Sönmüş yıldızı parlatma!
AKP Kongresi dün; “sönmüş yıldızı parlatma” sahneleri; renk, ışık, şekil, ses, alkış coşku, algı estirilerek başladı ve bitti. Sönmüş yıldız; çekirdeğindeki azot, su, karbondioksit, amonyak, hidrojen ve metan gibi uçucu maddeler buharlaştığında geriye kalan kütle yığınıdır.
Ay, sönmüş yıldız.
Işığı aslında yok.
Güneşten alıyor.
Bize yansıtıyor.
24 yıllık partinin 22 yıllık iktidarında hep tek adam olarak kalmayı başarmış genel Başkan Tayyip Erdoğan, ona oy vermiş olanların bile çoğunun gözünde ve gönlünde sönmüş yıldıza dönmüş (oyu yüzde 30 indi) partisine, güneş olmaya devam edeceğini açıkladı.
Şöyle dedi:
İsimler fanidir.
Dava bakidir.
Kadrolar değişir.
İlkeler sabittir.
Bu kalıp cümleler; her kongrede, her seçim öncesi salonlarda, TV ekranlarında hep söylene geldi. Bu sözlerin altında şu gerçeğin yattığını artık AKP’ye oy verenlerin çoğu biliyor:
Herkes gider.
Ben kalırım.
Parti benim!
Ben partiyim!
Oysa AK Parti’nin ilk kurulduğu günlerde; “siyasal gücün bir kişinin veya grubun elinde yoğunlaşmasına” izin verilmeyeceği açıklanmıştı. Halkı, AK Partiye çeken bu vaat ve “parti içi demokrasinin işleyeceği, milletvekillerinin ön seçimle belirleneceği ve iki dönemden sonra (Genel Başkan- Başbakan- Cumhurbaşkanı da olsa) koltuğu bırakacağı” müjdelenmişti.
24 yıldır genel başkan.
3 defa Başbakan oldu.
3 kez Cumhurbaşkanı seçimine girdi. Şimdi; “Allah ömür verdiği sürece varım” yapıyor fakat “isimler fanidir, dava bakidir” diyor.
Partinin kurulup iktidara gelişinin ilk 5 yılında; “değişim-dönüşüm-ileri demokrasi- adalet- fırsat eşitliği- yokluğun kaldırılması- yoksulluğun bitirilmesi- yasakların son bulmasını” bekleyenler “AK Partiliyiz” diyorlardı. Sonra; “Reis” söylemi parti adının önüne geçti, geçirildi. “Tayyipçiyim” övünmesi onu söyleyene devlette koltuk, ihale, mevki, makam kazandırır oldu. Zaman içinde bütün kurucular, dava arkadaşları hepsi; “metal yorgunu oldular” gerekçesiyle elendi, ayıklandı, atıldı.
Güneş hiç batmadı.
Hep aynı yerde kaldı.
AK Parti başlangıçta ışığını yani gücünü ona inanan, destek olan ve oy veren halktan, çoğunlukla da kadın seçmenden alıyordu. Program ve Tüzüğünde; “Toplumları ve devletleri tahrip eden yozlaşma, yolsuzluk, usulsüzlük, çıkarcılık, iltimas, hukuk önünde ve fırsat açısından eşitsizlik, ırkçılık, partizanlık, despotluk gibi olumsuzluklar partimizin en yoğun mücadele alanlarıdır” yazıyordu.
Bugün bu itici tanımların her biri söylendiğinde akla hangi parti geliyor, siz söyleyin.
Çıkarcılık.
Partizanlık.
5 koltuklu kayırma. Din istismarın yanına yargıyı da istismar etmeyi koyma. Irkçılık. Partizanlık.
Bunların üstüne ekonomik krizin sebep olduğu halktaki geçim sıkıntısı da bindi. 41 milyon insan açlık ve yoksulluk sınırında yaşamak durumuna düştü. Reis’in oyu da yüzde 60’lardan yüzde 30’lara indi. Partinin önde gelenleri bile; “kireçlenme oldu- tıkandık” demeye başladılar.
Kireçlenme:
Halk derin mutsuzluk yaşıyor. AKP’ye oy verenler bile sorulduğunda “geleceği iyi görmüyorum” diyorlar. AK Parti Genel Başkanı Erdoğan’ın bir zamanlar en yakın dava arkadaşlarından biri olmuş Metin Külünk, “Cumhurbaşkanı’nın sosyolojisi eridi, ‘kendisi iyi ama çevresi kötü’ söylemi de aşıldı” demişti. Dün, “sönmüş yıldızı parlatma kongresi” izledik.
Fırıldak milletvekili pazarı açıldı!
İyi Parti’den seçilip iktidar partisi AKP’ye geçen 3 milletvekili Ünal Karaman, Dursun Ataş, Salim Ensarioğlu, el ele tutuşup, gülüp şakalaşarak dün AK Parti Kongre salonuna geldiler. CHP oylarıyla Gelecek Partisi’nden milletvekili seçilen ve seçim konuşmaları sırasında ateşli nutuklar söyleyip; “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi otoriter yolsuzluk düzenini kurmak amacıyla icat edilmiştir” diyen Prof. Dr. Serap Yazıcı da AK Partiye transfer oldu ve kongre salonuna geldiğinde Tayyip Erdoğan tarafından “dava arkadaşımız” görüntüsü verilerek karşılandı. Daha önce de İYİ Partiden seçilip sonra AK Partiye geçmiş olan Kürşad Zorlu, Seyithan İzsiz, Nebi Hatipoğlu da AKP’nin MKYK listesine girdiler. Bunlar; seçimler sırasında iktidarı eleştiren sonra da eleştirdikleri partiye “dava adamı olmaya geldik” diye transfer olan; açıkça seçmeni yani halkı aldatan, yalan söyleyen, ilkesiz, çıkarcı, ak dediğine kara diyen “fırıldak milletvekili pazarı ürünü” haline geldiler. Ne aldılar ya da onlara ne verildi de “dün kara dedikleri” AKP’ye bugün “sevdik seni her şeyden çok” dercesine sarıldılar? Tayyip Erdoğan, halktan yüzde 50+1 oy alma umudunu yitirdi, fırıldak milletvekili pazarından milletvekili toplayarak Meclis’te 400 milletvekili çoğunluğa ulaşmayı ve Anayasa’yı değiştirip, hep Cumhurbaşkanı kalacak yolu açmayı deniyor. Fırıldak milletvekili pazarı bu ihtiyaçtan doğdu.
Source: Necati Doğru
Türkiye’nin üzerine sivil vesayet çöktü
Türkiye her gün göz altıları, tutuklamaları, soruşturmaları, vesayeti tartışıyor. Asıl sorunlar yoksulluk, yoksunluğu, eğitimdeki aksaklıkları, yasadışı göç meselesini konuşmaya vakit kalmıyor. Memleketin halini İYİ Parti Genel Başkanı Müsavat Dervişoğlu’na sordum.
“Türk milleti iyi bil ve emin ol ki, susturulan sensin” dediniz. Son günlerde yaşanan tutuklamalar, soruşturmalar, kayyımlar vs. tüm bunlar sadece Türk milleti sussun diye mi?
Evet, yani siz, ben, bu satırları okuyan vatandaşlar, zengin-fakir, genç-yaşlı, Kürt ya da Türkmen fark etmeksizin, hepimiz. Bizi ortak kimlik etrafında birleştiren Cumhuriyet değerlerine karşı açık bir saldırı ve kalkışma ile karşı karşıyayız. Susmak ise hiçbirimizi korumayacak. Kaldı ki susmak tarihin hiçbir döneminde, hiçbir toplum için bir çare olmamıştır. 7 yıllık hamlelerine baktığınızda görürsünüz ki, İYİ Parti Türk siyasetinin ‘erken uyarı sistemi’dir. O nedenle, bu çağrım da bir uyarıdır. Konuşan Türkiye ısrarım, demokratik, adil bir Türkiye, yaşayan ve capcanlı bir Türkiye iddiamın gereğidir.
Neye karşı sussun isteniyor?
Ortadan konuşayım; Erdoğan’ı ömür boyu Cumhurbaşkanı, hatta “Başkan” seçtirmek için gözlerini kararttılar. Bunun için teröristbaşı ile pazarlık yapabilecek kadar, meclise gelsin diyecek kadar, Barzani’den icazet alacak kadar ileri gittiler. Milletimizin tüm bu saçmalıklara dur diyeceğini bildikleri için de, sindirmek, susturmak istiyorlar. Bunu sağlamak için sistematik bir şekilde milletimizi yoksullaştırdılar. Hayat gailesi içindeki milletin, kaybedebileceği değerleri umursamayacağını hesap ediyorlar. Yine yanlışlarla başladıkları açılım serüveni, baskı, gözaltı, soruşturmalar ve ağırlaşan yoksulluk. Bunlar tesadüf değil. Bunlar planlı.
Zafer Partisi Lideri Ümit Özdağ neden hapishanede?
Tam olarak aynı sebepten içeride. Yarın siz ya da bir başkası, parti genel başkanı ya da belediye başkanı, TÜSİAD başkanı yahut 15’inde bir genç, 70’inde bir emekli, hatta astrolog. Herkes aynı yerde olabilir. Bu bir gözdağıdır. İmralı’daki teröristbaşına uzatılan elden beri düğmesine basılan bu sürece karşı duran, Saray sultasına veya onun herhangi bir alandaki politikalarına itiraz eden herkes suçlu ilan ediliyor. Önce gözaltı, sonra savcılık, en son da yaşadığı yer fark etmeksizin Silivri’ye gönderiliyor. Bu ezberlediğimiz sürecin görüntüleri de iktidara yakın medyaya servis edilerek, tüm topluma “sus, düşünme, konuşma, itaat et” mesajı vermek için kullanılıyor. Olan biten budur.
Silivri’ye gittiniz, her bölmede ziyaret edilecek birileri var. Gazeteciler, yazarlar, siyasetçiler… Bu tablo size ne söylüyor? Hukukun üstünlüğünün olmadığı yerde ne olur?
İş siyasete gelince, “Yassıada”yı dillerinden düşürmüyorlar. Sayın Erdoğan birkaç ay kaldığı “Pınarhisar”ı, 28 yıldır siyasi malzeme yapıyor. Devri iktidarlarında ise hayatımıza “Silivri” diye bir lekeyi kendileri bulaştırdı.
Allah kimseyi kınadığı ile sınamasın. Kınadıkları şeye dönüştüler. Hukukun üstünlüğünün olmadığı ülkelerde, günlük hayat bir açık cezaevine dönüşür. Açlık ve sefalet olur. Sokaklarında tehdit, insanlarında korku olur. Çünkü istibdat rejimleri, korku ve açlık üzerine bina edilir. Bugün Saray sultasının yaptığı şey tam olarak budur.
Hedefin Rusya’daki gibi kimsenin konuşmadığı, muhalefetin olmadığı bir rejim inşası olduğunu düşünenler var. Türkiye Rusya olur mu?
Bunu şüphesiz Dünya’daki otoriter liderler döneminden bağımsız düşünemeyiz. Ancak Türkiye Rusya değildir. Rusya, tarih boyu çok sert otokrasilerin ülkesi olmuştur. Çarlık ve Sovyetler Birliği’ni, Putin izlemiştir. Türkiye’de ise darbe dönemleri dışında bu kadar baskıcı bir idare olmamıştır. Geçmişte de, demokrasi ve hukuk alanlarında, insan haklarında eksiklerin olduğu dönemler gördük. Fakat en büyük fark, bu eksiklerden mahcup olmak yerine, bunları istismar eden, bunlardan istifade eden ve bunlarla da övünen bir iktidarla, anlayışla ilk defa karşı karşıyayız. Erdoğan’ın uzun zamandır rol modelinin Putin olduğu kesin. Sanıyorum özellikle son TÜSİAD hamlesiyle de bu benzerliği pekiştirme gayretinde. Unutulmamalıdır ki, istibdat her coğrafya ve millet için sonuçları itibariyle bir zorbalık biçimidir. Özenilecek bir şey de değildir. Ne kadar uzun sürerse sürsün, tarihin her döneminde istibdatı araçsallaştıranlar için neticesi hüsran olmuştur. Yani zulüm ile abad olunmaz. Bu sorunuz aklıma sayın Cumhurbaşkanı’nın bir röportajdaki sözlerini getirdi.
Hangi sözler?
“Şu anda dünyada liderler arasında iki kişi kaldı. Bir ben varım, bir de Vladimir Putin var.” Bunu muhtemel ki görev süresi açısından söyledi. Ama, yönetim biçimlerini ve tarzlarını hesaba kattığımızda, bence tam bir tevafuk.
Erdoğan TÜSİAD’ın açıklamaları için “Buram buram provokasyon kokuyor. Eski Türkiye’yi özlüyorsanız yeni Türkiye’de haddinizi bileceksiniz” dedi. İlk sorum şu, provokasyon kokusu aldınız mı?
Açıkçası, Erdoğan’ın bu sözlerini okuduğumda tebessüm ettim. Malum grup konuşması hemen bizden sonraydı. TÜSİAD ya da bir başka STK ya da kişi fark etmez, ben olaya şuradan bakıyorum: TÜSİAD’ın hatası konuşmak değil, geç kalmaktır. Geç kalmak, bu baskı ortamında, iktidarın korku siyasetine susarak, zemin hazırlamaktır.
Haberlerde siyasetçilerin en çok şu ifadeler üzerinde durduklarını gördüm: Darbe, soruşturma, tutuklandı, gözaltına alındı, kayyım atandı, terörist, vesayet. Bu bize ne söylüyor?
İşin gerçeği bu ki; Bugün, kayyım, Türkiye’nin başındadır. Aslolan bu kayyım düzeninden kurtulmak. İktidar her itirazı darbe, her itiraz edeni de darbeci, terörist diye yaftalıyor. İktidar mahfillerinden yaptırılan ve en fazla “Deli saçması” olarak nitelendirilebilecek çıkışları, iktidar kontrolünde olmayan medyanın da çok büyük, çok önemliymiş gibi sunmaması gerekiyor. Benim bakışım bu. Çubuğu tersine bükmeyi öğrenmek zorundayız. Bilin ki iktidar, muhaliflere kötü bir ithamı çok sık yapıyorsa, o ithamdakinin aslında kendisi olduğunu biliyordur. Darbeciler her yerde darbe arar. Vesayetçiler her yerde vesayet görürler.
TÜRKİYE’Yİ ERDOĞAN VESAYETİNDEN KURTARACAĞIZ
Evet Türkiye’de geçmişte üniformalı vesayet vardı. Ama vesayete son vereceğiz diyen Recep Tayyip Erdoğan, FETÖ eliyle yargı-emniyet vesayetini bela etti. Ardından FETÖ ile mücadele gerekçesiyle olağanüstü hali vesayet aracı olarak kullandı. Ve sistemi değiştirip, olağanüstü yetkiler kuşandıktan sonra da, Türkiye’nin üzerine sivil vesayet çöktü. Buradan çıkan sonuç ne; Evet, bildiğimiz bir gerçekmiş, takiyyecilermiş. Ama biz, Türkiye’yi Erdoğan vesayetinden kurtarmak zorundayız, kurtaracağız.
ERDOĞAN TÜRKİYE’Yİ DEĞİL, KENDİNİ SEVİYOR
Eski Türkiye-Yeni Türkiye tartışması AKP iktidarından bu yana yapılıyor. Sizin pencerenizden eski ve yeni Türkiye arasında farklar neler?
Erdoğan’ın bu “Eski Türkiye, Yeni Türkiye” saplantısı için söylenecek iki şey var: Biz Türkiye’yi her haliyle seviyoruz. Her şeye rağmen seviyoruz. Geçmişi ve geleceğiyle seviyoruz. Ama sayın Erdoğan Türkiye’yi sadece kendiyle seviyor. Bir başka deyişle, ülkenin idaresi ondaysa seviyor. Yani aslında, Türkiye’yi değil, kendini seviyor. Özlediğimiz şey, sözün senet olabildiği bir toplumsal hayattır. Adaletin olduğu düzendir. En önemlisi, yaptıklarından ve yapamadıklarından hicap duyan bir siyaset anlayışıdır. Kısaca hükümdar gibi değil, hükümet gibi davranan bir idaredir. 6 kere gidip, 7 kere de gelinebilen bir temsil mekanizmasını özlediğimiz doğrudur. Eski Türkiye’de maksimum 6 ay süren ekonomik krizler yaşadık. Yeni Türkiye’de ise 7 yıldır içinden çıkamadığımız bir ekonomik kriz var. Bile isteye sürdürülen yoksulluk, yoksunluk, yolsuzluk ve yasaklar var.
ESKİ OLAN ERDOĞAN
İşin asıl can alıcı noktası ise şu; Türkiye’de bir dönemi ya da dönemleri eleştirebilirsiniz. Yapılan yanlışları tekrarlamaz, yeni bir anlayışla idare edebilirsiniz. Ama Sayın Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”si, yeni bir devlet kurmayı işaret ediyor. İşte orada duracaklar. Çünkü, yeni bir devlet kurmak için, önce eskisini yıkmanız gerekir. Türkiye Cumhuriyeti yıkıldı da bizim mi haberimiz yok? Bu tehlikeli bir yaklaşımdır. Çünkü Türk milleti, gözbebeği gördüğü Cumhuriyeti ile “Yıkılmak” kelimesini yan yana bile kabul etmez. Kaldı ki, Türkiye’de eski olan artık Erdoğan’ın kendisidir. İktidar olduğu gün doğan bebekler bugün 23 yaşında. O bebek emeklerken Erdoğan vardı. Yürürken Erdoğan vardı. Konuşmaya başladığında, ilkokula, ortaokula gittiğinde de Erdoğan vardı. Üniversiteyi bitirdiğinde, askerliğini tamamladığında da Erdoğan vardı. 100 yıllık Cumhuriyetin çeyrek asrında iktidarda olan biri, zaten eskiden kalmadır. O yüzden de eski olan Erdoğan’dır.
CUMHURİYETİ KAPATMAYA UĞRAŞIYORLAR
“Bunlarda Mustafa Kemal acısı, Bizde Cumhuriyet aşkı oldukça, bunların yılanlığı bitmez, bizim de mücadelemiz” diyorsunuz, Cumhuriyet ile bir dertleri olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Düşünmüyorum. Görüyorum, görüyoruz demek daha doğru. Cumhuriyet’i
100 yıllık parantez olarak adlandırıyorlar. Parantez dedikleri, Türk tarihinin şahikası olan Cumhuriyet’i kapatmaya uğraşıyorlar. Türk Milleti’ni bölmeye çalışıyorlar. Atatürk’e kendileri değil, piyonlarıyla her vesileyle saldırıyorlar. “Eski Türkiye” diye işaret ettikleri yerde, sadece 1990’lı yıllar yok. O, lafın ekran koruyucusu. Orada Mustafa Kemal Atatürk var, onun devlet ve millet anlayışı var. “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz diye yemin eden genç teğmenleri” ordudan atan anlayışın derdinin ne olduğu ortada değil mi? Cumhuriyeti kuran liderin askeri olunmasından bile rahatsız oluyorlar. Varın, kurduğu cumhuriyetten rahatsızlıklarını siz hesap edin.
BU İKTİDAR MAŞA KULLANMAYI SEVER
İmralı sürecini konuşalım. Bu süreci yakından takip ettiğinizi biliyorum. ‘Terörsüz Türkiye’ projesi, aslında ne projesi size göre. Tam olarak neye itiraz ediyorsunuz? Bu arada HÜDA-PAR’ın taleplerini de hatırlatmakta fayda var.
Sondan başlayalım. Bu iktidar, maşa kullanmayı çok sever. İşine gelen şeyleri kendi söyler, gelmeyenleri başkasına söyletir. Elini yok yere kirletmez. Büyük lafları da genelde meczuplara söyletir. Kamuoyunu dener, nabız yoklar. Tepki yoksa el yükseltir. Anlamlı tepkiler gelirse de konuyu rafa kaldırır.
Hatırlayalım, bu mevcut sürece adım adım, sözde yeni Anayasa sürecinden geldik. O gün de söylemiştim, aynı yerdeyim. Tek adamlığı tahkim etmeyi, onu ebedi hale getirmeyi amaçlayan bu sürece kapılarımız kapalı demiştim.
İsmini koymaktan dahi çekindikleri, sizin “İmralı süreci” dediğiniz, bizim “kalkışma” dediğimiz süreç de, bunun bir parçasıdır. Kısaca “Ver Apo’yu, al ömür boyu başkanlığı” pazarlığı yürütülmektedir. Arka plandaki uluslararası gelişmeler ne olursa olsun, iktidarın kendi namına yaptığı hesap budur. Her yangından mal kaçırmak, her krizden fırsat yakalamak gibi bir hayat felsefesine sahipler.
Bu süreçte eski partiniz MHP’nin tavrını da çokça eleştirdiniz. Devleti, Bahçeli’ye karşı koruyacağım aklıma gelmezdi dediniz. Bugün bir anlam verebiliyor musunuz?
Parçası oldukları süreci kendilerinin bile anlamlandıramadığını bildiğim için, ilave bir şey söylemeye gerek duymuyorum. Allah şifa versin.
ERKEN SEÇİM TUZAĞINA DİKKAT
Son olarak Türkiye CHP’nin cumhurbaşkanı adayını konuşuyor. Siz ısrarla “Erdoğan aday olamayacak” diyorsunuz. Erken seçim bekliyor musunuz?
Ben demiyorum. Anayasa öyle diyor. Yani Milletin devletle yaptığı ana sözleşme öyle diyor. Bu toplumsal sözleşmenin üzerinde bir şey yoktur. Erdoğan adaylığını hukuksuzca bir kere daha dayatarak, muhalefetin aktörlerine “gel gel” yapıyor. O sahaya girmek, kuralsızlığı kabul etmektir diyorum. O sahada hakem Erdoğan’dır, rakip Erdoğan’dır. Kural kitabını keyfince değiştirebilme gücü ve niyeti içindedir. Kısaca erken seçim, bu anlamıyla tuzaktır. Erdoğan’a fırsat yaratacak bir tuzaktır. Erken seçimi, doğru stratejiyle, Erdoğan’ın yeniden ve hukuksuzca aday olabilmesi için değil, bu kayyım düzeninden kurtulmanın bir aracına, yoluna çevirmeliyiz. Derdim budur. Ak Parti Genel Başkan Yardımcısı Kasım 2027’de erken seçim olabilir dedi. O tarihi uygun gördülerse, bu bir ihtiyaç ise, o halde Erdoğan’ın da yetkisi var. Kendisi seçim kararı alsın. Ama ondan hiç bahsetmiyorlar. Çünkü o zaman bir daha aday olamıyor. O yüzden, muhalefet bu tuzağa düşmemeli, doğru bir stratejiyle hareket etmeli.
CHP’nin adayına mı destek vereceksiniz yoksa kendi adayınızı mı çıkaracaksınız?
Ben doğru bir stratejiden bahsediyorum, siz bu soruyla benden iktidarın ekmeğine yağ sürecek bir yola taş döşememi istiyorsunuz. (Gülerek)
Zamanı gelince, şartlar oluştuğunda İYİ Parti tavrını ve kararını milletimizle paylaşır.
Mansur Yavaş, erken bir hamle olduğunu söyledi. Size göre de şu anda cumhurbaşkanı adayı tartışmak hatalı mı?
Ben meseleyi bir parti açısından değerlendirmiyorum. Mansur bey anladığım kadarıyla, partisinin stratejisine bir eleştiri olarak ifade ediyor. Oysa ben, Erdoğan’ın bir kez daha aday olmasının önünü açacak bir stratejik hataya işaret ediyorum. İçeriği ve sebepleri bakımından farklı.
MUSTAFA KEMAL’İN ‘TÜRK MİLLETİ’ TARİFİ REHBERİMİZDİR
Milliyetçilerin önümüzdeki dönemde daha fazla bir araya gelmesi, hatta birlikte hareket etmesi mümkün müdür?
Türk Milliyetçiliği fikriyatı Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu iradesidir.
Dolayısıyla Cumhuriyete bir saldırı olduğunda, tehlike altında olduğunda, 1919’da duruma vaziyet ettiklerinde de gördüğümüz gibi, Türk Milliyetçileri, kendi aralarında birleşmeyi değil, milleti birleştirmeyi hedef almıştır. Bugün olması gereken de bu. O yüzden hemen her gün tekrarlıyorum; Bizim şu an öncelikli görevimiz, sağcı ile solcuyu, seküler ile mütedeyyini, Alevi ile Sünni’yi, Türkmen ile Kürt’ü aynı ülkü etrafından birleştirmektir. Çünkü, Gazi Mustafa Kemal’in “Türk Milleti” tarifi rehberimizdir. Ne diyor Atatürk; Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk Milleti denir. Yani farklı etnik kimliklerden vatandaşlarımız, bir devlet kurma ülküsüyle bir araya gelmiştir. Bugün de o devleti, o cumhuriyeti korumak için bir araya gelmelidir. Milliyetçiler, vatanseverler, her kim ki aklında ve kalbinde Atatürk’e saygı ve minnet duymaktadır; Cumhuriyet değerlerine bağlılık taşımaktadır, omuz omuza olmalıdırlar. İyi Parti olarak bu misyonla hareket ediyoruz. Bu birliği sağlayacak olan da biziz. İddiamız ve hedefimiz budur. Bu birliğin milletimize sağlayacağı şey şudur; Eski Türkiye dedikleri zamanlarda fitre verebilen emekçilerimiz, emeklilerimiz, bugün fitreye muhtaç haldeyse, diyanet, onlara fitre verilebilir diyorsa, omuz omuza verip, bu harami düzeni değiştirmeliyiz. Asıl mesele iştir, aştır, ekmektir.
Source: İpek Özbey
Kedisi de yanındaydı… Uyuyakaldığı otomobilde can verdi!
Bartın da yürek yakan olayda, Çaydüzü Mahallesi’nde oturan Bekir Aydın (38), önceki gece kendisine ait oto tamirhanesine gitti. OTOMOBİLİN İÇİNDE ÖLÜ BULUNDU DHA daki habere göre Aydın eve dönmeyince ailesi polise ihbarda bulundu. Dün saat 15.00 sıralarında tamirhaneye giden polis ve sağlık ekipleri, Bekir Aydın’ı tamirhanedeki çalışır haldeki otomobilinde ölü buldu. KEDİSİ DE ONUNLA CAN VERDİ Bekir Aydın ın yanındaki kedisinin de öldüğü belirlendi. Aydın’ın cenazesi, otopsi yapılmak üzere Bartın Devlet Hastanesi morguna kaldırıldı. SORUŞTURMA DEVAM EDİYOR Bekir Aydın’ın ısınmak amacıyla kaloriferi açmak için otomobilin çalıştırdığı ve içinde uyuyakaldığı üzerinde durulurken, olayla ilgili soruşturma başlatıldı.
Source: Habertürk
Mehmetçik 4 kilometrelik karlı yolu 10 dakikada aştı
Beytüşşebap ilçesinde kar nedeniyle kapanan yolu açmaya giden özel idare personelleri, yol açma çalışmaları sırasında çığ düşmesi sonucu mahsur kalmış ve ilk olarak tabur komutanlığını aramıştı. Olayı duyan tabur komutanı, askerleriyle berber 10 dakikada 4 kilometrelik yolu kat ederek çığ altında kalan operatör İrfan Cin”i kurtarmaya gitti. Zamanla yarışan askerlerin, nefessiz kalan operatörü dozerden çıkarıp birliğe götürdüğü öğrenildi.
Source: Www.star.com.tr
Birlikte yürüdüğü arkadaşını tabancayla bacağından vurup kaçtı; o anlar kamerada
BURSA”da Nurettin K. (23), sokakta birlikte yürüdüğü arkadaşı Serhat H. tarafından sol bacağından tabancayla vuruldu. O anlar, güvenlik kamerasına yansıdı.Olay, dün saat 13.00 sıralarında Yıldırım ilçesi Ortabağlar Mahallesi”nde meydana geldi. Nurettin K., sokakta birlikte yürüdüğü arkadaşı Serhat H. tarafından sol bacağından tabancayla vurularak yaralandı. Şüpheli koşarak uzaklaşırken, Nurettin K. ihbarla gelen sağlık ekiplerinin ilk müdahalesinin ardından Bursa Yüksek İhtisas Eğitim ve Araştırma Hastanesi”ne kaldırıldı.Diğer yandan saldırı, bir iş yerinin güvenlik kamerasına yansıdı. Görüntülerde; şüphelinin, yan yana yürüdüğü arkadaşını bir anda belinden çıkardığı tabancayla vurduğu, yaralanan Nurettin K.”nin can havliyle kaçmaya çalıştığı, Serhat H.”nin de koşarak uzaklaştığı görüldü.Polis ekipleri, kaçan şüpheliyi yakalamak için çalışma başlattı.
Source: Ekim Devrim Manduz
16 ilde DEAŞ operasyonu: 92 gözaltı
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya: 16 ilde DEAŞ terör örgütüne yönelik son 1 haftadır devam eden “GÜRZ-47” operasyonlarında 92 şüpheli terör örgütü mensubu yakalandı.Ayrıntılar geliyor…16 ilde DEAŞ Terör Örgütüne yönelik son 1 haftadır devam eden “GÜRZ-47” operasyonlarımızda; 92 şüpheli Terör Örgütü Mensubu yakalandı.❗️İster içeride, ister dışarıda olsun teröristleri etkisiz hale getirmek ve halkımızın huzur ve güvenliğini sağlamak için operasyonlarımıza… pic.twitter.com/QnzcOZVfZa— Ali Yerlikaya (@AliYerlikaya) February 24, 2025
Source: Www.star.com.tr