Beyin sisi, alzheimer değildir!
Beyin sisi ne demek?
Zihniniz bulanık, dikkatiniz dağınık mı? Kafanız çalışmıyor gibi mi hissediyorsunuz? Bu durum, halk arasında “beyin sisi” (brain fog) diye adlandırılır. Tıpta buna “nörobilişsel bulanıklık” (cognitive dysfunction) denir. Beyin sisi bir hastalık değildir, ama ciddi bir belirti olabilir. Uyaranlara geç yanıt verme, kelimeleri bulmakta zorluk, aynı cümleyi tekrar tekrar okumak, kısa süreli hafızada zorlanmak gibi şikâyetlerle kendini gösterir.
Gözünüzden kaçan belirtiler
– Aynı cümleyi birkaç kez okumak zorunda kalmak.- İnsan isimlerini ya da kelimeleri hatırlamada zorlanmak.- Evde bir şey arayıp ne aradığını unutmak.- Televizyon izlerken konuyu kaçırmak- Konuşurken aniden durup cümleyi toparlayamamak.- Kolay sinirlenme, içe kapanmaBu belirtiler her gün olmuyorsa endişe etmeye gerek yok ama haftalık tekrarlar varsa altta yatan nedenin bulunması önemlidir.
İlk yapılacaklar
– Kan tahlili: B12, D vitamini, demir, TSH. (tiroit)- Uyku analizi: Uyku süresi ve kalitesinin değerlendirilmesi.- Kan şekeri ve insülin direnci testi.- Psikolojik değerlendirme: Depresyon ya da anksiyete varlığıBeyin sisi teşhisi için özel bir test yoktur. Belirtiler sorgulanır, nedenler ayıklanır. Gerekirse nörolojik değerlendirme yapılır.
Nedenleri düşündüğünüzden farklı olabilir
– 50 yaş üstünde beyin sisi yaşayanların çoğu “Herhalde yaşlandım” diye düşünür. Oysa tabloya neden olan sorunlar genellikle önlenebilir veya düzelebilir:1. Uyku eksikliği ve kesintili uyku.2. B12, D vitamini, demir gibi eksiklikler.3.Tiroid bezinin az çalışması. (hipotiroidi4. Depresyon ve anksiyete.5. İnsülin direnci ve gizli şeker.6. İltihaplı bağırsak sendromları. (gut–brain axis)7. Menopoz ve östrojen düşüşü8. COVID sonrası etkiler. (post-viral beyin sisi)Harvard Health’e göre özellikle menopoz sonrası kadınlarda hormon düşüşü, bilişsel algıyı etkileyerek “Beyin bulanıklığı”na neden olabiliyor. (Kaynak: Harvard Women’s Health Watch, 2022)
Beyin sisinin arkasındaki gizli eksiklikler
Çoğu kişi kelime bulamama, dalgınlık ve kafa karışıklığını sadece “yoğunluk” ya da “yaş” olarak yorumlar. Oysa basit bir kan testiyle saptanabilecek eksiklikler de beyin sisi yaratabilir:
Zihinde sis varsa dikkat!
– Alzheimer değil ama yaklaşıyor olabilir!- Sabahları kafanız çalışmıyor mu? Nedenini öğrenin.- Bu unutkanlık ‘yaşlılık’ değil, tedavi edilebilir bir durum.- Vitamin eksikliği mi, tiroid mi, yoksa depresyon mu?- Odaklanamıyor, kolay sinirleniyor, zor uyanıyorsanız…- Beyninizin freni çekik kalmış olabilir!- Uyuyorsunuz ama dinlenemiyor musunuz? Sorun gece değil gündüzde.- Beyin sisi ile demans arasındaki fark hayatınızı değiştirir.- İlaç mı? Bitki mi? Yoksa sadece yanlış kahve saati mi?- Bir testle zihinsel berraklığınızı ölçün.- Çinko eksikliği mi? Omega-3 mucizesi mi? Gerçekler burada.- Şeker, glüten, antidepresanlar… Beyin sisi dostu mu, düşmanı mı?- En çok 50 yaş üzerini etkiliyor, ama gençleri de sarıyor.- Zihniniz sisli, uykunuz yetersizse: Bu yazı sizin için.
Bunama mı, beyin sisi mi?
Aşağıdaki tablo farkı daha iyi anlatır:
Cleveland Clinic ne diyor?
Cleveland Clinic beyin sisini, “nöronlar arası sinyal iletiminde yavaşlama” olarak tanımlar. Yani fiziksel bir yorgunluk değil, zihinsel iletişim sisteminin yavaşlaması. Uyaranlara yanıt gecikir, bilgi işleme kapasitesi düşer, kısa süreli hafıza zayıflar. Hastalık değil ama uyarıdır. Uzarsa, “hafif bilişsel bozukluk” aşamasına geçebilir. Bu durum, ilerleyen yıllarda alzheimer riskini artırabilir. (Kaynak: Cleveland Clinic Brain Fog & Aging, 2023)
– Vitamin mi eksik, beyin mi yorgun? – Beyin sisine neden olan eksiklikler neler?- Hangi vitaminler, hangi düzeyde işe yarar?
Source: Haber Merkezi
Uzun süredir tartışılıyor… Gerçekten tuvaletten daha kirli mi? Bilim insanları yanıtladı
İnsan derisi, çoğunluğu bakteri olmak üzere milyarlarca mikroorganizmaya ev sahipliği yapar. Sakallar ise bu mikropların çoğalması için eşsiz bir ortam sunar.
Araştırmalara göre, sakallar yoğun ve çeşitli mikrobiyal popülasyonlara sahiptir. Bu da onları hijyenik açıdan şüpheli hale getirir. Öyle ki Washington Post, bazı tuvaletlerin ortalama bir sakaldan daha az mikrop barındırdığını bildirdi.
Ciltteki mikrop yoğunluğu, vücut bölgesine ve ortamdaki sıcaklık, nem, pH ve besin varlığına göre değişiklik gösterir. Sakallar genellikle sıcak ve nemli bir ortam oluşturur.
Gıda kalıntıları ve yağlar bu bölgede birikerek mikroorganizmaların çoğalması için uygun koşullar yaratır. Özellikle ellerin sıkça yüze temas etmesiyle yeni mikropların sakala taşınması da kaçınılmazdır.
Sakal hijyeniyle ilgili endişeler, 50 yıl öncesine kadar uzanıyor. Erken dönem araştırmalar, yüz kıllarının bakteri ve toksinleri yıkamadan sonra bile tutabildiğini ortaya koymuştu. Bu bulgular, sakalların bakteriyel rezervuarlar olarak enfeksiyon riski taşıdığı fikrini doğurdu.
Özellikle hastanelerde sakalların enfeksiyon yayma riski oluşturup oluşturmadığı tartışmalı bir konu. Bir araştırma, sakallı sağlık çalışanlarının yüzlerinde daha fazla bakteri bulunduğunu gösterdi. Hatta başka bir çalışmada, erkeklerin sakallarındaki mikrop yoğunluğunun köpek tüylerinden fazla olduğu görüldü.
Ancak bu görüşe karşı çıkan araştırmalar da var. Bazı çalışmalar, sakallı ve traşlı sağlık çalışanları arasında mikrobiyal koloni açısından anlamlı bir fark bulunmadığını belirtti. Aynı araştırmada, sakallı doktorların Staphylococcus aureus gibi tehlikeli bakterileri taşıma oranının daha düşük olduğu ifade edildi. Ayrıca, sakallı cerrahların maske taktığında hastalarına enfeksiyon bulaştırma oranında bir artış gözlenmedi.
Öte yandan, kötü bakım görmüş sakallar cilt tahrişlerine, enfeksiyonlara ve nadiren de olsa parazit istilasına yol açabilir. Uzmanlar, sakalların her gün yıkanmasını, nemlendirilmesini, düzenli taranmasını ve kesilmesini öneriyor.
Sonuç olarak sakal, ne kadar hijyenik olduğunuzla doğrudan bağlantılı. Günlük bakım ve doğru temizlikle, sakallar göründüğü kadar kirli olmayabilir.
Source: Haber Merkezi
Obezite sadece kilo fazlalığı demek değil
Obezite akciğerden pankreasa, kemikten kalbe neredeyse bütün vücut sistemlerinde bozukluğa yol açan bir hastalıktır. 2013 yılında kendi başına bir hastalık olarak tanımlanmakla birlikte ‘immünometabolik’ denilen hastalık kümesiyle doğrudan ilişkilidir. Hem bağışıklık sistemi hem de metabolik-hormonal bozukluk ile seyreden hastalıkların listesi çok kabarık. Diyabet, hipertansiyon, yüksek kolesterol, damar sertliği, inme, kalp krizi, astım, yağlı karaciğer, safra taşı, hormonlarla ilişkili (meme, yumurtalık, prostat, kolon kanseri) birçok kanser türü bunlardan sadece birkaçı. Obezite, bağışıklık ve metabolik sistemi bozan bir hastalıktır.AKCİĞER HASTALIĞI OLARAK OBEZİTE Obezite hastalarında enfeksiyon nedeniyle ölüm oranının daha yüksek olduğu, solunum hastalıklarında daha sıkıntılı süreçler yaşadıkları ve tedavilere daha az yanıt verdikleri bilinmektedir:1. Göğüs kafesi içindeki yağ dokusu, dramatik şekilde artarak akciğerlere baskı yapmakta ve sıkışma tarzında solunum sıkıntısına neden olmaktadır. Obezite hastalarında görülen yüzeysel ve sığ soluk alıp verme uzun dönemde akciğerlerin sönmesine yol açar. Daha çabuk yorulma ile seyreder.2. Obezite hipoventilasyon sendromu ortaya çıkabilir. Bu sendrom, obezite nedeniyle gelişen beyinden gelen solunum sinyallerinin yetersizliği ile karakterize bir durumdur.3. Hastaların solunum kasları zayıflayabilmektedir.4. Obezite, astım benzeri şikâyetlere yol açıp, tıkanmaya yatkınlık oluşturmaktadır.Dolayısıyla içeriden solunum yolları, dışarıdan göğüs kafesi içindeki yağ baskısı sebebiyle obezite hastalarının akciğerleri hastalıklarla savaşı kaybetmeye yatkındır. Her obezite hastası, kendini kronik akciğer hastası olarak riskli görüp kışın enfeksiyonlardan kaçınmalı ve pnömokok gibi aşıları hekimi ile değerlendirmelidir.DİYET VE EGZERSİZ OLMAZSA OLMAZKilo vermek için kalori kısıtlaması sunan sürdürülebilir ve kişiye özel bir diyet şart. Popülist diyetlerin uzun dönemde (1 yıl) kilo verdirme konusunda birbirlerine bir üstünlüğü yoktur. Asıl mesele, kiloları tekrar geri almamaktır. Egzersiz ile metabolik hızı yüksek tutmak ve kilo verirken kas kaybetmemeye çalışmak çok önemlidir. Bununla beraber obezitenin bir hastalık olarak tedavisinden kaçınılmamalıdır. MULTİDİSİPLİNER TEDAVİ ŞART Obezite tedavi seçenekleri arasında diyet türleri, merak edilen yeni biyolojik ilaçlar, egzersiz reçeteleri, psikolojik terapiler, cerrahi olmayan endoskopik girişimler, kilo aldıran diğer hastalıklarla (uyku apnesi vb) mücadele, stres yönetimi ve sadece çok ağır durumlara saklanması gereken obezite cerrahisi bulunur.TÜRKİYE OBEZİTEDE AVRUPA BİRİNCİSİ Maalesef bu, birinci olmak isteyeceğimiz bir sıralama değil. Obezite ile hayat kalitemiz düşmekte ve ömrümüz kısalmaktadır. İş gücü kaybı ve sağlık harcamaları derken, ülke ekonomisine büyük bir darbe vurmaktadır. Normalde üretime katkısı ve dinamizmi ile övündüğümüz, diğer Avrupa ülkelerine oranla çok daha fazla olan genç nüfusumuzun avantajını da yitirmekteyiz çünkü obezite gençlerde de alarm vermektedir. Uzun dönemde ülkemize olan maliyeti, bugün konuştuğumuz en korkunç salgın hastalıklardan bile fazla olabilmektedir. Dolayısıyla bu istatistiği ciddiye alıp, acil eylem planları yapmalı, ülke olarak obeziteye savaş açmalıyız. Geleceğimizi obeziteye teslim edemeyiz. Eğitim programlarından, sağlık kampanyalarına kadar toplumun tamamına bu farkındalığı yaymak zorundayız. Ülkemizde hem Sağlık Bakanlığımız hem de obezite ve endokrinoloji meslek örgütleri çok değerli çalışmalar yapıyor. Türk Obezite Derneklerinin obezite tedavisine dair bu ay yayınladığı uzlaşı raporu ulusal çapta obezite tedavisini cesaretlendirecektir.MÜCADELE ÇOCUK YAŞTA BAŞLAMALI Çocukluk çağı obezitesi çok daha büyük bir problem, çünkü obezite ye maruziyet süresinin artması oluşacak hastalıkların sayı ve ciddiyetini de arttırıyor. Örneğin çocuklarda oluşan obeziteye bağlı şeker hastalığı 50’li yaşlarında şeker hastası olmuş birine oranla çok daha agresif seyrediyor, çok daha hızlı komplikasyonlara yol açıyor. Genelde büyüme hormonunun da etkisiyle komplikasyon hızı dörde beşe katlıyor. Obezite kronik ve enflamatuvar bir hastalık olduğu için bu çocuklarda gelecekte Multiple Skleroz (MS) gibi otoimmün hastalıkları da tetikliyor. Örneğin 123 bin kişilik İsveç çalışmasında, obezitesi olan çocukların ortalama 6 yıllık gibi kısa bir sürede bile Multiple Skleroz (MS) geliştirme riski normal kilolu çocuklara oranla iki katın üzerinde artıyor. Bu örnekler ve araştırmalar her geçen gün başka bir hastalığı kapsıyor ve obezitesi olan çocuklar için korkunç bir geleceğin habercisi oluyor. Bununla birlikte obezitenin tedavi edilebilir, çok daha önemlisi büyük oranda önlenebilir olduğunu bilmekteyiz. İşe çocuklarımızdan başlamalı ve onlara hayat boyu rehber olacak sağlıklı alışkanlıklar kazandırmalıyız. Hareketli yaşam ve spor, doğal ve dengeli beslenme kurallarını öğretmeliyiz. Dijital çağın sorunu ekran bağımlılığından korumalıyız.
Source: Dr.furkan Burak
Neden sabahları daha fazla hapşırıyoruz?
Yeni güne burun tıkanıklığı ve hapşırıkla mı başlıyorsunuz? Nedeni düşündüğünüzden farklı olabilir. ALERJİK RİNİT GRİPLE KARIŞTIRILMAMALI Sık hapşırma, burun tıkanıklığı veya akıntısı, öksürük, gözlerde yaşarma gibi belirtiler genellikle mevsimsel grip ya da soğuk algınlığı ile karıştırılır. Ancak bu belirtiler, alerjik rinitin de habercisi olabilir. Alerjik rinit, tedavi edilmediğinde ileride astım gibi daha ciddi solunum yolu hastalıklarına zemin hazırlayabilir. Bu nedenle ciddiye alınması gerekir. BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ VE ALERJİK TEPKİLER Bağışıklık sistemimiz, zararlı mikroorganizmalara karşı ilk savunma hattımızdır. Deri, burun ve ağız mukozası gibi bariyerler sayesinde zararlı maddelerin vücuda girmesi engellenir. Ancak alerjide bu bariyerler, aslında zararsız olan maddeleri tanımakta başarısız olur ve bu maddeler bağışıklık sistemini yanlış yönlendirir. Sonuç olarak kaşıntı, kızarıklık, göz yaşarması, burun akıntısı, hapşırık ve nefes darlığı gibi belirtiler ortaya çıkar. Fiziksel uyarıcılar ve stres gibi faktörler ise bu süreci daha da kolaylaştırabilir. SABAHLARI HAPŞIRMANIN NEDENLERİ Hapşırma, burun mukozasının tahrişine karşı vücudun verdiği doğal bir tepkidir. Bu refleksin iki aşaması vardır: duyusal (nazal) ve motor (solunum) yanıt. Sabahları art arda hapşırmak özellikle alerjik bireylerde yaygındır. Bunun nedenleri arasında şunlar yer alır: – Yatakta ve odada biriken toz akarları – Sabah saatlerinde yoğun olan polenler – Evcil hayvan tüyleri – Nem, rutubet ve hava sirkülasyonunun yetersiz olması – Burun akıntısı ve tıkanıklık – Burunda ve damakta kaşıntı – Kırmızı, kaşıntılı ve sulu gözler – Öksürük ve geniz akıntısı ÇOK HAPŞIRMA HANGİ HASTALIKLARLA İLİŞKİLİDİR? Sık hapşırmanın temelinde çoğunlukla alerjik rinit bulunur. Ancak şu nedenler de etkili olabilir: – Toz, küf ve hayvan tüyü alerjileri – Bazı ilaçların solunması (örneğin kortikosteroidler) – Soğuk algınlığı ve grip gibi viral enfeksiyonlar – Sinüzit ve diğer üst solunum yolu hastalıkları ALERJİYİ TETİKLEYEN FAKTÖRLER – Toz Akarları: Ev tozlarının içinde yaşayan bu mikroskobik canlılar özellikle yatak, halı ve mobilyalarda bulunur. Nefes darlığı, kaşıntı, burun tıkanıklığı gibi alerjik tepkilere neden olabilir. – Polenler: Özellikle bahar aylarında yoğunlaşan polenler, kıyafetlere ve saçlara yapışarak eve taşınabilir. Bu da gece ve sabah saatlerinde alerji krizlerine yol açar. – Evcil Hayvan Tüyleri: Hayvan tüylerine alerjisi olan kişilerde solunum sıkıntısı, gözlerde tahriş ve deri döküntüleri görülebilir. – Hamam Böcekleri: Hamam böceklerinin neden olduğu alerjilerde burun tıkanıklığı, öksürük, cilt döküntüleri ve kulak enfeksiyonları gibi belirtiler ortaya çıkabilir. HAPŞIRMANIN TEMEL NEDENLERİ – Alerjiler: Vücudun polen, toz veya hayvan tüyü gibi maddelere karşı aşırı duyarlılığı – Viral Enfeksiyonlar: Soğuk algınlığı ve grip – Sinüzit: Sinüslerin iltihaplanması – Çevresel Etkenler: Duman, parfüm, kimyasal buhar gibi tahriş edici maddeler SÜREKLİ HAPŞIRMA İÇİN TEDAVİ YÖNTEMLERİ – Antihistaminikler: Alerjik reaksiyonları baskılar. – Nazal Spreyler: Burundaki iltihaplanmayı azaltarak semptomları hafifletir. – İmmunoterapi: Vücudun alerjenlere karşı tolerans geliştirmesini sağlar. – Çevresel Önlemler: Yaşam alanlarının düzenli temizlenmesi ve alerjenlerden uzak durulması önerilir. KİMYASAL VE FİZİKSEL TETİKLEYİCİLER Karabiber, parfüm, tütün dumanı gibi maddeler alerjik tepki olmadan da burun mukozasını tahriş ederek hapşırmaya yol açabilir. Güneş ışığı da nazal refleksi tetikleyerek hapşırmaya neden olabilir. Bu tür durumlarda histamin salınımı olmadığı için antihistaminik ilaçlar etkili olmayabilir. Bunun yerine, steroid içeren nazal spreyler veya antikolinerjik ilaçlar önerilir. Görsel Kaynak: istockphoto/shutterstock
Source: Habertürk