Yanan yandı geriye adalet acısı kaldı
Kartalkaya 21 Ocak’ta yaşanan otel yangını üzerinden 5 ay geçti. 78 vatandaşı kaybettiğimiz yangın için İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, “Bütün sorular yanıtını bulacak, bu işi 10 günde bitiririz” dedi. Ancak aylar geçti, kimse “işi” bitirmedi. Denetlemekle yükümlü olanlar soruşturulmadı, ölen öldüğüyle kaldı, ailelerin acısına bir de adaletsizlik eklendi.
Meclis’te Araştırma Komisyonu kuruldu, 17 toplantı yaptı. Ancak konuyla ilgili Turizm ve Çalışma bakanları zahmet edip gelmedi bile.
Nihayet komisyon son toplantısını yaptı, artık rapor yazmaları beklenecek. Son toplantıda konuşan Komisyon Başkanı AKP’li Selami Altınok, bakanların sorumlu olduğunu açıkça dile getirdi:
BAKANLARIN İŞİ
“Kartalkaya’ya gittiğimizde de söyledim yine söylemekten hiçbir zaman çekinmiyorum, imtina etmiyorum: Yani okulsa oranın sorumlusu Tarım Bakanlığı’dır diyebilir miyiz? Dersem gülersiniz değil mi? Yani okullar Millî Eğitim Bakanlığının işidir, hastaneler Sağlık Bakanlığı’nın işidir. Oteller de Turizm Bakanlığı’nın, Çalışma Bakanlığı’nın da işidir. ‘Beni ilgilendirmez canım, kendileri alsaydı’ diyemezler.
BELEDİYE KAÇAMAZ
‘Ya belediye vallahi bizim mücavir alanın dışındaydı, onun için ben yazdım, eksik buldum, sattım, getirdim…’ diyemezsiniz kardeşim siz. Bolu Seben’de 2 bin nüfuslu belediyenin bir geçici şirket elemanına işi yıkıp da itfaiye diyebilir miyiz? Dört dörtlük bir itfaiyenin nerede olduğunu düşünürsek vallahi Bolu Belediyesi sağa sola kaçamaz, en önemli itfaiye teşkilatı Bolu Belediyesidir.
KİMSE SORUMLU DEĞİL!
‘Efendim, siz iktidarsınız, bir muhalefetiz…’ Böyle bir şey yok arkadaş, hepimizin sorumluluğu var. Niye? O 78 insanın vefatından vicdanen hepimizin sorumluluğu var, 86 milyonun sorumluluğu var. Kimse sorumlu olmak istemiyor. Sanki en sonda herhâlde komisyona bu iş kalacak, en son da bana kalacak gibi geliyor. Böyle bir şey olamaz. Gerekirse kıyamet kopsun, adalet yerini bulsun.”
EVLATLARINI KAYBEDENLER KONUŞTU:
Kartalkaya’da çocuklarını kaybedenler Başkent Üniversitesi’nde düzenlenen “Yaşam Hakkı ve Travma Sempozyumu”nda bir araya geldi.
Sempozyumun açılışında konuşan Başkent Üniversitesi kurucusu Prof. Dr. Mehmet Haberal, yangının birçok insanın hayatını kaybetmesine sebep olduğunu, bunların arasında arkadaşları ve öğrencilerinin de bulunduğunu belirtti. Haberal’ın konuşmasının ardından yangında hayatını kaybedenlerin yakınları söz aldı.
Haykırışımız adalet için
Eşi ve kızı ölen Hilmi Altın: İlk defa bir Babalar Günü benim için kutlama günü değil. Evladını kaybeden bir anne babanın yası tarifsizdir. Ama o kayıp bir ihmalin, bir göz yummanın, bir cezasızlık düzeninin sonucuysa, o zaman yas başka bir şeye dönüşür. Bir isyana, bir haykırışa, bir adalet arayışına… İki canımı, hayatımın tümünü, o insan eliyle yapılmış katliamda, önlenebilir ihmaller zinciri içinde kaybettim. O günden bugüne yasım dinmiyor, dinmeyecek. Benim bu hayatta artık sarılamayacağım bir evladım var. Ama onun için sarılmam gereken bir hakikat, bir mücadele var, adı ‘adalet’. Adalet sadece mahkeme kararından ibaret değil, ölenin ardından kalanlara ‘yalnız değilsiniz’ demenin hukuk dilidir. Bu mücadeleyi sadece kendi çocuklarımız için değil, bir daha hiçbir anne-babanın böyle bir konuşma yapmaması için veriyoruz.”
İhmalleri asla unutmayın
Eşini, oğlunu ve kızını kaybeden Duygu Can: Yangın ihmalkarlığın, denetimsizliğin ve görmezden gelmenin sonucu yaşandı. Eşim Yılmaz o yangından çıkardı, çocukları da çıkarırdı, kalanları da kurtarırdı. Ama yetmedi, o da orada kaldı. Ben bir dostu, yol arkadaşımı da yitirmiş olarak yaşamaya çalışıyorum. Olay asla unutulmamalı, adalet peşinde olmaya devam edeceğiz.”
Sizin de başınıza gelebilir
Oğlunu kaybeden Ezgi Bağcı: Eren çok akıllı ve çalışkan bir çocuktu. Biz, bu katliamın tüm sorumlularının adalet önünde hesap vermesini istiyoruz. Adalet sadece mahkeme salonlarında değil, toplumun vicdanında da yer bulmalıdır. Bizim yaşadığımızı, yarın siz yaşayabilirsiniz ve işte o zaman bu cümlelerin her biri size ait olacak. Bugün susan herkesin yarın konuşmaya hakkı olmayacak.”
Yanımızda olun, başaracağız
Oğlunu kaybeden Zeynep Kotan: Otelde yaşananlar kaza değil bir katliam. Yalnız değiliz, kalabalığız, daha da kalabalık oluyoruz. ‘Bu davadan bir şey çıkmaz, boşuna uğraşmayın’ diyenler yıldıramıyor. Başardıklarımız ve başaracaklarımız var. Sizler yanımızda olun.
Source: Veli Toprak
‘Suçum ne, ben niye buradayım?’
Orta Anadolu’nun batı coğrafyasında yol alırken, bu kez Afyonkarahisar bozkırındaki kapalı cezaevine ulaşmaya çalıştık. Hedefimiz, kent merkezindeki devasa cezaevi değildi çünkü.
Sistem, bizi bozkırda ilerletip, tarlaların arasındaki girişe ulaştıramadı. İki deneme daha yaptık. Başaramayınca, yol kenarındaki birinden yardım istedik.
“Şu yöne doğru ilerleyin sonra sola dönün.’’
KATILA KATILA AĞLADI
Arkasından da ekledi:
“Ama üçüncü bir cezaevi daha var. Aradığınız orası olmasın. O da yolun karşı tarafında.’’
Afyon’da 3 cezaevi.
İnanılması zor.
Afyonkarahisar 2 No’lu T Tipi Kapalı Ceza ve Tutukevine ulaştığımızda, ‘’Kendisine haber verildi herhalde’’ dedim.
İzmir Gazeteciler Cemiyeti eski Başkanı Misket Dikmen ile göz göze salondaki yerimize geçtiğimizde, Elif camın arkasında, şaşkınlık içinde kaldı.
Yeşil gözleri önce büyüdü. İnanamadı. İki eliyle yüzünü kapattı, katıla katıla ağladı.
Elimi aramızdaki camın üzerine koydum sadece. Ellerimiz birleşti.
“Nasılsın?’’ diyebildim ve sadece 30 dakikalık kapalı görüşümüzdeki yasağı ilettim ona.
“Ağlamayacağız. Dik duracağız.’’
Başladı anlatmaya:
“Abla, benim ne işim var buralarda?”
İsyanı büyüktü:
‘’Ben kimim ki? DEVLETİ yıkacak örgüte üye olmakla suçlanmak da ne? 50’li yaşlarımı yaşarken bana yaşatılan bu cezayı nasıl kabul edebilirim. Sen biliyorsun tüm hayatımı. Ne örgütü. Ne yıkımı. Hayali suçlamalarla, üç aydır tutukluyum. İddianamem bile yok. Suç yok, ceza var. Bu nasıl bir hukuk?’’
Yine aynı soruyu sormadan duramadı:
“Ben neden buradayım?’’
Elindeki telefon ahizesine sıkıca sarıldı, devam etti:
‘’Bak halime. 3 pantolon, 3 tişört. Bir çöp torbası eşyam ile 2,5 ay hücredeydim. 19 Mart’ta sabaha karşı evimden derdest edildim. MASAK raporlarında, evimdeki tüm aramalarda suçum olmadığı açık. HTS kaydım yok. Şüpheli bir mal varlığım yok. Benden ne isteniyor? 20 aylık Medya AŞ. Genel Müdürlüğümdeki tüm belgeler zaten yargıda. Yasadışı tek bir imzam yok. Daima mevzuata uygun çalıştım.’’
Gözleri doldu, yutkundu.
“Bir tek oğlum var. Yıllarca çalışıp onu okuttum, bu vatana yetiştirdim. Tüm varlığım o.’’
4 gün gözaltında tutulmuş, sonra 72 gün Silivri zindanına konulmuştu. Suçlayıcı bir soru da çıkmamıştı. Öylesine boş ve karşılıksızdı ki her şey. İBB ‘ye yönelik soruşturmada, diğerleri gibi İpek Elif Atayman da sadece Medya AŞ eski genel müdürü olduğu için tutuklanmıştı.
Kurban Bayramı arifesinde, biricik oğlu, annesini ziyaret etme hazırlığındayken, onun Silivri’den apar topar demirden bir hücre aracına bindirilip, bilinmeze doğru yola çıkarıldığını öğrenmiş ve tam bir gün boyunca kendisinden haber alamamıştı. Sonunda AFYONKARAHİSAR kırsalındaki 2 No’lu T TİPİ Tutukevi’nde bulmuştu izini.
Geride kalan annesine, oğluna da verilen bir cezaydı bu.
Daha iddianamesi bile hazırlanılmamış olan Elif’e bileklerine takılan kelepçeyle 7,5 saatlik yol aldırılmıştı.
KOĞUŞTA SİGARA DUMANI
Altıncı gün kendisini cam arkasından görebildiğimizde, “Bileklerin nasıl? Sağlığın önemli. Tansiyon ilaçların var mı?’’ diye sorunca, yanıtladı:
“Buradaki koşullar çok zorluyor. 5 gün yerde yattım. Şimdi ranzadayım. Bileklerimdeki morluklar giderek azaldı. 26 kadın hükümlü arasında 40 metrekarenin içinde günlerim aşırı sigara dumanı altında geçiyor. Dumandan çok etkileniyorum tabi. Biliyorsun abla, tansiyon hastasıyım. Bu ortam çok sağlıksız. Bugün doktora çıktım. Sakinleştirici ilaca başlattı beni. Ruh halim, kalbimi ve tansiyonumu etkiledi.’’
HERKES ÜST ÜSTE
Yine sordu aynı soruyu:
“Benim ne işim var burada? Böyle hukuksuzluğu hak edeceğim ne suçum olmuş ki. Bir şeyler aranıyorsa, ev hapsi ya da tutuksuz yargılanma yolları da var. Verilemeyecek hesabım asla olmadı. Bu hukuk içinde, cezaevlerinde yer yok. Üst üste yatıyor herkes. Devletimize de yazık. Bunca yük taşınamaz. İnsanımıza fiziki ve psikolojik şiddete son verilmeli. Tutuksuz yargılama da hukukta bir yol değil mi? DEVLET insanına eziyet etmemeli.’’
Ahizeden ses gelmeyince, onun dudaklarını okudum o anda.
“Bitti’’ dedi.
Tanınan süre bitmişti.
Vedalaştık sessizce..
Source: Haber Merkezi