Unutma biz Anadolu’yuz!
Sevgili okurlarım bir kentten başka bir kente taşınmak ne kadar zormuş. Kitaplar, arşiv, dünyanın her yerinden getirdiğim bana göne çok değerli olan aksesuvarlar, başım döndü vallahi billahi bir süredir sanki başka bir dünyaya göçtüm. Şimdi affınıza sığınıp 9 Temmuz 2017 yılında yayımladığım bir yazımla karşınızdayım. Pek bir şey değişmemiş: Biliyorum pek çoğumuz demokrasi varmış gibi yaşadığımız şu güzelim ülkemizde partilere, sivil toplum kuruluşlarına inancımızı yitirdik. Pek çoğumuzun içinden, “Bu ülkede olumlu hiçbir şey olmaz” dediğini de biliyorum. Derin bir kayıtsızlık, her şeyi kabullenme hali ülkemizi bir kara bulut gibi sardı. Artık ne yükselen dolar, Avro ne her an değişen gıda fiyatları bizi şaşırtmıyor. Kadın-çocuk cinayetleri artık gazetelerin üçüncü sayfasında küçücük bir haber. Anaokullarına bile giren imamlar, din adamları çocuklarımızı korkutmaya, gülmeyi bile yasaklamaya başladılar, çıtımız çıkmadı. Bazen ciddi ciddi düşünüyorum acaba birileri bu ülke topraklarına uyuşturucu bir şey mi attı? Hayır uyuşturucu filan atıldığı yok, biz cümleten 20 yıl önce başlayan bir karşıdevrimin, bu devrimi küçümsemenin, “Bize şeriat gelmez” diye böbürlenmenin bizi getirdiği bir noktada öylece uyuşmuş gibi duruyoruz. Topraklarımızda yabancı şirketlere 2 bin 600 maden çıkarma ruhsatı verildiğinde ayran budalası gibi aval aval baktık. Ormanlarımız, zeytinliklerimiz gitti, uyduruk HES’lere sesimizi çıkarmadık hatta sesini çıkaranları suçladık, aldık mı ağzımızın payını! İlk açılımla AKP’nin oyununa gelen Doğu illerinde illaki özerklik dedik, hatta bu yasalaşmadan özerk bölgeler kurduk, militanlar oraları sınır çizip korumaya başladılar ama bütün bu olayları izleyen bir büyük birader vardı ve Hendek savaşları başladı. Onlarca genç öldü. Kamuda türbanla çalışmayı bir demokratik hakmış gibi savunanlar oldu, şimdi hava alanlarımızda tüm çalışan personel türbanlı, bu ara kendimi Malezya’da gibi hissediyorsun. Türbanlı bir hâkim bir davama girdi, benden yana olmayacağı çok açık ve seçikti. Neyse yeteri kadar canınızı sıktım, öyleyse biraz da şu yaşadığımız dünyada neler oluyor ona bakalım, her yerde yürüyüşler, kitlesel protesto eylemleri artık sürdürülemez olan vahşi kapitalist sistemi sarsmaya başladı. Bildiğimiz kadim bilgiler artık pek işe yaramıyor. Örneğin artık geçmişte tanımlanan “işçi sınıfı” yok. Teknolojinin inanılmaz hızı, yepyeni bir işçi sınıfı oluşturdu. Artık kapitalizmin yeni köleleri onlar. Asıl isyan onlardan geliyor. Örneğin Hamburg’da on binlerce insan, çalışan, işsiz, çiftçi kapitalizmin uşaklarını protesto ediyorlar. Oralarda yapılan bir eylemin videosunu izledim. Yüzlerce kişi kendilerini kül çuvalına sokup birer zombi haline dönüştürmüşler. Kentin sokaklarında zombiler yürüyor. O zombiler tıpkı George Orwell ’in 1984 kitabındaki gibi sabit bir noktaya bakarak yürüyorlar. Neşe, aşk, sevgi, cesaret, özveri, vicdan onları terk etmiş, yaşayan ölü onlar. Yürüyorlar ve birdenbire biri soyunmaya başlıyor, sonra öteki, rengarenk tişörtleriyle, rengarenk donlarıyla kalıveriyorlar ve içlerindeki ölü bir çığlık atarak uyanıyor, birbirlerine dokunmaya başlıyorlar ve usul usul özgürleşiyorlar. Açın yabancı kanalları çiftçilerin devlet binaları, kiliseler önlerine bıraktığı havyan dışkısı dağlar gibi. Trafik felç. Ne olmuş mazota üç kuruş zam yapılmış, bütün ülke ayakta! Hiç unutamadığım bir olay da yıllar önce demokrasi beşiği kabul edilen ve dünyayı yöneten İngiltere’nin Londra kentinde oldu. İngiltere’de insanlar kaynaşsın diye kentlerin zengin semtlerindeki devlete ait bazı apartmanlar göçmenlere ve işsizlere az bir parayla verilir. Nasıl bir kaynaşma olur bilmiyorum ama bu zengin semtlerdeki apartmanlardan birinde yangın çıktı. Ve kapitalizmin sefaletini bütün dünya gördü. O apartmanın yüksek katlarına itfaiye ulaşamadı, merdivenler çöktü ve göz göre göre 79 kişi öldü. Ardından anayasası bile olmayan İngiltere’de inanılmaz bir tartışma başladı. Muhafazakâr yönetimin konut politikasına getirdiği; zenginlerin zenginliğini katlayan uygulamalar bıçak altına yatırıldı ve sonuç artık hükümet İşçi Partisi’nin. Şimdi gelelim gene ülkemize, unutulmaz kitle eylemlerine. Kim 1991 yılındaki Büyük Madenci Yürüyüşü’nü unutabilir? 15-16 Haziran işçi ayaklanmasını kim unutabilir? Gezi’yi kim unutabilir? Bir büyük yürüyüş ellemeliyiz. Ve yürüyoruz: Her kim ki herhangi bir zamanda haksızlığa uğramışsa, her kim ki çocuklarını, torunlarını haksızlığın olmadığı bir dünyada büyütmek istiyorsa, her kim ki bir gece yarısı evine girilip çocuğu vurulmuşsa, her kim ki annesinin sokakta kalan ölüsünü köpekler yemesin diye iki metre ötede gece gündüz nöbet tutmuşsa, her kim ki oy verdiği siyasiler içerideyse, her kim ki oyunu yasaklanmış, işi elinden alınmışsa yürümeliyiz. Ve bu yürüyüş bir turnosol kâğıdı gibidir. Akla karayı derin bir sınırla ayırıyor. Ve bildiğimiz kadim bilgileri tek tek sorgulanıp yeni yollar bulması gerektiğini fark ediyoruz. Evet kendimizi silkeleyelim, burası Anadolu’dur ve Anadolu nice kendini ölümsüz sanan tiranlığın yıkılıp gitmesine tanık olmuştur. Biz yeniden ayağa kalkabiliriz, içimizdeki öfke ve inançla.
Source: Işıl Özgentürk