşi Ali, sonraki eşi Ragıb, kardeşi Hüseyin efendi ile teyzesi Fatma, büyükannesi Emetullah, anneannesi Emine, kayınvalidesi Ayşe, görümcesi Hatice, Kerime, İsmet ve Naciye, manevi kızı Rabia hanım ile küçük oğulları Ömer ve Ahmet’in ruhlarına hediye edilmek şartıyla, Allah rızası için 20.000 kuruş kağıt parayı malından vakfederek bağışlamıştır.”
29 Kasım 1921
Darüşşafaka müdürü: Ali Kami bey (mühür)
Mustafa Kemal Paşa’nın annesi: Zübeyde hanım (mühür)
Evet… Atatürk’ün mübarek annesi Zübeyde hanım, elinde avucunda olan, sahip olduğu bütün parayı, Darüşşafaka’ya bağışladı.
Babasız büyüyen çocuk, bir ulusun kaderini değiştirdi. Bu çocuğu büyüten anne, bütün maddi varlığını, babasız büyüyen çocuklara harcanmak üzere Darüşşafaka’ya bağışladı. Sonra, bu anne tarafından büyütülen çocuk da, sahip olduğu bütün maddi varlığını, kaderini değiştirdiği ulusa bağışladı.
Bu ana oğul… Maddiyat odaklı günümüz dünyasını yeniden düşünmemizi gerektiren, insan biriktiren, ibret verici, ilham verici bir döngüdür.
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e uzanan Darüşşafaka, şefkat yuvası anlamına geliyor. Babası veya annesi hayatta olmayan, maddi durumu yetersiz, yetenekli çocuklarımıza “fırsat eşitliği” sağlıyor. Ortaokul birinci sınıfta sınavla alıyor, lise mezuniyetine kadar tam burslu, yatılı, kolej seviyesinde eğitim veriyor. Giyim, beslenme, sağlık, harçlık ihtiyaçlarını karşılıyor. Yükseköğrenimde burs desteğini sürdürüyor. Atatürk ilkelerine bağlı, evrensel değerleri benimseyen, kültürel donanımlı, vatana-millete karşı sorumluluğunun bilincinde, lider bireyler yetiştiriyor. Kutuplaşmadan bıkıp usandığımız şu dönemde bile, tüm renkleriyle, tüm ulusun “ortak paydası” olarak kalmayı başarıyor.
Kurban Bayramı vesilesiyle dünyanın en büyük ailesine çağrıda bulunuyorum, babasız büyüyen bir çocuk sayesinde kaderi değişen ulusumuzu, Zübeyde anne’nin vasiyetini yerine getirmeye davet ediyorum.
Eğitimde fırsat eşitliğine katkı sağlamak için, “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller” yetiştirmek için, çoban ateşi ruhuyla, Darüşşafaka’ya bağışta bulunmaya davet ediyorum. Lütfen, çevrenizi haberdar edin, teşvik edin.
Bu memlekette cehalete “kurban” giden fazlasıyla vatandaş var.
Gelin, insan fidanları ekelim.
Yılda bir defa üç beş garibana yarımşar kilo et vererek, belki kişisel vicdanlarımıza sevap hormonu enjekte edebiliriz ama, aslında topluma hiçbir faydasının olmadığını bilmeliyiz.
Çünkü, ihtiyaç sahibi vatandaşlarımızı, ancak ve ancak, eğitimli gençlerimizin yönettiği bir ülke doyurabilir.
Ben ve ailem Darüşşafaka’yı tercih ediyoruz ama, aslında, Zübeyde hanımın vasiyetiyle, bütün eğitim vakıflarını kastediyorum.
Darüşşafaka olabilir, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği olabilir, Çağdaş Eğitim Vakfı olabilir, Türk Eğitim Vakfı olabilir, Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı olabilir, Türk Üniversiteli Kadınlar Derneği olabilir… Türkiye’yi ancak ve ancak, eğitimli gençlerimizin yönettiği bir ülke doyurabilir… Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller için, çağdaş eğitim için mücadele eden derneklere bağışta bulunalım, gelin lütfen, insan biriktirelim.
Source: Yılmaz Özdil
Yeni yönetime başarılar
Geçtiğimiz günlerde derneğin 26. Olağan Genel Kurulu, Yapı Kredi Kültür ve Sanat Merkezi’nde geniş katılımla gerçekleşti. Yayıncılık sektörüne ve Türkiye Yayıncılar Birliği’ne katkılarından dolayı yayıncı Erol Ulu, Erol Erduran adına Öner Ciravoğlu, İnci Asena adına Esra Alkan, Hüseyin Necip İnselel adına Cihan İnselel, Zeynep Tomurcuk Erzik ve Hasan Özer adına Kaan Özer’e onur plaketleri verildi. Genel kurulda dernek üyeleri tarafından, 2025-2027 yılları arasında görev yapacak yeni yönetim kurulu da seçimle belirlendi. 27’nci dönemde görev yapmak üzere Kenan Kocatürk, Servet Düz, Batu Bozkurt, Nazlı Berivan Ak, Gülgün Çarkoğlu, S. Baha Sönmez ve Erkan Akpınar Yönetim Kurulu’na seçildiler. Yeni yönetime başarılar diliyorum. Özellikle okuma kültürünün geliştirilmesi için yapacakları çalışmaları yakından takip edeceğim.Sofya’dan gelen “Elektra”Geçen perşembe akşamı Atatürk Kültür Merkezi – Türk Telekom Opera Sahnesi’ndeydim. Orada olduğum için şanslıydım.Bulgaristan’ın başkenti Sofya’dan gelen topluluk, Richard Strauss’un eseri “Elektra” operasını sahneledi. Yunan trajedisinin yer aldığı en güçlü eserlerden biri olan “Elektra”, intikam, adalet ve aile bağları gibi temaları büyük bir dramatik güçle işler.Hugo von Hofmannsthal tarafından kaleme alınan librettosu, Sophokles’in klasik tragedyasından uyarlanmış olup; besteci Richard Strauss’un modern ve etkileyici müzik diliyle birleşerek sahnede adeta bir psikolojik gerilim atmosferi yaratır. Eserin rejisörlüğünü, Plamen Kartaloff üstleniyor. Strauss’un katmanlı müziği, Kartaloff’un çarpıcı sahne yorumuyla birleşerek seyirciye unutulmaz bir opera deneyimi sunuyor. Sofya Opera ve Balesi Orkestrası’nı deneyimli şef Evan-Alexis Christ yönetiyor.Modası ve zamanı geçmeyecek bir kitapBahar Yılmaz’ın beş yıllık bir süreçte hazırladığı ve pastacılık konusunda Türkçe dilinde hazırlanmış en kapsamlı yayın olan “Pastacılık 101” Remzi Kitabevi’nden yayımlandı. Uzun yıllar gastronomi bölümlerinde aşçılık kategorisinin altında okutulan pastacılık, günümüzde başlı başına bir alana dönüşmesi nedeniyle artık ayrıca okutulmaya başladı. Ancak Türkiye’de bu konuda ciddi bir literatür ve başvuru kaynağı eksikliği bulunuyor. Bahar Yılmaz eğitimi, deneyimi ve araştırmaları sonucu hazırladığı “Pastacılık 101”le Türkiye’de pastacılık eğitimi alan öğrencilerin büyük literatür eksikliğini kapatmayı ve bu işin meraklılarına kapsamlı bir kaynak sunmayı amaçlıyor. “Pastacılık 101”, modası ve zamanı geçmeyecek bir kitap olmaya aday.“Emine Işınsu Roman Ödülü” Hülya Demir’eHülya Demir’in, “Bilinmeze Doğru” adlı eseri, “2025 Emine Işınsu Roman Ödülü”ne değer bulundu. Türk edebiyatının ünlü kalemi Emine Işınsu adına ikinci kez düzenlenen “Roman Ödülü” için başvuruda bulunan 269 eser değerlendirildi. Ödül Tertip Komitesi başkanlığını merhum Işınsu’nun eşi Prof. Dr. İskender Öksüz yaparken, komitede Prof. Dr. İlber Ortaylı, Prof. Dr. Bilge Ercilasun, Prof. Dr. Belkıs Altuniş Gürsoy, Prof. Dr. Nazım H. Polat ve şair-yazar A.Yağmur Tunalı yer aldı.Bilgiyle beslenen mutfak vizyonuİstanbul’un sofistike lezzet duraklarından biri olan Sapa İstanbul, yalnızca menüsüyle değil, arkasındaki bilgiyle de büyüyor. Mekân bünyesinde yer alan ve nadir eserlerden oluşan özel kitap arşivi, mutfak ekibine yalnızca tarif değil; ilham, tarih ve derinlik sunuyor. Bu arşiv, yemeğin ötesinde bir kültürü, bir coğrafyayı ve bir hafızayı taşıyor. Şef Ümit Dere ve ekibi, menülerini oluştururken yalnızca malzemenin değil, geleneğin ve anlamın da izini sürüyor. Sapa İstanbul’un fiziksel dokusu da sunduğu lezzetler kadar dikkat çekici.Kim Ne Okuyor?◊ Umur Talu, Francesca Rigotti’nin “Küçük Şeylerin Felsefesi” adlı eserini okuyor.◊ Tolga Gümüşay, Haruki Murakami’nin “Mesleğim Yazarlık” adlı eseri okuyor. ◊ Hale Soygazi, Nurcan Soysal’ın “Yok Zamanı” adlı eserini okuyor.◊ Ayşe Azizoğlu, Tuğba Şengül Lik’in “Ekranın Ardında Kaybolan İnsan” adlı eserini okuyor.
Source: Sayım Çınar
Sosyal medya mahkemesi yine yanıldı
Bu insanların bütün özel bilgileri ortalığa döküldü. Aşağılandılar, tehdit edildiler; gözaltına alındılar. Adaleti sağlamak için Sedat Peker’e davetiyle çıkaranlar bile oldu.Sonra ortaya çıktı ki meğer yumruk yiyen kişi önce bir kadını ağlatmış, olaylar bunun üzerine büyümüş. Burada kim haklı, kim haksız, kim haklıyken haksız tartışmasına girmeyeceğim. Bana kalırsa hepsi haksız.Önemli olan, gördüğümüz kısa bir görüntünün, önünü sonunu bilmeden verdiğimiz kitlesel tepkiler. Valilik, “Devlet sosyal medyadan yönetilmez” diye açıklama yapmak zorunda kaldı. Hele ki yapay zekâ çağında yaşıyoruz. Bu kafayla var ya, biz daha çoook kandırılırız çok.Nusret’e müstahak!Nusr’et ismiyle bilinen restorancı Nusret Gökçe’nin Münih’teki Şampiyonlar Ligi partisinden yaka paça kovulmasından niçin hepimiz mutlu olduk? E çünkü adam mantar gibi, her yerde bitiveriyor. Yetkisi olmadığı halde 2022 FİFA Dünya Kupası finalinde sahaya fırlamıştı, bir tek kazanan takım ve devlet başkanlarının dokunabildiği kupayı tokatlamıştı. Sonra Fener’in Euroleague şampiyonluğunda yine o! Sen başarılı bir işletmecisin. Otur dükkânının başında. Ne işin var kupa faresi gibi olur olmaz her yerde? Her organizasyonun kuralı, düzeni, kaideleri var… Açıklama yapmış Nusr’et: Hiçbir yerden kovulmadığını, gittiği her yerde sevgiyle karşılandığını falan anlatıyor. Kapı görevlisi tarafından yanındaki mihmandara yapılan “sevgi gösterisi”yse eğer… Batsın böyle sevda.Bağın ortasında 60 kişilik orkestraCuma akşamı İzmir-Torbalı’da, Türkiye’nin en büyük tek parsel üzüm bağı olan Arkas Bağları’nın ortasında, bir klasik müzik konseri yapıldı. Şef Gürer Aykal yönetimindeki 60 kişilik İzmir Filarmoni Orkestrası, bağın içine kurulmuş geçici sahnede 400 kişiye muhteşem bir konser verdi. 20 lüks bungalovdan oluşan Les Bungalows otelinin açılışı için yapılan konserde İzmir iş dünyası ve hatta Yunanistan’dan bile davetliler vardı. Doğayla bütünleşme temasını merkeze alan otelin yanında La Mahzen adında bir tadım restoranı ve üçüncü şubesi hayata geçen Montiano İtalyan restoranı da bulunuyor. Davet sahibi Lucien-Merve Arkas çifti, bu otelin Toskana’da planladıkları daha büyük bir agro-turizm projesinin ilk adımı olduğunu anlattı.“Hakkımızı yediler” demeyi çok isterdimTürkiye temsilcisi seçildiği andan itibaren eleştiri oklarının hedefinde olan İdil Bilgen, Hindistan’daki Miss World yarışmasında dereceye bile giremedi. Tacı, Taylandlı güzel Opal Suchata taktı.“Bize haksızlık ettiler” diye mızıkçılık yapmak istiyorum ama her iki yarışmacıya yan yana bakınca birincilik neden Tayland’a gitti, çok aşikâr: Opal, İdil’den fersah fersah güzel.Başta Bülent Ersoy olmak üzere İdil Bilgen’in seçilmesini eleştirenlere veryansın etmişti kimi isimler: Nebahat Çehre, Çağla Şıkel, İrem Derici, Fazıl Say, Aydan Şener…“Ben güzelden anlarım” kavgası çıkmıştı resmen.Eğer seçilse, “Biz demiştik, güzellik sadece dış görünüş değil, eğitim gibi şeyler önemli” diye çıkacaklardı ortaya. Şimdi anlamış bulunuyoruz ki bu bir bilim yarışması değil, güzellik yarışması.Ha bunu anlamak için Hindistan’a kadar gitmeye gerek var mıydı, o ayrı mevzu. İki fotoğrafı gösterseler kimseyi zahmete sokmadan söylerdim ben.
Source: Savaş Özbey
‘Sevindir, hatırla, paylaş, kutla’ Bayramda sevdiklerinizi şımartın!
Bayramı anlamlı kılan ince jestler1 – Kalpten gelen ziyaretlerBayramda yapılan içten bir ziyaret, en güzel hediyeden daha kıymetlidir. Bazen sadece kapıyı çalmak bile bir gönlü onarmaya yeter. Sevdiklerinizi ziyaret edin. Bu kalpten yapılan yüz yüze buluşmalar sevgi köprüleri kurar ve bayram coşkusunu en anlamlı şekilde yaşatır.2 – Özenle seçilmiş hediyelerHediyenin büyüklüğü küçüklüğü değil, içtenliği önemlidir. Sevdiklerinizin hobilerini ilgi alanlarını ve ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak seçtiğiniz hediyeler, onları mutlu etmenin harika bir yoludur. El yapımı bir hediye veya kişiye özel bir eşya da oldukça anlamlı olabilir.3 – Birlikte paylaşılan lezzetlerSevdiğiniz yanınızdaysa ona kahve yapmak, en sevdiği tatlıyı almak ya da ortak hoşlandığınız bir yemeği birlikte paylaşmanın her lokması, mutluluğu çoğaltır. Uzaksa kapısına bırakılan taze bir poğaça ve el yazısıyla yazılmış bir not bırakmak sade ama unutulmaz bir sürpriz olabilir.4 – Ortak anılarla güçlenen bağlarBayramın sıcaklığını objektife yansıtarak, geleceğe anlamlı hatıralar bırakın. İster evinizin bir köşesinde, ister açık havada; Bayramda birlikte kısa bir fotoğraf çekimi yaparak hem anıları ölümsüzleştirin hem de eğlenceli vakit geçirin.5 – Bayram mesajlarıyla gönüllere ulaşınBayram mesajları, telefonlar ve samimi sohbetlerle kurulan içten bağlar, mutluluğu artırır. Uzakta olsanız da “Mesafeler araya girse de kalplerimiz yan yana” gibi bir mesajla bayramın sıcaklığını hissettirebilirsiniz.6 – Doğa yürüyüşüyle sevdiklerinize huzur verinBayramda sevdiklerinizle doğada yürüyüşe çıkın. Temiz hava ve samimi sohbetlerle kalpleri ısıtın, ruhunuzu yenileyin. Bu huzurlu anlar, en güzel bayram hediyesi olacak.Küçük adımlarla büyük kalplere dokununBayram, mutluluğu sevdiklerimizle ve ihtiyacı olanlarla paylaşma zamanıdır.Bu bayram, bir yüreğe dokunun.Bayramda ihtiyaç sahiplerine yardım etmek, toplumsal dayanışmayı artırır ve gerçek bayram sevincini yaşatır. Sevdiklerinizle bir çocuğa bayramlık almak ya da bir yaşlıya ihtiyaç paketi bırakmak, kalplerde iz bırakır.Bu önerilerle bayramı, sevdiklerinizle daha anlamlı ve mutlu bir şekilde geçirebilirsiniz. Unutmayın, küçük bir jest bile büyük mutluluklar yaratabilir. Hepinize sevgi dolu, mutlu bayramlar!
Source: Yelda Başaran
16. Uluslararası İstanbul Opera ve Bale Festivali”nde “Rus Hamlet” bale eseri sahnelendi
St. Petersburg Eifman Balesi”nin dünya çapında büyük yankı uyandıran eseri, AKM Türk Telekom Opera Sahnesi”nde izleyicilerle buluştu.
Ünlü Rus koreograf Boris Eifman, bir hükümdarın içsel çatışmalarını, çevresindeki entrikaları ve kaçınılmaz yıkımını anlattığı eserinde, kendine özgü psikolojik derinlik taşıyan koreografisiyle çarpıcı bir şekilde sahneye taşıdı.
Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü Tan Sağtürk, etkinlik öncesi sahnede yaptığı konuşmada, festivalde seyirciyi zamanın ötesinden gelen bir hikayeye, insan ruhunun en kırılgan derinliklerine doğru bir yolculuğa davet ettiklerini belirterek, “Dünya sahnelerinde yankı uyandıran St.Petersburgh Boris Eifman Devlet Akademik Bale Tiyatrosu, güçlü koreografisiyle bizleri Rus Hamlet”in sorgulayan ve sorgulatan gölgesinde buluşturuyor.” dedi.
Festivale 20 binin üzerinde seyircinin katıldığını dile getiren Sağtürk, şöyle devam etti:
“24 Haziran 1999’da St. Petersburg’da ilk kez sahnelenen ve bu akşam Türk sanatseverlerle ilk kez buluşacak olan Rus Hamlet, Boris Eifman”ın koreografik dehasıyla, Beethoven ve Mahler”in dahiyane ezgileri eşliğinde yaşam bulan içsel bir fırtınanın ta kendisidir. Rus Prens Pavel”in hikayesi ile Hamlet”in kesişen karanlık dünyası aynı aynanın içinden geçiyor bu eserde. İkisinin de kaderi, bir cinayetin ardından sarsılan çocukluklarda, sevgiyle değil şüpheyle örülen saray duvarları arasında yazıldı. Pavel, bir ülkeyi değiştirme hayali kurarken, kendi iç sesini duyabilmek için dünya ile arasına ince bir mesafe koymak zorunda kalıyor. Biz de onu tam da o eşikte yakalayacağız. Benliği hala inançla doluyken, derinlerde bir şeylerin paramparça olduğunu hissettiği o anlarda onunla beraber olacağız. Bu akşam sahnede bir dramdan öte, bir ruhun kendi varoluşuna sorduğu o kadim soruya tanıklık edeceğiz, “Olmak mı, olmamak mı?” Kim bilir, belki yanıt da Eifman”ın dans adımlarının içinde gizlidir.”
Eserde “İmparatoriçe” rolünde “Maria Abashova”, “Veliaht” rolünde Vladimir Afonichkin, “İmparatoriçenin Gözdesi” rolünde Artyom Lepkov, “Veliahtın Eşi” rolünde “Lyubov Andreyeva”, “Veliahtın babası” ile “Hayalet” rolünde Igor Subbotin sahnedeydi.
Eifman, William Shakespeare”in Hamlet karakteri ile Rus Çarı I. Pavel arasındaki dramatik benzerliklerden yola çıkarak, tarih ve kurmacayı eserde harmanlıyor.
Bugüne kadar ABD, Fransa, Almanya, Avusturya, İtalya, Çin, Güney Kore ve Arjantin”in de aralarında olduğu birçok ülkede sahnelenen eser bu akşam festivalin kapanışında yeniden sergilenecek.
Eserin dekor ve kostüm tasarımına Vyacheslav Okunev, ışık tasarımına Alexander Sivaev ve Boris Eifman imza attı.
Koreografisiyle büyük beğeni toplayan eser, uzun süre ayakta alkışlandı.
Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.
Source:
Dördü de 4 boynuzlu! Kurban Bayramı öncesi ilgi çekiyor… Tanesi 25 bin lira
Kurban Bayramı”na günler kala Adana”da hayvan pazarlarında hareketlilik arttı. Kurbanlık almak için pazarlara gelenler, pazarlıklarını yapıp bütçelerine uygun kurbanlıkları satın alıyor.
TANESİ 25 BİN TL
Kentte uzun yıllardır küçükbaş hayvan yetiştiriciliği yapan Ercan Şimşek, pazara getirdiği 4 boynuzlu 4 koçu 20 ila 25 bin lira arasında değişen fiyatlarla satışa çıkardı.
“20 YAŞINA KADAR YAŞIYORLAR”
Uzun yıllardır Kozan ve Aladağ ilçelerinde 4 boynuzlu koyun beslediğini anlatan Şimşek şunları söyledi:
“İLK KEZ GÖRDÜM”
Kurban pazarına gelip 4 boynuzlu koçları gören Murat Aydın, “” ifadelerini kullandı.
Source: Mahmut Ekinci
Ekrem İmamoğlu, doğum gününde videolu mesaj paylaştı: Nazım Hikmet”in şiiriyle seslendi
Silivri”de tutuklu bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı ve CHP”nin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu , doğum gününde Nazım Hikmet’in “ Karıma Mektup ” şiirini okuduğunu anları paylaştı. Sosyal medya hesabı X’e getirilen kısıtlama nedeniyle CHP’nin Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi adlı hesaptan mesajları paylaşılan İmamoğlu, videosuna, “Silivri Cezaevi’nden memleket şairi Nazım Hikmet’e saygı ve özlemle…” notunu düştü. Şiirin sözleri şöyle: Bir tanem! Son mektubunda: “Başım sızlıyor yüreğim sersem! ” diyorsun. “Seni asarlarsa seni kaybedersem; diyorsun; “yaşayamam! ” Yaşarsın karıcığım, kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda; yaşarsın kalbimin kızıl saçlı bacısı en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı. Ölüm bir ipte sallanan bir ölü. Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm. Fakat emin ol ki sevgilim; zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli geçirecekse eğer ipi boğazıma, mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nazıma! Ben, alaca karanlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim, ve yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim… Karım benim! İyi yürekli altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim: ne diye yazdım sana istendiğini idamımın, daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın. Haydi bunlara boş ver. Bunlar uzak bir ihtimal. Paran varsa eğer bana fanila bir don al, tuttu bacağımın siyatik ağrısı, Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli bir mahpusun karısı.
Source: Haber Merkezi
10 Ekim Artık Dünya Saatçilik Günü Olarak Kutlanacak
10 Ekim, artık dünya genelinde saatçilik sektörü için özel bir gün olarak kutlanacak: Dünya Saatçilik Günü. Bu önemli girişim, Türkiye”den ilan edilerek uluslararası takvimlere eklendi. İlk olumlu tepki ise saatçiliğin merkezi konumundaki İsviçre”den geldi. İsviçreli saat markalarının önde gelen girişimcileri, Dünya Saatçilik Günü”nü coşkuyla kutlayacaklarını duyurdu. Tarihi Girişim: İstanbul”un Zamanın Merkezi Olması Hedefleniyor Bu özel günün hayata geçirilmesinde önemli bir rol üstlenen isim, akademisyen ve İstanbul Ticaret Odası (İTO) Gözlükçülük ve Saatçilik Meslek Komitesi Başkanı Dr. M. Çağrı Gündoğdu oldu. Gündoğdu”nun girişimleri sayesinde Dünya Saatçilik Günü takvimlere resmen eklendi.Amaç sadece bir gün ilan etmekle sınırlı değil. İstanbul”un geçmişte olduğu gibi yeniden dünya saatlerinin ayarlandığı bir merkez haline gelmesi hedefleniyor. Bu doğrultuda tarihi muvakkithanelerin restore edilmesi ve “saat ayarlama enstitüsü” olarak yeniden işlev kazandırılması için çalışmalar sürdürülüyor. Uluslararası Tanınırlık ve Büyük Organizasyon Hedefi Dr. Gündoğdu, bu gelişmenin Türkiye için önemli bir prestij olduğunu vurguladı. “Sektörümüze proje üretmek için buradayız. Biz icat çıkarmayı başardık. Dünya Saatçilik Günü”nün ilan edilmesini başardık” diyen Gündoğdu, İsviçre”nin 2025 yılının Ekim ayında bu günü kutlayacağını resmen açıkladığını ifade etti.Aynı zamanda, bu takvimi kısa sürede birçok ülkenin de kabul etmesini beklediklerini dile getirdi. Türkiye”de ise bu özel gün kapsamında büyük bir fuar düzenlenecek. İstanbul”un saatlerin yeniden ayarlanabileceği uluslararası bir merkez haline gelmesi hedefleniyor. Saatçilikte Yeni Bir Dönem Başlıyor Türkiye”nin öncülüğünde gerçekleşen bu girişim, hem saatçilik sektörü hem de kültürel miras açısından büyük bir atılım olarak değerlendiriliyor. Dünya Saatçilik Günü”nün uluslararası arenada kabul görmesi, Türkiye”nin sektörel vizyonunun bir göstergesi. İstanbul”un zamanın merkezi olma yolunda atılan bu adım, saatçilikte yeni bir dönemin habercisi.
Source: Haberler
Açelya nasıl bakılır?
Bahar aylarının en göz alıcı temsilcilerinden biri olan açelya, zarif görünümünün ardında dikkat isteyen bir bakım süreci barındırıyor. Evde yetiştirmek isteyenler için hem büyüleyici bir görüntü hem de sabırla öğrenilecek bir deneyim sunuyor. Çoğu zaman çiçeklerini neden döktüğü ya da neden solduğu konusunda soru işaretleri yaratsa da, doğru tekniklerle açelyalar evin en canlı köşesi olabiliyor. Sizin için hazırladığımız yazımızda açelya sulama ve açelya bakımı hakkındaki yanıtları tüm detaylarıyla ele aldık. AÇELYA BAKIMI NASIL YAPILIR? Açelya, narinliği ve zarafetiyle göze hitap eden, ancak her ortama uyum sağlamayan bir bitkidir. Doğru bakım yapılmadığında hızla yapraklarını dökebilir, solabilir veya çiçeklenmeyi kesebilir. Bu nedenle açelyanın ihtiyaçlarını iyi anlamak gerekir. En temel kural: bulunduğu ortamın ne çok sıcak ne çok kuru olmamasıdır. Serin ama aydınlık bir köşe, açelya için ideal ortamdır. Güneş ışığını doğrudan almak istemez; sabah ışığı ya da filtrelenmiş gün ışığı en sağlıklısıdır. Rüzgar almayan, hava sirkülasyonunun yeterli olduğu bir pencere önü, ev içinde en uygun yerlerden biridir. Toprak seçimi de bakımın temel taşlarından biridir. Açelyayı evde büyütüyorsanız, saksısının altında mutlaka suyun dışarı çıkabileceği delikler bulunmalıdır. Fazla su kök çürümesine yol açabileceğinden, bu detay hayati önem taşır. AÇELYAYA NE KADAR SU VERİLİR? Bu bitki suyu sever ama fazlasını hiç sevmez. Toprağın üst yüzeyi hafifçe kuruduğunda sulama yapmak en doğrusudur. Her gün değil, ama haftada birkaç kez kontrol etmek gerekir. Parmak ucunuzla toprağa dokunduğunuzda hafif nemli hissetmelisiniz; kuruysa sulayabilirsiniz. Açelya için musluk suyunun kireçli olması bir sorun yaratabilir. Mümkünse bir gece önceden dinlendirilmiş ya da içme suyu kullanmak çok daha sağlıklı olur. Bitkinin yapraklarına direkt su püskürtmek nemi artırmak için faydalı olabilir ancak çiçeklere su temas etmemelidir; bu, yaprak çürümelerine ve mantar hastalıklarına neden olabilir. Yazın buharlaşma daha fazla olduğu için su ihtiyacı artarken, kışın sulama aralıkları mutlaka seyreltilmelidir. AÇELYA NASIL YETİŞTİRİLİR? Açelya yetiştirmek, bir bitkiye sadece su vermekle kalmayıp onun ritmini anlamakla mümkündür. Bu bitkinin doğal yaşam alanı, nemli orman altı katmanlarıdır. Dolayısıyla evde ya da bahçede de benzer bir mikro ortam yaratmak gerekir. Açelyayı doğrudan toprağa ekmek yerine, saksıda yetiştirmek bakımını kolaylaştırır. Bu sayede hem yerini kolayca değiştirebilir hem de toprak yapısını daha iyi kontrol edebilirsiniz. İlkbahar ve yaz ayları, açelyanın aktif büyüme dönemidir. Bu dönemde azot içeren sıvı gübrelerle destek sağlanabilir, ancak aşırı gübrelemeden kaçınılmalıdır. Çiçeklenme dönemi genellikle ilkbaharda başlar ve yaz başına kadar devam eder. Bu sürede solmuş çiçeklerin nazikçe temizlenmesi, bitkinin enerjisini yeni tomurcuklara yönlendirmesini sağlar. Bu yüzden kuruyan kısımlara da dikkat edilmesi gerekir çünkü aynı sıçrama sağlam yapraklara da geçebilir. AÇELYA BAKIMINDA DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN PÜF NOKTALAR Açelya çiçeğine evde bakım yapmak isteyenler için dikkat edilmesi gereken püf noktalar: Açelyaların kökleri yüzeye yakın geliştiğinden, saksı değişiminde nazik olunmalı, kökler mümkün olduğunca korunmalıdır. Özellikle çiçek açtıktan sonra konum değiştirmek açelyada stres yaratır ve tomurcuk dökülmesine neden olabilir. Yaprak uçlarının kahverengileşmesi, yetersiz nem ya da kuru hava koşullarının habercisidir. Bu durumda ortamdaki nem artırılmalıdır. Sıcak havalarda yapraklara su spreylemek bitkinin nefes almasına yardımcı olur, ancak çiçeklere su temas ettirilmemelidir. Solmuş çiçekleri temizlemek hem görünüm hem de yeni sürgünler açısından faydalıdır. Budama aşırıya kaçmadan, yumuşak bir şekilde yapılmalıdır. Yapraklarda yapışkanlık, sararma ya da beneklenme varsa böcek istilası ihtimali göz önünde bulundurulmalı, kimyasal içermeyen doğal çözümler denenmelidir. Fazla gübre kökleri yakabilir, çiçeklenmeyi azaltabilir. Dönemsel, az ve dengeli besin takviyesi tercih edilmelidir.
Source: Habertürk