Apo’ya bahçeli müstakil villa
2014 yılıydı, bundan önceki açılım dönemiydi, Öcalan’ın İmralı’daki şartlarının iyileştirildiği konuşuluyordu, televizyon verildiği, yanına sekreterya gibi çalışacak mahkumlar yerleştirildiği, hatta pek yakında cezaevinden çıkarılacağı konuşuluyordu, asrın liderimiz ise yalanlıyordu, “herhalde kalkıp da özel villa tahsis edecek halimiz yok” diyordu.
Hayaldi gerçek oldu…
Öcalan’ın umut hakkıyla serbest bırakılsa bile, güvenlik nedeniyle İmralı’dan ayrılmak istemediği, ömrünün geriye kalan bölümü için adanın ormanlık alanında kendisine üç artı bir müstakil bahçeli ev inşa edileceği, telefon ve internet bağlantısının olacağı, pazarlıkların bu çerçevede yürütüldüğü konuşuluyor.
Aslına bakarsanız, Öcalan bahçeli müstakil evde yaşamayı seviyor, daha önce iki defa villada oturmuştu, biri Lazkiye’deydi, öbürü Roma’daydı.
Roma’daki villasının adresi, Quartiere Inferno, Via Male’ydi. Türkçesi, Cehennem mahallesi, Kötülük sokak’tı. Adresi cuk oturmuştu yani! Cehennem ve kötülük, tarihin gelmiş geçmiş en kanlı terör örgütünün lideri için bundan daha ideal bir adres olamazdı.
Dubleksti, kepenkliydi, bahçesi palmiyeliydi, sayfiye villasıydı.
Sahibi, Enrico Peli adında bir pilottu. Villasını aylık 2 bin 200 dolardan, bir yıllığına kiralamıştı ama, kime kiraladığını bilmiyordu. Kiracıyı bulup getiren, sözleşmeyi hazırlayan, Marino emlak bürosunun sahibi Enrico Gavello adında bir emlakçıydı. Bu emlakçı Gavello da, villayı kiralayan Ahmet Yaman’ın kim olduğuyla ilgilenmemişti, kordiplomatik plakalı araçla gelen bu kişi aslında PKK’nın Roma temsilcisiydi ama, emlakçı “bana ne birader” demişti, “ben komisyonuma bakarım” demişti.
Üç gün sonra, en başta Türk medyası, bütün dünya medyası mahalleye üşüşünce, ev sahibi ve emlakçı, kiracının aslında kim olduğunu öğrenmiş oldular!
Kiracı, Moskova’dan Aeroflot uçağıyla Fiumicino havalimanına inen, Konya’nın Kulu ilçesi Çöpler köyü nüfusuna kayıtlı Abdullah Sarıkurt’a ait çalıntı pasaportu taşıyan, Abdullah Öcalan’dı, Roma’ya iner inmez güya gözaltına alınmış, hastaneye götürülmüş, dümenden kalp hastası raporuyla serbest bırakılmış, Cehennem mahallesi Kötülük sokak’a yerleştirilmişti.
Villaya uzaktan dürbünle bakmak bile yasaktı, İtalya iç istihbarat teşkilatı Digos tarafından korunuyordu, sokağa bariyer yerleştirilmişti, çatıya keskin nişancılar yerleştirilmişti. Öcalan genellikle öğleden sonraları bahçesinde yürüyüş yapıyordu, kaslarını esnetiyordu. Bu villada devlet adamı pozlarıyla basın toplantısı filan düzenliyordu, Digos ajanları özellikle Türk gazetecileri donuna kadar arıyordu, suikast olmasın diye kalemleri bile kontrol ediyorlardı. Öcalan sanırsın moda ikonuydu, Calvin Klein takım elbise, Ferragamo kravat, Enrico Coveri gömlek giyiyordu, ayağında Alman işi sandaletler vardı, gri yün tenis çorabı giyiyordu, bileğinde Suriye hatırası altın kol saati vardı, ne kadar entelektüel olduğunu gösterebilmek için Antik Roma dönemine ait kitaplar okuduğunu anlatıyordu, Machiavelli’ye hayran olduğunu filan söylüyordu.
Öcalan’ın komşuları, yani Cehennem mahallesi Kötülük sokak sakinleri paniğe kapılmıştı, eli silahlı gizli servis elemanları her köşede nöbet tutuyordu, her an bombalanacağız korkusuyla yaşıyorlardı, huzurları kaçmıştı, “bu Öcalan denilen herif derhal gitsin burdan” diyerek, imza kampanyası başlattılar. Bunun üzerine, villanın sahibi Enrico Peli, mahkemeye koşturdu, “kandırıldım” dedi, “kiracının bu olduğunu bilmiyordum” dedi, “telefonum susmuyor, tehdit ediliyorum, Türkiye’nin düşmanı ilan edildim, hayatım kabusa döndü, derhal evimi boşaltsın” diyerek, tahliye davası açtı.
Öcalan iki ay sonra kaçtı gitti…
Ama, evsahibinin kabusu bitmedi.
Çünkü, elebaşı gitmişti, PKK’lılar kalmıştı.
Sözleşme sonuna kadar bir yıl boyunca o villada oturmaya devam ettiler.
(Türk medyası işin bu tarafını hiç yazmadı, sayın medyamız Öcalan gittikten sonra villanın akıbetiyle hiç ilgilenmedi. Ben hariç!)
Halbuki… Ev sahibi güya aylık 2 bin 200 dolardan kiraya vermişti ama, tek kuruş bile alamadı. Ödemediler. Ev sahibi gene mahkemeye koşturdu, bu defa emlakçıyı dava etti, “senin getirdiğin kiracı paramı vermiyor” diyerek, emlakçıdan tazminat istedi. Mahkeme dosyayı inceledi, “muhatabın emlakçı değil, muhatabın kiracı, hesap soracaksan kiracına hesap sor” kararı verildi. E, terör örgütünü mahkemeye verse, tam papazı bulacak, mecburen tazminattan mazminattan vazgeçti, 26 bin 400 dolarlık yıllık kira gelirinin üstüne bir bardak soğuk su içti.
Ama çilesi bitmemişti… Sıtkı sıyrılmıştı, “artık bu villayı görmek bile istemiyorum” dedi, 350 bin dolardan satılığa çıkardı. Bir yıl geçti, yok, iki yıl geçti, yok kardeşim, alıcı çıkmadı. Çünkü, mahallenin çivisi çıkmıştı! Dedim ya, sakin, huzurlu, sayfiye muhitiyken, Öcalan gelince, mahallenin her köşesinden, sokağın her açısından naklen yayınlar yapılmıştı, hangi pencereden hangi villanın bahçesi görünüyor, güvenlik kameraları hangi direklerde var, suikastçiler nereden girerse, nereden kaçabilir filan, aylarca detaylı detaylı krokiler tartışılmıştı, böylece, hırsızlara yol haritası çıkmıştı! Öcalan gidip, mahalle yeniden sessizliğine bürününce, teeeek tek bütün villalar soyuldu iyi mi… Öcalan’ın bütün komşularını soydular. İllallah diyen, satılığa çıkardı, satılıklar artınca fiyatlar düştü. Öcalan’ın ev sahibi, villasını teee dört yıl sonra, anca 225 bin dolara satabildi.
Ama çilesi bitmemişti… Öcalan’ın ev sahibi Enrico Peli, pilot olarak Alitalia’da çalışıyordu. Yüksek kiraya tamah edeyim derken, başına bunlar geldiği için, bütün İtalya medyasında alay konusu oldu, işyerinde alay konusu oldu, arkadaşları habire laf sokuyordu. Bazıları ise, “bilmeden kiraya verecek kadar salak olamaz, bu pilot muhtemelen derin devletin adamıdır” diyordu, herkes uzak durmaya başlamıştı, herkes şüpheyle bakar hale gelmişti, selamı sabahı kesiyorlardı, yalnızlaştı. Baktı olacak gibi değil, emekliliğini istedi, Alitalia’dan ayrıldı, sessiz sedasız köşesine çekildi.
Villasını Öcalan’a kiralayan adamın, kelimenin tam manasıyla hayatı kaymıştı.
Lazkiye’deki villasına gelince… Öcalan’ın Şam’da oturduğu apartman dairesiyle Lazkiye’de oturduğu sayfiye villası, Abdullah Bedro adında birine aitti. Abdullah Bedro denilen bu arkadaş, Suriye Kamışlı’daki en büyük Kürt aşiretlerinden birinin lideriydi, PKK destekçisiydi, dairesini ve sayfiye villasını Öcalan’a tahsis etmişti. Gel zaman git zaman… Öcalan, Türkiye’nin baskısıyla Suriye’den kaçmak zorunda kaldı, Hafız Esad öldü, yerine Beşar Esad geçti, bilahare malum, Suriye’de çarşı karıştı, iç savaş çıktı. Abdullah Bedro dümeni başka örgütlere kırmıştı, PKK’ya mesaj gönderdi, “nasıl olsa artık siz kullanmıyorsunuz” deyip, tapuları kendi üstüne olan daireyi ve villayı geri istedi. PKK yönetimi gayet iyiniyetli (!) davrandı, “sen hangi tapudan bahsediyorsun ulan yavşak” deyip, Abdullah Bedro’yla üç oğlunu sokağın ortasında şakıııır şakır taradılar, Abdullah Bedro’nun oğulları öldü, Abdullah Bedro ağır yaralandı, komaya girdi, ameliyat üstüne ameliyat geçirdi, neticede kefeni yırttı ama, bir böbreğiyle, dalağı alındı, villayı millayı geri istemekten vazgeçti, o adresleri şu anda fiilen hala PKK kullanıyor.
Hani “ev alma komşu al” derler ya… Öcalan işte böyle şahane bir komşudur!
Sayın devletimiz hazır İmralı’da müstakil bahçeli villa inşaatına başlarken, müstakbel ev sahiplerini şimdiden bilgilendireyim istedim… Pek hayırlı kiracıdır!
Source: Yılmaz Özdil
Türkiye barışa değil felakete doğru gidiyor
Rahmetli babam Muzaffer Özdağ anlatmıştı. Ankara’da, emekli Hava Korgeneral A.E.’nin cenazesi askeri törenle kaldırılıyor. Cami avlusunda askeri erkân yerini almış. Musalla taşı üstünde bayrağa sarılmış bir tabut. Öğle namazının ardından birkaç kişi namazda saf tutuyor. Sonra askeri erkân Chopin’in cenaze marşı eşliğinde tabutun arkasında yürüyor ve cenaze arabası yola çıkıyor.
Babam bunu anlattıktan sonra, her zaman yorulunca yaptığı gibi, avuçlarıyla yüzünü sıvazlayıp: “Eğer uzaylılar bu sahneyi yukarıdan izlediyse, bu ordu ile bu siviller aynı milletin mensubu olmayabilirler şeklinde bir rapor yazmışlardır” derdi.
O günlerde Türkiye bir yandan PKK terörüyle mücadeleye devam ediyor, diğer yandan 28 Şubat’ın rüzgârları esiyordu. Güneydoğu’dan gelen şehit cenazelerinin namazını yine siviller kılıyor; askeri erkân ise namazın ardından cenazenin arkasında yürüyordu. O günlerde konuştuğum her general ve subaya bunun çok yanlış olduğunu ifade ediyor, Türk Milleti’ne kendi şehidinin cenazesini kılmayan bir orduyu izah etmenin mümkün olmadığını söylüyordum.
AKP’NİN 28 ŞUBAT’I
Güneydoğu’da helikopterlerden “Allah’ın ipine sarılın” yazılı bildiriler atıp, şehit cenazesinde kenarda durmak ne izah edilebilir ne de kabul edilebilir bir tutumdu. Türk ordusu ve Türk devleti bu uygulamalarla Türk halkının muhafazakâr kesimiyle yabancılaştı. Başörtüsü ve türbana yönelik izahı mümkün olmayan sert tavırlar, milyonlarca muhafazakârın kendi ülkelerinde ikinci sınıf yurttaş oldukları hissine kapılmasına neden oldu. Ve bu hissiyat AKP’nin politik yükselişini gerçekleştirdiği sosyolojinin ana psikolojik dinamiği hâline geldi.
Aradan 23 yıl geçti. Şimdi toplum bir anlamda AKP’nin 28 Şubat’ını yaşıyor. 28 Şubat, muhafazakâr tabanı yabancı hissettirmişti. AK Parti’nin ötekine reva gördüğü 28 Şubat’ı ise 19 Mart sonrasında Düşman Ceza Hukuku uygulamalarına tepki olarak sokaklara çıkan genç, yaşlı, emekli insanlara benzer bir duyguyu yaşatıyor.
Bu insanların nasıl bir hissiyatla sokağa çıktığını düşünürken, birkaç gün önce Silivri’de ziyaretime gelen genç bir avukatın söylediği bir cümle, sokaktaki ruh hâlini çok iyi anlattı. İç Anadolu’dan, esnaf bir aileden, muhafazakâr bir damardan gelen bu genç adam, görüş kabininde yüzünde ıstıraplı bir ifade ile şöyle dedi: “Ülke bizim gibi hissetmiyoruz.” Bu, muhtemelen 2000’lerin başında AK Parti tabanının hissettiklerine çok benzer bir duyguydu.
HERKES RAHATSIZ
Türkiye, politik, ekonomik ve toplumsal bir kaosun pençesinde. Politik kutuplaşma düşmanlaşmaya, ekonomik kriz ekonomik programın çöküşüyle buhrana, toplumsal gerilim ise çatışmaya doğru ilerliyor. Yüksek tansiyon, nasıl ki vücudun organlarını olumsuz etkiliyorsa; toplumsal yüksek tansiyon da siyaseti, ekonomiyi, iktidarı ve muhalefeti olumsuz etkiliyor. Nasıl ki insanda yüksek tansiyonu tetikleyen etkenler varsa, toplumsal yüksek tansiyonu da tetikleyen bazı faktörler var. Bunların en önemlilerinden biri, bir süredir iktidarın muhalefete yönelik uyguladığı düşman ceza hukukudur. Bu uygulamalar o kadar yaygınlaştı ki, ülkede bir süredir iki farklı hukuk sistemi yan yana işlemeye başladı.
İktidara yakınsanız, yasalar size ya en yumuşak şekliyle uygulanıyor ya da hiç uygulanmıyor. Benzer bir şeyi muhalif bir siyasetçi, gazeteci ya da yurttaş yaparsa, yasaların en sert maddeleri devreye giriyor. Hukuk sistemimizde yaşanan bu krizi artık “bağımsız yargı” ya da “yargının araçsallaştırılması” gibi kavramlarla açıklamak mümkün değil.
1960 ABD ÖRNEĞİ
Peki, düşman ceza hukuku nedir? Bunu bir benzetmeyle açıklamak istiyorum:Bugün Türkiye’de muhalifler, 1960’lı yılların sonuna kadar ABD’nin güney eyaletlerinde yaşayan siyah Amerikalılar gibi muamele görmektedir. Kâğıt üzerinde herkes eşit siyasal ve yasal haklara sahiptir. Ancak Mississippi’de yaşayan siyah bir Amerikalı, beyaz bir hâkimin karşısına çıktığında, anayasal ve yasal haklarının fiilen hiç de eşit olmadığını görürdü.
İKTİDAR YANLISI SERBEST
Bugün Türkiye’de muhalifler de aynı deneyimi yaşıyor. İktidar yanlısı bir trol, İstanbul’daki İsrail Başkonsolosluğu’nu basma çağrısı yapıyor; kitleler konsolosluğa yürüyor, olaylar çıkıyor, mağazalar tahrip ediliyor, polis ve yurttaşlar yaralanıyor. Ancak hiçbir savcı bu kişiyi ifadeye bile çağırmıyor. Aynı çağrıyı benzer sonuçlarla muhalif bir gazeteci yapsa, derhal tutuklanır. Rasim Ozan Kütahyalı’nın “CHP’ye kayyum atanacak” iddiası, iktidar yanlısı gazeteciler tarafından bile tepkiyle karşılandı. Borsa çöküş yaşadığı için Adalet Bakanı müdahale etti ve Kütahyalı Bolu’dan SEGBİS aracılığıyla Ankara Başsavcılığı’na ifade verdi; ardından yoluna devam etti. Oysa aynı açıklamayı muhalif biri yapsaydı tutuklanırdı.
Düşman ceza hukuku, yasada suç olarak tanımlanmayan gerekçelerle insanların tutuklanması anlamına gelir. Örneğin Ayşe Barım, yasada olmayan “etki ajanlığı” suçlamasıyla tutuklandı. Mahkeme kendisini serbest bırakmasına rağmen, savcılık bu karara yasaya aykırı şekilde Ağır Ceza Mahkemesi’ne itiraz ederek Barım’ı tekrar tutuklattı.
Bir yurttaşın ulaşabileceği en yüksek yargı organı Anayasa Mahkemesi’dir. Kararları TBMM’yi ve tüm yargı organlarını bağlar. Ancak Can Atalay davasında iktidar, Anayasa Mahkemesi kararını tanımadı. Bu açıkça düşman ceza hukuku uygulamasıdır. Anayasal haklar yok sayılmaktadır.
MİLYONLAR İSYAN EDİYOR
Düşman ceza hukuku; toplumu şoklara, belirsizliğe, korkuya ve en nihayetinde isyana sürükler. Bugün meydanları dolduran milyonlar, aslında bu hukuka isyan etmektedir.
Üstelik bu hukuki bozulma sadece muhalefeti değil, iktidar yanlılarını da rahatsız ediyor. Sayın Bahçeli’nin İmamoğlu davasına dair çıkışı, mevcut hukuk anlayışına içeriden bir düzeltme girişimidir. AKP’nin TBMM grubundaki bazı önemli isimlerin sessizliği, eski sözcü Hüseyin Çelik ile Şamil Tayyar’ın eleştirileri de bunu doğruluyor.
MHP’nin TBMM’deki önde gelen hukukçularından Feti Yıldız da ceza yargılamasında ölçülülük ilkesinin ihlal edildiğini şu sözlerle ifade etti:“Tutuklama, mutlak zorunluluk yoksa yerine başka tedbirler düşünülmelidir.”
EKONOMİ ÇÖKTÜ
Her ne kadar “düşman ceza hukuku” demese de mevcut uygulamaları eleştirmiştir. Aynı şekilde yüksek yargı mensupları arasında da artan bir rahatsızlık vardır.
Yargıtay 1. Başkanvekili Ahmet Ömeroğlu şöyle diyor:“Tutuklama bir tedbir değil midir? Şartları çok zordur, istisnai durumlarda uygulanması gerekir. Bir insanın en kıymetli değeri şerefidir, onurudur. Failin kimliği, partisi, cinsiyeti ne olursa olsun; hiç kimsenin şerefiyle, onuruyla oynama hakkımız yoktur.”
Yüksek tansiyon sadece muhalefete değil, iktidara da zarar veriyor. Düşman ceza hukukunun 19 Mart – 19 Nisan arasında hazineye maliyeti 50 milyar doları bulmuştur. Artan enflasyon, faizler ve ekonomi programının çöküşü… Tüm bunlar düşman ceza hukuku uygulamasının dolaylı sonuçlarıdır.
Yeni Şafak gazetesinin Maliye Bakanlığı bürokrasisini suçlayan yayınları da bu krizin başka bir yansımasıdır. Milli vicdanı yaralayan, ekonomik krizi derinleştiren, muhalefeti yok etmeye odaklı bir politika, milli birliği tesis edemez.
FELAKETE GÖTÜRÜR
PKK ve DEM ile barışalım, geri kalanları ikinci sınıf yurttaş ilan edip diz çöktürelim anlayışı, Türkiye’yi barışa değil, felakete götürür.Yapılması gereken çok açıktır:Anayasa ve yasaları tüm yurttaşlara eşit ve tarafsız şekilde uygulamak.İktidar seçmeninin ve siyasetçilerinin dahi rahatsızlık duyduğu bu düşman ceza hukuku uygulamalarından vazgeçmek; ekonomik krizden çıkışın da ilk ve zorunlu adımıdır.
Source: Haber Merkezi
TSK’dan gövde gösterisi! Mayısta iki büyük tatbikat yapılacak, yerli ve milli sistemler boy gösterecek
YEŞİM ERASLAN”IN HABERİ / ANKARA – Türk Silahlı Kuvvetleri önümüzdeki ay iki büyük tatbikat gerçekleştirecek. Denizkurdu-II-2025 tatbikatı, Karadeniz, Ege Denizi ve Doğu Akdeniz ’de, Uluslararası Anadolu Ankası tatbikatı ise 3’üncü Ana Jet Üs Komutanlığında icra edilecek. Yerli ve milli ürünlerle gücüne güç katan Türkiye, gerçekleştirdiği tatbikatlarla da dosta güven, düşmana korku vermeyi sürdürüyor. Bu kapsamda, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı, önemli bir tatbikata hazırlanıyor. 20 BİN PERSONEL BEKLENİYOR Deniz Kuvvetleri, Hava Kuvvetleri ve Sahil Güvenlik Komutanlığından birliklerin katılımıyla gerçekleştirilecek tatbikat 6-17 Mayıs tarihleri arasında yapılacak. Tatbikat, deniz kuvvetleri bağlısı komutanlıkların harekât, sevk ve idare etkinliğinin değerlendirilmesi, tatbikata katılacak unsurların harekâta hazırlık seviyelerinin yükseltilmesi, karargâh personeli ve tatbikata katılan unsurların çok tehditli ortamda; muhakeme, öngörü ve karar verme yeteneklerinin geliştirilmesini amaçlıyor. Deniz kuvvetleri unsurlarının diğer kuvvet komutanlıkları ile tatbikata katılan unsurlar arasında müşterek çalışabilirlik usullerinin deneceği tatbikatta, 100’ün üzerinde su üstü gemisine, denizaltıların eşlik edecek, uçaklar, helikopter, insansız hava ve deniz araçları, SAT ve SAS timleri katılacak. 20 bini aşkın personelin görev yapmasının beklendiği tatbikatta, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı envanterine yeni giren yerli ve millî sistemlerde kullanılacak. GÖRÜCÜYE ÇIKACAKLAR Yabancı unsurların yanı sıra Kuvvet Komutanlıkları, Jandarma Genel Komutanlığı ve Özel Kuvvetler Komutanlığından timlerin de katılacağı Uluslararası Anadolu Ankası tatbikatında ise Gök Vatan’ın savunması için güç çarpanı olarak yerlerini alan yeni sistemler görücüye çıkacak. 22 Mayıs’ta gerçekleştirilecek tatbikat, personel kurtarma harekâtı kapsamında komuta kontrol sürecini denemek ve geliştirmek, muharebe ortamında personel kurtarma görev kuvveti unsurları arasında ve diğer ülkeler ile birlikte çalışabilirlik seviyesini geliştirmek, iş birliği alanlarını belirlemeyi amaçlıyor.
Source: Sinem Eryılmaz
Putin, Rusya ve İran arasındaki stratejik anlaşmayı onayladı
Kremlin”den yapılan açıklamaya göre, Putin”in imzasıyla Rusya-İran arasında savunma, ekonomi ve enerji alanlarını kapsayan kapsamlı ortaklık belgesi yürürlüğe girdi.Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, İran ile kapsamlı stratejik ortaklık anlaşmasının onaylanmasına yönelik yasayı imzaladı. Putin”in imzaladığı ve Rusya Resmi Belge Sistemi”nde yayımlanan yasaya göre, Rusya ile İran arasında kapsamlı stratejik ortaklık kuran anlaşma onaylandı.Anlaşma, iki ülke arasında askeri savunma, terörle mücadele, ekonomi, ticaret, enerji, ulaşım, tarım ve kültür gibi çeşitli alanlarda iş birliğini kapsıyor. Gözden Kaçmasın Rusya ve İran arasında stratejik ittifak Haberi görüntüle
Source: Hurriyet.com.tr
Papa’ya veda için Roma’da olacak: Trump’tan ilk resmi ziyaret
ABD Başkanı Donald Trump, 20 Ocak”ta başlayan ikinci başkanlık döneminin ilk yurt dışı seyahatinde Papa Franciscus”un cenaze törenine katılmak üzere Roma”ya gidecek. ABD Başkanı Trump, Truth Social”daki hesabından yaptığı açıklamada, Papa”nın cenaze törenine katılacağını açıkladı.
Trump, açıklamasında, “Melania ile ben, Papa Franciscus”un Roma”daki cenaze törenine katılacağız. Orada olmayı sabırsızlıkla bekliyoruz” ifadesini kullandı. Öte yandan sosyal medyada bazı kullanıcılarının ve Demokrat hesapların, Trump”ın “sabırsızlıkla bekliyoruz” şeklindeki ifadesinin bir cenaze töreni için uygun olmadığı yönündeki eleştirilerini dile getirmesi dikkat çekti. Vatikan, Papa”nın dün yerel saatle 07.35″te (TSİ 08.35) 88 yaşında hayatını kaybettiğini açıklamıştı.
Source: Dünya Gazetesi
Putin bu cümleyi savaşın başından beri ilk kez sarf etti
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, savaşın başından bu yana ilk kez Ukrayna ile doğrudan görüşmekten bahsetti. Kiev”e ikili görüşme önerisinde bulunan Rusya lideri, bir günlük ateşkesten çok daha fazlasına açık olduğu mesajı verdi. GEÇİCİ ATEŞKESİ DEĞERLENDİRDİ Putin, başkent Moskova”da gazetecilere yaptığı açıklamada, Ukrayna”da hafta sonu ilan edilen ve bugün 00.00″da sona eren geçici ateşkesi değerlendirdi. Çatışmaların ateşkesin ardından devam ettiğini belirten Putin, “Ateşkese olumlu bakıyoruz. Bu nedenle böyle bir inisiyatifte bulunduk. Herhangi bir barışçıl inisiyatife olumlu bakıyoruz. Kiev temsilcilerinin de bunu olumlu karşılayacağını umuyorum.” diye konuştu. “GELECEĞE DOĞRU BAKMAYA HAZIRIZ” Putin, Ukrayna tarafının, ilk başta ateşkes teklifini kabul etmediğine işaret ederek, “Ancak sonra orada daha akıllı şahıslar, büyük ihtimalle de yabancı küratörler, bu tür girişimlerin reddedilmesinin Kiev yönetimi için kaybetmek anlamına geldiğini söyledi. Bu nedenle (Ukrayna yetkilileri) onlar hızlı şekilde bunu kabul etti.” ifadelerini kullandı. Bunun devamı için ilan edilen ateşkesin sonuçlarını analiz edeceklerini dile getiren Putin, “(Ukrayna”nın) Genel olarak askeri faaliyetlerinde azalma görüldü. Bunu memnuniyetle karşılıyoruz ve geleceğe doğru bakmaya hazırız. Ancak buna rağmen ateşkes süreci 4 bin 900 kez ihlal edildi.” dedi. “RESTORANLARDA ASKERİ TOPLANTILAR YAPILIYOR” Sivil altyapı tesislerine saldırılarda vazgeçme ihtimalini değerlendiren Putin, daha önce Rus ordusunun Sumi kentindeki üniversitenin kongre merkezine saldırı düzenlediğine dikkati çekerek, şunları kaydetti: “Bu, sivil altyapı unsuru. Ancak burada Kursk bölgesinde suç işleyen Ukraynalı askerlere ödüller veriliyordu. Bunlar, işledikleri suçlardan dolayı cezalandırıldı. Kiev yönetimi, sivil unsurları kullanıyor. Restoranlarda, askeri toplantılar yapılıyor. Bunun çözülmesi ve derinden analiz edilmesi gerekiyor. Bu iki taraflı olarak da yapılabilir. Bunu göz ardı etmiyoruz. Tüm bunları analiz edeceğiz ve gerekli kararları alacağız.” ZELENSKİ”DEN JET YANIT Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski”den Putin”e yanıt gecikmedi. Zelenski, “Ukrayna sivil hedeflere saldırıları sona erdirme önerisinin arkasında, Rusya”nın yanıtını bekliyoruz” dedi. Ülkesinin, bu konuda anlaşmaya varmak için her türlü görüşmeye hazır olduğunu belirtti. NE OLMUŞTU? Rusya Devlet Başkanı Putin, Paskalya Bayramı nedeniyle Ukrayna”da 19 Nisan saat 18.00″den 21 Nisan saat 00.00″a kadar ateşkes ilan etme kararı aldıklarını duyurmuştu. Rusya Savunma Bakanlığı, Ukrayna”da Paskalya Bayramı nedeniyle ilan edilen geçici ateşkesin sona ermesinin ardından çatışmaları sürdürdüklerini bildirmişti. Her iki taraf da bu süreçte ateşkesin ihlal edilmesi konusunda birbirini suçlamıştı.
Source: Erdem Aksoy
ABD”de bilgi sızdırma krizi büyüyor! Pentagon”a yeni lider arayışı… Trump “direniyor”
HABERLERDünya Haberleri
ABD”de bilgi sızdırma krizi büyüyor! Pentagon”a yeni lider arayışı… Trump “direniyor”
Güncelleme Tarihi: Nisan 22, 2025 09:00
#Savunma Bakanı#ABD#Trump
TwitterLinkedinFlipboardLinki KopyalaYazı Tipi
HABER MERKEZİ/AA
Oluşturulma Tarihi: Nisan 22, 2025 08:50
Yemen”e düzenlenen askeri operasyonla ilgili kritik bilgileri eşi, kardeşi ve avukatının olduğu bir “Signalgate” grubunda dakika dakika paylaştığı iddia edilen ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth eleştiri oklarının hedefinde. ABD basını Beyaz Saray”da “Signalgate skandalı” nedeniyle tam bir kaos yaşandığını yazarken, bazı üst düzey isimlerin Hegseth”in görevden alınması için ABD Başkanı Donald Trump”a baskı yaptığı iddia ediliyor. Trump şimdilik Hegseth”in arkasında dursa da kulislerde Pentagon”a yeni lider arayışının çoktan başladığı ve Hegseth”in çok uzun süre görevinde kalamayacağı konuşuluyor.
Pete Hegseth”in koltuğu sallanıyor mu?
ABD yönetimi, Savunma Bakanı Pete Hegseth”in görevden alınmasını tartışıyor. Bir Beyaz Saray yetkilisi, Hegseth”in yerine yeni bir isim arayışına girildiğini belirtti.
ABD merkezli NPR”nin haberine göre, ismi açıklanmayan yetkili, Savunma Bakanı”nın eşi, kardeşi ve avukatıyla oluşturduğu bir sohbet grubunda Yemen”deki Husi hedeflerine yönelik hava operasyonlarına dair detayları aktardığının “kesinleştiğini” ifade etti. Kaynak, Hegseth”in Signal uygulaması üzerinden yaptığı bu paylaşımların, yanlışlıkla bir gazetecinin de bulunduğu başka bir gruba sızdığını kaydetti.
GİZLİ BİLGİLERİ “DAKİKA DAKİKA” AKTARMIŞ
ABD merkezli NPR”nin haberine göre, kaynak, Hegseth”in kişisel akıllı telefonunda Signal mesajlaşma uygulamasını kullandığını ve Yemen”deki Husi hedeflerine yönelik hava saldırıları hakkında dakika dakika gizli bilgileri detaylandırdığını söyledi. Söz konusu bilgilerin, operasyonların başlamasından saatler önce yabancı istihbarat servislerinin eline geçmesi durumunda ABD askerlerinin güvenliğinin riske girebileceği hatırlatıldı. Husilerin, son dönemde iki ABD savaş uçağını düşürdüğü biliniyordu.
“TAM BİR İÇ ÇEKİŞME”
Eski Savunma Bakanlığı Sözcüsü John Ullyot ise istifa etmesinin ardından kaleme aldığı bir yazıda, kurumdaki son dönemi “tam bir iç çekişme krizi” olarak tanımladı.
Dan Caldwell, Colin Carroll ve Darin Selnick adlı üç eski Pentagon danışmanı ise görevlerine son verilmesinin ardından X üzerinden ortak bir açıklama yayımladı. Açıklamada, “Üçümüz de ülkemize onurlu bir şekilde hizmet ettik. Bilgi güvenliğinin öneminin farkındayız ve bu konuda titizlikle çalışıyoruz” ifadelerine yer verildi. Caldwell ve Selnick, Hegseth ile birlikte sağ görüşlü Concerned Veterans for America grubunda çalışıyordu.
Silahlı Hizmetler Komitesi üyesi Demokrat Senatör Jeanne Shaheen, yaptığı yazılı açıklamada, Hegseth”in sorumluluk alması gerektiğini vurguladı. Shaheen, “Ancak asıl sorumluluk, büyük bir kurumu yönetme deneyimi olmayan eski bir televizyon sunucusunu bu göreve atayan Başkan Trump”a aittir” dedi. Hegseth, Savunma Bakanı olmadan önce Foxnews kanalında sunuculuk yapmıştı.
Shaheen, Hegseth”in ordunun hayati kararlarını yönetme kapasitesini sorgulayarak, “Bu pozisyon, deneyimsizlikle geçiştirilebilecek bir makam değil” ifadelerini kullandı.
Leavitt iddiayı yalanladı
İlk olarak ABD Ulusal Halk Radyosu (NPR) tarafından paylaşılan ve daha sonra Amerikan medyasında yer bulan bir iddia gündemdeki Signal tartışmalarına eklendi.
Beyaz Saray Sözcüsü Karoline Leavitt, NPR”ın üst düzey bir ABD”li yetkiliye dayandırarak verdiği haberinde, Beyaz Saray”ın “resmen” yeni bir savunma bakanı için arayışlara başladığı iddiasının gerçeği yansıtmadığını ve haberin tamamen yalan olduğunu açıkladı. X hesabından açıklama yapan Leavitt, ABD Başkanı Trump”ın Hegseth”e desteğinin tam olduğunu da sözlerine ekledi.
Dış basın ne diyor? “Pentagon”da tam bir kaos yaşanıyor”
İngiliz Guardian gazetesi ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth”in Yemen”e saldırı planlarını Signal uygulaması üzerinden yakınlarıyla paylaştığı iddiası sonrası Pentagon”da tam bir çöküş yaşandığını iddia ederken, CNN International da ABD”li bakan ile ilgili dikkat çeken sözlere imza attı;
“Pete Hegseth büyük bir devlet adamının özgeçmişine sahip olduğu için savunma bakanı olmadı. Başkan Donald Trump, Hegseth”in onaylanması için büyük bir siyasi sermaye harcadı çünkü Pentagon şefi Trump”ın kendi isyankar siyasi kimliğini ve içgüdülerini yansıtıyor. Hegseth”in seçilmesinin amacı, normalde üst düzey ulusal güvenlik yetkililerini tanımlayan özelliklerin Başkan”ın yıkıcı ikinci döneminde artık geçerli olmadığını göstermekti. Eski Fox News sunucusunun, hassas bilgileri canı pahasına koruyan bir ulusal güvenlik yetkilisi gibi davranmaması pek de şaşırtıcı değil.”
“HEGSETH”İ KOVMAK HATAYI İTİRAF ETMEK OLUR”
Hegseth”in Husilere yönelik saldırılarda görev alan aktif görevdeki ABD personelinin riske atmış olabileceğini belirten CNN,”Hegseth”in askeri operasyonlarla ilgili konuşmaları düşman istihbarat örgütlerinin eline geçip, askeri bir felakete neden olsaydı, Trump”ın harekete geçmekten başka seçeneği olmazdı ancak bu noktaya henüz ulaşılmadı. Ayrıca Hegseth”i kovmak, Trump”ı hata yaptığını kabul etmeye zorlayacaktır. Bu nedenle bakan şimdilik güvende görünüyor” ifadelerini kullandı.
“CEHNNEM GİBİ BİR AY”
Pentagon sözcüsü olarak görev yaptıktan sonra geçen hafta istifa eden John Ullyot, Pazar günü Politico”da yayınlanan makalesinde, Pentagon”un ikinci Trump yönetimi nedeni ile bunaldığını belirterek “Pentagon”da bir aydır hassas operasyonel planların sızdırılmasından, toplu işten çıkarmalara kadar tam bir kaos yaşanıyor.” diye yazdı.
Pentagon”da “cehennem gibi bir ay” geçirdiğini öne süren John Ullyot”a göre, Trump, üst düzey yetkililerini hesap vermeye zorlama konusunda oldukça yetenekli. Bu nedene Savunma Bakanı Pete Hegseth”in rolünde daha uzun süre kalması pek mümkün görünmüyor.
Hegseth”ten basın mensuplarına “Signal” tepkisi
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth, Yemen”e saldırı planlarını Signal uygulaması üzerinden yakınlarıyla paylaştığı iddiasıyla ilgili gazetecilerin sorularına tepki gösterdi.
Hegseth, New York Times (NYT) gazetesinde yer alan ve kendisinin Yemen”e saldırı planlarını Signal uygulaması üzerinden bazı yakınlarıyla paylaştığı iddiasını içeren haberle ilgili sorulara tepki gösterdi.
ABD”li Bakan, bazı medya kuruluşlarının bu konuyu sürekli kendi aleyhinde kullanma çabasında olduğunu savunarak, şu ifadeleri kullandı:
“Bunlar bir sürü yalan haber için Pulitzer aldılar, defalarca aldatmacalar üzerine bir sürü yalan için Pulitzer aldılar ve bu yalanları satarlarken kimse onlara bir şey demiyordu, medyanın yaptığı budur.”
Konuyla ilgili bazı kişilerin Pentagon”dan kovulduğunu hatırlatan Hegseth, şunları sözlerine ekledi:
“Hoşnutsuz bazı eski çalışanlardan anonim kaynaklar alıyorlar ve sonra insanların itibarlarını mahvetmeye çalışıyorlar. Bunların önemi yok, biz yalan haber medyasıyla ve bu sebepten dolayı Demokratlarla savaşıyoruz” diye konuştu.
Hegseth, bu konuyu ABD Başkanı Donald Trump”la konuşup konuşmadığı yönündeki bir soruya ise “Başkan”la konuştuk ve sonuna kadar aynı şekilde mücadele etmeye devam edeceğiz” şeklinde yanıt verdi.
Trump”tan Hegseth”e destek
ABD Başkanı Donald Trump, medyayı “yalan habercilik” yapmakla suçladı ve Hegseth”in çok iyi bir iş çıkardığını ifade etti.
Trump, “Yine mi Signal konusunu soruyorsunuz, başka sorunuz yok mu?” diye seslendiği gazetecilere, Hegseth”in ve Pentagon”un “Yemen”de çok iyi işler çıkardığını” söyleyerek karşılık verdi.
Pentagon Sözcüsü Sean Parnell ise X hesabındaki paylaşımında, NYT”nin haberine tepki göstererek, “Trump düşmanı medya, Başkan Trump”ın gündemine bağlı herkesi yok etmeye yönelik takıntısını sürdürüyor” değerlendirmesinde bulunmuştu.
Dün neler yaşandı? ABD”de ikinci skandal
ABD Savunma Bakanı Pete Hegseth”in, Yemen”deki Husilere karşı 15 Mart”ta düzenlenecek askerî operasyonlara dair gizli bilgileri, eşi, kardeşi ve kişisel avukatının da yer aldığı bir Signal grubunda paylaştığı iddia edildi. ABD basını iddialara geniş yer ayırırken, Beyaz Saray”a yakın farklı medya kaynakları haberi doğruladı.
New York Times gazetesi, dört farklı kaynağa dayandırdığı haberinde, Savunma Bakanı Pete Hegseth”in özel bir Signal grubunda Husi hedeflerine yönelik operasyonlarda kullanılacak F/A-18 Hornet uçaklarının kalkış saatleri gibi kritik bilgileri paylaştığını duyurdu. Haberde, bu bilgilerin Atlantic dergisi editörü Jeffrey Goldberg”in yanlışlıkla eklendiği başka bir Signal grubundaki verilerle büyük ölçüde örtüştüğü belirtildi.
Kaynakların aktardığına göre, Hegseth bu grubu idari işler ve planlama amaçlı olarak kişisel telefonu üzerinden oluşturmuştu. Grubun üyeleri arasında eşi Jennifer Hegseth, kardeşi Phil Hegseth ve özel avukatı Tim Parlatore”nin de bulunduğu ifade edildi. Haberde, Phil Hegseth ve Parlatore”nin Pentagon”da görev yapmalarına rağmen operasyonel detaylara neden ihtiyaç duyduklarının net olmadığı vurgulandı.
Canlı Anlatım Özeti
Pete Hegseth”in koltuğu sallanıyor mu?
Leavitt iddiayı yalanladı
Dış basın ne diyor? “Pentagon”da tam bir kaos yaşanıyor”
Hegseth”ten basın mensuplarına “Signal” tepkisi
Trump”tan Hegseth”e destek
Dün neler yaşandı? ABD”de ikinci skandal
Haberle ilgili daha fazlası:
#Savunma Bakanı#ABD#Trump
BAKMADAN GEÇME!
Source: Hurriyet.com.tr
Bir Filistinlinin çığlığı: Vatanım için tuttuğum yasın bedelini tüm kalbimle ödedim
Abuzaher, “Vatanım için tuttuğum yasın bedelini tüm kalbimle ödedim” sözleriyle başladığı yazısında, 1,5 yılı aşkın süredir devam eden İsrail katliamları altında hayatta kalma mücadelesi veren Filistinlilerin yaşadığı drama dikkat çekti. Abuzaher, modern dünyanın çelişkilerini Gazze üzerinden anlatırken, “İnsan haklarını dilinden düşürmeyenlerin, insanlığın yanışını izlerken sessiz kaldığı bir dünya bu” ifadesiyle uluslararası toplumun ikiyüzlülüğünü eleştirdi.Yazısında El-Şati mülteci kampında bayram günü yaşanan katliamları ve Eş-Şucaiye bölgesinde tahliye tehditleri altında yaşayan Gazzelilerin hikayelerine yer veren Abuzaher, “Ölümün şok edici etkisi bize bir gerçeği hatırlatıyor: Ölüm sokaklarımızda ne kadar sık görülürse görülsün, hiçbir zaman bize normal gelmeyecek!” diyor.İşte Waad Abuzaher”in vicdanları titreten o yazısı;Vatanım için tuttuğum yasın bedelini tüm kalbimle ödedim. -Waad Abuzaher, Gazze İnsanların dürüstlükten korkup, nezaket adına yalan söylediği bir çağın tanığıyım. Sınıfta heyecanla elimi kaldırdığımda bana “Fazla ukalalık etme” derlerdi.Böylece suskunluğun bildiğini ifade etmekten daha güvenli olduğunu öğrendim. Önce insanları yürekten severiz ve bize söyledikleri sözlere kutsal yeminlermiş gibi inanırız. Daha sonra duyguların sadakatle değil, çıkarlarla ölçüldüğünü fark ederiz.Bize hep “Sevgi istenmez, verilir” dediler… Ama onu daha fazla hak edene değil, zaten ona daha fazla sahip olana verdiler.”Korkma, yanındayız” dediler. Ama ben en zayıf anlarımda ayakta durmaya çalışırken, yapayalnızdım.Ne garip bir dünya bu, herkes her şeyi yalnızca kendi penceresinden görüyor, asla daha geniş bir perspektiften değil.Bu bir çeşit ikiyüzlülük sayılmaz mı? Mesela; tepeden tırnağa silahlanırken bir yandan barış hayalleri kuruyoruz.Hukuk adına yükselen sesleri sustururken bir yandan özgürlük adına haykırıyoruz.Allah’a inandığımızı söylüyoruz ama hiç hesap vermeyecek gibi yaşıyoruz.Tüm bu çelişkilere şahit olurken bir yandan yaşamaya devam ediyoruz.Oysa ki çelişkiler gelip geçici durumlar değildir! Asla iyileşmeyen açık yaralardır. İz bırakırlar.Çelişki kavramını Gazze’de yaşananlarla nasıl ele alabiliriz?Yaşadığımız dünya çelişkilerle dolu!İnsan haklarını dilinden düşürmeyenlerin, insanlığın yanışını izlerken sessiz kaldığı bir dünya bu.Çocukların çığlıklarının duyulduğu ancak kimsenin çığlıklara kulak vermediği bir dünya bu.Toprağı savunmanın terörizm, evleri bombalamanın nefsi müdafaa olarak tanımlandığı bir dünya bu.Her hayatın kutsal olduğu iddia edildiği halde bazı hayatların diğerlerinden daha kutsal olduğuna şahit olunan bir dünya bu.Barış hakkında konuşur, savaş aygıtlarını finanse ederler.Adalet vaazları verir, adaletsizlik yüzleşemeyecek kadar rahatsız edici bir hal aldığında arkalarını dönüp giderler.Gazze’de çelişki artık yalnızca ahlaki bir mesele değil, gözle görünür bir gerçeklik:Okulların ve hastanelerin enkazında,titreyen elleriyle çocuklarını toprağa veren annelerin yüzlerinde,her şeyi gördüğünü iddia edip yine de başka yöne bakan bu dünyanın orta yerinde..Gazze sadece kuşatma altında bir yer olmanın ötesinde, sözde medeni dünyanın en derin çelişkilerini yüzümüze vuran bir aynadır.Bu bağlamda, Gazzeli bir avukat ve gençlik hakları savunucusu olan Mekdad Al-Mekdad, Ramazan Bayramı’nın ikinci günüde Gazze’deki El-Şati mülteci kampında yaşadığı olayı şu şekilde kaleme aldı:“Bu fotoğraf yüreğimizi acıtan tüm çelişkileri gözler önüne seriyor. Gerçek bir sahne… Yanmış balkonumdan, sokakta görülen savaşın izleri:-Bayram günü oynayan çocuklar.-Oyuncak satan küçük bir tezgâh.-Çöp yığınları.-Bombardımandan geriye kalan yıkım ve enkazlar.-Bir şehidin cenaze töreni.Ölümün şok edici etkisi bize bir gerçeği hatırlatıyor: Ölüm sokaklarımızda ne kadar sık görülürse görülsün, hiçbir zaman bize normal gelmeyecek!Bu bir savaş değil, soykırımdır ve bu sahne her yaşandığında aynı dehşeti hissettiriyor.Dün Gazze’nin kuzeyinde El-Şati Kampı’ndaki evlerinin yakınında bir grup insan bombalandıktan sonra, beş sivil öldürüldü. Bu fotoğrafta görülen şehitlerden birinin cenaze törenidir.”Geçtiğimiz günlerde İsrail ordusu Eş-Şucaiye bölgesinde (Gazze’nin doğu kısmı) yaşayan insanlardan çadırlarını ve evlerin enkazlarını boşaltmalarını istedi. İnsanların çoğu gidecek güvenli bir yer olmadığı için ayrılmayı reddetti. Artık insanlar öyle bir noktaya geldi ki hiçbir şeyi umursamıyorlar sadece birazcık huzur istiyorlar.O gece Eş-Şucaiye’den bir Gazzeli olan Mahmud Facebook sayfasında şunları yazdı:“Hasta annemi Eş-Şucaiye’yi boşaltmaya ve burayı terk etmeye ikna etmeye çalıştım ama şiddetle karşı çıktı. Burada birlikte öleceğiz.”Bir buçuk yılı aşkın bir süredir devam eden soykırımın ardından insanların tutkusunu, sonra umudunu ve zaman zaman her şeye dair inancını kaybetmeye başlaması anlaşılabilir.Gazze’li bir insanın ruhu köklü bir inanca ve imana sahiptir. Bu lafta kalan bir inanç değildir, inanmayı bir ilke bilen, inatla onurlu duran ve düşmana boyun eğmeyi reddeden bir inançtır.Ancak en cesur ve güçlü kalpler bile yorgun düşebilir.Zulme ve haksızlığa uğramak, çaresiz kalmak bazen en dayanıklı ruhları bile aciz düşürebilir.Ve yorgunluğun sessizliğinde, insanın aklına birbirini kovalayan bir sürü soru gelir:Neden büyümek zorunda kaldım?Neden bir çocuk olarak kalamadım? – hayatın yüklerinden uzak, onun acımasız sorumluluklarından habersiz?Bu acı neden benim kaderime yazıldı?Neden ben? Neden biz? Neden hep Filistinliler?Bu sorular şekilden şekile girerek, her defasında aynı ağırlığı taşıyarak kendini tekrarlıyor.Her şeye rağmen Gazzeliler ayakta kalmaya devam ediyorlar. Kolay olduğu için değil, başka seçenekleri olmadığı için.Çünkü Gazzelilerin içlerinde bir yerde yol karanlığa gömüldüğünde bile titrek bir ışık, asla kırılmayan bir pusula vardır.Bu koşullar altında tüm zorluklara rağmen görevini sürdüren yeni mezun bir Gazzeli doktor şu satırları yazdı:İsrail”in öldürdüğü beş yaşındaki kız Hind;“BİZ NE ZAMAN BÜYÜDÜK?Adımlarımız ne zaman bu kadar ağır, bu kadar kararlı hale geldi? Tüm çıkış yolları kapandı ve artık nereye gittiğimizi bilmiyoruz.Kendim için yas tutuyorum: Sabrıma, hiç gerçekleşmeyen umutlarıma, olup bitenlere dayanma gücüme..Görünen o ki artık tüm yaptığımız bizi asla temsil etmeyecek koşullarla savaşmak.İşte bu, bu insanın ruhuna sinsice sızan bir yorgunluk. Öyle derin bir yorgunluğun içine düştüm ki sığınacak bir vatanım yok, avutacak bir dostum yok.Hayat mı? Artık eskisi gibi değil ya da en azından hayal ettiğim gibi değil.Bütün bu kaygıların ardından teselli neye benzeyecek ki? Huzur nasıl bir şey olacak? Hala benim istediğim bir şey mi olacak bu huzur? Ya da ben artık ben huzur istiyor olacak mıyım?Bu benim en büyük korkum.Yaşama sevincimin bu yorgunlukla lekelenmesini nasıl açıklayabilirim. Yollardan, insanlardan, günlerden, tereddütlerden, çözümsüzlüklerden ve her şeyin yükünden taşan bir yorgunluk bu. Yarın daha gelmeden yarından yoruldum. Dünden yoruldum. Verilen sözlerden ve öfkeden yoruldum.Kimse benim kaybettiklerimi, benim korkularımı, bitmeyen kafa karışıklığımı, zihnimde dönüp duran bu sesleri ve asla bana rahat vermeyen düşünceleri fark etmiyor.Sadece bir kez olsun zoru başarmak, gerçek bir lütfa erişip kazanmak, bir kez olsun bazı şeylerin tam da kalbimize göre şekilleneceğine ve nasıl olursa olsun bizimle kalacağına inanmak isterdim.”Tüm ruhlar aynı değildir. Bazıları güçlüdür; her zorluğu aşabileceği inancıyla ayakta kalır. Bazılarıysa daha çabuk pes eder. Zorluklara karşı dirençli olmak, içsel bir güç ve bakış açısı meselesidir. Neredeyse iki yıldır çadırda yaşayan birini pes etmek istediği için yargılayabilir miyiz? Asla! Kuşatma altında yaşamak; sadece temel ihtiyaçlara ulaşamamaktan ibaret değildir. Kuşatma altında yaşamak aynı zamanda kimsenin korkunuzu ve acınızı hissetmemesidir, kimsenin yanınızda olmamasıdır.Bir Filistinlinin kanıyla diğer insanların kanı arasında nasıl bir fark var? Filistinlilerin kanı bu kadar değersiz mi? Psikoloji eğitimi alan Gazzeli genç bir aktivist olan Ahmed Murtaca X hesabında şunu yazdı: “Belki de kaçıp durduğumuz ölüm aslında bize böylesi bir hayattan daha şefkatlidir.” Ahmed’i suçlayabilir miyiz? Ya da ondan direnmesini ve direniş sembolü olmasını isteyebilir miyiz? Ahmet yaklaşık iki yıldır orada, bedeni hala hayatta ama ruhu binlerce kez öldürüldü. Evini terk etmeye zorlandığında, evi bombalandığında öldürüldü. Başka? Başka ne olsun? Ekmek almak için kuyrukta bekleyen en yakın arkadaşlarını kaybettiğinde öldürüldü Ahmet. İsrail-Amerikan yapımı füzeler içeride ekmek yapan fırıncıdan çok daha hızlıydı. Sonra henüz on dokuz yaşında olan kardeşi bir ayağını sonsuza dek kaybetti. Ahmet bir kez daha öldü. Bu, Ahmed Murtaca’nın hikâyesinin sadece küçük bir parçası, Gazze’de acı çeken kimsenin bilmediği kaç Ahmed var?Filistinlilerin hayatı değerlidir.Filistinliler sadece bir sayıdan ibaret değildir.Her insan gibi ‘yaşamayı’ hakkederler.
Source: Ramazan Yıldız