“Vahşi Yaşam Güncel: Kene Tehdidi ve Ceylan Yavruları”

Alberta’da Napolyon’un farelerle savaşı – Mahmut Şenol

Onları Amerika kıtasına, Batı Avrupalı göçmenler gemilerle 16. yüzyıldan itibaren taşımaya başladılar; Norveç faresi, Yeni Dünya’ya böyle adım attı. O gün bu gündür, ABD ve Kanada fareden çok çekiyor; mücadeleye devam. Ancak fare istilasına karşı en iyi mücadeleyi Kanada’nın 10 eyaletinden birisi olan Alberta yapmakta. Handiyse Türkiye büyüklüğündeki Alberta, fare imhasında dünya birinciliğini 75 yıldır koruyor. Bu mücadeleye 1950’de Fransız kökenli bir Kanadalı olan Napolyon Louis Poulin kalkışmıştı. Şu anda “sıfır fare” ile Alberta pirüpak ise bunu ona borçlu. Napolyon’u bir çiftlikte geçen çocukluğunda yaşadığı travma azılı bir fare düşmanına çevirir. Köpeğine saldıran farelerin onu paramparça edip yediğini görünce yaşamı boyunca onları yok etmeye kararlı bir savaşçı olur. Veterinerlik eğitimi yaparken çalışma alanını belirlemişti bile… Aslında aşırı fare korkusumusofobisi olan, bunu yenebilmek için Mickey Mouse karakterini yaratıp hafife almaya çalışmış çizgi film yapımcısı Walt Disney gibi sanata yönelmeyecekti, doğrudan fareleri hedef aldı. Bir başka çizgi film kahramanı kedi Tom’un sevimli fare Jerry ile oynaması gibi işin eğlencesinde değil, “savaşı”ndaydı. Alberta’nın doğusundaki eyalet Saskatchewan’dan doğru işgale kalkışan fareleri yok etmek üzere “Poulin’s Pest Control” adında bir şirket kurdu. “BAYAN FARE” Alberta eyalet hükümeti, Napoleon’un methini duymuştu ve günün parasıyla kıymetli sayılacak bir kontrata imza attı; 150 bin dolarlık bir sözleşmeydi bu ve 1225 km uzunluğundaki eyalet sınırında fare avı başladı. O günün gazetelerinde toplu mezar kazılıp ilaçlanarak gömülen on binlerce farenin yığıldığı küçük tepeciklerin fotoğrafları yayımlanmaktaydı. 18 ay sonra Alberta fareden “temizlenmişti”; toplam 10 milyondan fazla fare. Sınırda bir tampon bölge oluşturuldu, kontroller o günden beri sürüyor. Alberta’ya giren farelerin batıya ilerlemesi artık olanaklı değil, öyle olsa bile Kayalık Dağları-Rocky Mountain’ı aşmaları da imkânsız. Daha soğuk kuzey bölgesinde zaten fare yaşayamıyor. Napolyon’un fare avcısı devriyeleri upuzun sınır boyunca ahırları, saman balyalarını, nakliye araçlarını, tahıl depolama alanlarını dikkatlice inceliyor, evleri didik didik ediyor. Alberta, o zamanlardan bugüne, komşusu Saskatchewan’dan farelere karşı etkisiz kaldığı için şikâyetçi; federal iki yönetim arasında fare krizi sürüyor. Eyaletin fare savaşını şimdi tarım bakanlığında uzman olarak çalışan Karen Wickerson da üstlenmiş, o nedenle Alberta’da “Bayan Fare” olarak adı geçiyor. Sınırda en çok fare saldırısına sahne olan kasaba Wainwright’taki ziraat uzmanı Shelby Oracheski farelerin yük kamyonlarına kaçak yolcu gibi bindikleri görüşünde, “Onlar tahıl sevkiyatı yapan kamyonda gizlenmiş otostopçu olabilirler” diyor; bir yandan yiyip bir yandan yolculuk ediyorlar. Fareler besi yemlerine ulaşırsa tümünü atık sayıp imha etmeye kadar kararlı bir uğraş veriliyor. Fareye bulaşmış yemler hem hayvan hem de insan sağlığı tehdit ediyor. Fareler elektrik kablolarını kemirerek evlere, diğer yapılara zarar veriyorlar. Ayrıca insanlara bulaşabilen 50 civarında farklı patojen ve parazit taşıyabilirler. Science Advances adlı bilim dergisine göre ABD’de fareler mikrop bulaşmış tarımsal ürünleri ve gıda maddelerin imhası yüzünden yılda 28 milyar dolar zarar veriyorlar, Kanada’da ise 40 milyar dolara yaklaşıyor; Alberta’da sıfır! FAREYE CENAZE TÖRENİ 1950’lerde Napolyon-fare savaşları sürerken gazetelere yansıyan bir haber, halen gizemi çözülemeyen bulmaca gibi kaldı. Bir küçük yerleşim yerinde kasaba halkı fare kontrol programına sıkı sıkıya bağlıyken herhangi bir iz bulduklarında hemen Napolyon’a haber vermelerine karşın bir gün bir çiftlikte bir kutuya konulmuş fare ölüsü bulundu; etrafına küçük çiçekler, yaprak ve otlar serpilmişti. Yanında el yazısıyla bir not: “Sevgili minik dostumuza elveda!” Mesele ciddiydi, dedektiflikti, polisin araştırmasına karşılık bunu kimin yaptığı, fare cenazesine niye kalkıştığı anlaşılamadı. Amerikalı yazar John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar “romanını anımsamamak ne mümkün! İri yarı ve zihinsel engelli Lenny’e göz kulak olan George adındaki arkadaşının trajik hikâyesinde, hatırlarsınız, Lenny fareleri yakalayıp okşamaktan haz duymaktadır. Bir fareyi elinde fazlaca sıkıp öldürür, onu cebinde bir süre taşıyıp George’dan saklar, sonra bir cenaze töreni yapmak ister. Bu can sıkıcı fare tutkusu ve korkusu, sanki Türk romancı İrfan Yalçın’ın eserlerinde görülmez mi! “H20 Kitap” tarafından yayımlanmış “Fareyi Öldürmek” başlıklı eserde roman kahramanı Sabri Beyin baş edilemez musofobisi onu sonunda bir cinayete sürükler, çalıştığı devlet dairesinde ne vakittir bir fareye benzettiği müdürünün kafasına daktiloyla vurur. George Orwell’in distopik ünlü eseri 1984’teyse roman kahramanı Winston’ın totaliter rejim tarafından işkenceye uğradığı sahne unutulmaz. Yüzüne bir kafes dolusu fare atılır, onun direncini kıran bir işkencedir bu! Orwell’in musofobisini romanda gördük, Napoleon’un ise köpeğini canlı canlı parçalayan fareler onu azılı bir “savaşçı” yapmıştı. Bilmem ki buna dair bilimsel bir karşılık var mıdır ama ben antik Yunancadan Latinceye doğru bir kavram yazayım, belki literatüre girer: Musoxenos; muso fare, xenos düşman…

Source: Mahmut Şenol


Kene kabusu geri döndü: Çin menşeli yeni tür bulundu!

Yaz mevsiminin gelmesiyle birlikte kene tehdidi yeniden gündeme taşındı. Artan sıcaklıklarla beraber Türkiye”nin birçok bölgesinde kene kaynaklı hastalık vakalarında ciddi artış yaşanıyor. Özellikle Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) başta olmak üzere pek çok tehlikeli hastalığı taşıyan keneler, hem insan sağlığını hem de kamu sağlığını tehdit ediyor. YENİ BİR KENE TÜRÜ TESPİT EDİLDİ Milliyet’ten Betül Topaklı’nın haberine göre, Artvin Çoruh Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Temel Göktürk, Türkiye”de Çin menşeli yeni bir kene türü olan Haemaphysalis longicornis’in tespit edildiğini açıkladı. Bu tür, Türkiye”de gözlemlenen 56. kene türü oldu. Yüksek taşıyıcılık kapasitesiyle bilinen bu türün, ülkemize birkaç yıl önce geldiği ve artık yerleşerek çoğalmaya başladığı düşünülüyor. TEHLİKE SINIR TANIMIYOR En çok vaka bildirimi yapılan iller arasında Sivas, Amasya, Tokat, Erzincan, Giresun ve Yozgat bulunuyor. Ne yazık ki bebek ölümleri de dahil olmak üzere can kayıpları yaşandı. İstanbul”da ise yıl içinde 7 binin üzerinde kene vakası kayıtlara geçti; bu vakaların 6 binden fazlası son üç ayda görüldü. Uzmanlara göre İstanbul’un kuş göç yolları üzerinde bulunması, göçmen kuşlarla birlikte kene taşınmasına neden oluyor. Aynı zamanda küçükbaş hayvanlar da önemli taşıyıcılar arasında yer alıyor. TEHLİKELİ TÜRLER VE BULAŞTIRDIKLARI HASTALIKLAR Türkiye’de en sık karşılaşılan kene türleri şunlar: Ixodes ricinus (Lyme hastalığı, KKKA) Hyalomma marginatum (30’dan fazla hastalık taşıyabilir) Rhipicephalus sanguineus (farklı bakteriyel hastalıklar) Bu türlerin taşıdığı virüs ve bakteriler, ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor. TER VE İDRAR KOKUSUNA DİKKAT! Prof. Dr. Temel Göktürk, kenelerin konakçılarını koku yoluyla bulduğunu, ter, idrar ve bazı parfümlerin keneleri cezbedebileceğini ifade etti. Kene ısırığının çoğu zaman fark edilmediğini ve bu nedenle günlerce vücutta kalabileceğini vurguladı. RİSKLİ BÖLGELER Kene yoğunluğunun en fazla görüldüğü bölgeler: İç Anadolu’nun kuzeyi Orta Karadeniz Doğu Anadolu’nun kuzeyi Özellikle hayvancılıkla uğraşılan alanlarda risk daha yüksek.

Source: Haber Merkezi


Altınköy Açık Hava Müzesi”nde üç ceylan yavrusu dünyaya geldi

Altındağ Belediyesi tarafından köy hayatını günümüze aktarmak amacıyla kurulan Altınköy Açık Hava Müzesi, içerisinde yel değirmeni, asma köprü, bakkal, gül bahçesi ve tarihi evler gibi yapıların yanı sıra çeşitli hayvanları da barındırıyor.

Keklik, kaz, tavus kuşu ve ceylan gibi yaklaşık 200 hayvanın yaşam sürdüğü müze, doğal yaşam alanını yerinde deneyimlemek isteyenlerin uğrak noktası oluyor.

Müzede zaman zaman hayvanların dünyaya getirdiği yavrular, tatlı telaşa neden oluyor.

Son olarak bir ceylanın üç dişi yavru dünyaya getirmesi, müzedeki doğal yaşama renk kattı.

“1,5 ay sonra kendi başlarına hareket edebilecekler”

Altınköy Açık Hava Müzesi Müdürü Dilek Kara Yılmaz, AA muhabirine yaptığı açıklamada, ceylanlara doğal ortamlarına uygun alan oluşturduklarını belirterek, bunun ziyaretçiler tarafından da memnuniyetle karşılandığını söyledi.

Ceylanların sağlıklı şekilde dünyaya geldiğini kaydeden Yılmaz, “Zaten veteriner hekimlerimiz sürekli buradalar. Hatta hekimlerimiz 7 gün 24 saat başlarında duruyor. Şu anki süreçleri de gayet güzel, kontrol altındalar.” bilgisini verdi.

Yılmaz, ceylanlara insanların müdahalesini engellemek için yaşam alanlarını telle çevirdiklerini aktararak, “Ceylanlar ve anneleri çok hassas. Biraz daha zamana ihtiyacımız var, 1,5 ay sonra tam anlamıyla kendi başlarına hareket edebilecekler.” diye konuştu.

Yeni doğanlarla birlikte müzedeki ceylan sayının 7″ye ulaştığını belirten Yılmaz, “Ceylanlarımız burada doğalarına uygun şekilde yaşamlarına devam edecek. Ziyaretçilerimizin ceylanlara ve hatta diğer hayvanlarımıza olan ilgisi hakikaten bizi çok memnun ve mutlu ediyor. Çünkü, Ankara”da merkeze yakın böyle bir mekan yok. Vatandaşlar, buraya geldiğinde çok mutlu oluyorlar.” ifadelerini kullandı.

Ceylanlardan birinin adını “Zıpır” koyduklarını anlatan Yılmaz, şunları kaydetti:

“Ziyaret esnasında küçük bir kız çocuğumuz, annesine koşarak gelirken, “Anne, bunlar çok zıpır” dedi. Özellikle yeni doğan ceylanlarımızın birinden bahsetti. Biz de o zaman adı “Zıpır” olsun dedik kendi aramızda. Diğerleri henüz hikayesini bekliyor.”

Anadolu Ajansı web sitesinde, AA Haber Akış Sistemi (HAS) üzerinden abonelere sunulan haberler, özetlenerek yayımlanmaktadır. Abonelik için lütfen iletişime geçiniz.

Source: