Yemekle değil değersizlikle savaştı
Nihal Candan… Ekranlardan tanıdığımız, renkli görüntüsüyle hafızalara kazınan, ama arka planda çok daha derin bir hikâyeyi taşıyan genç bir kadındı. Nihal programım için içeri girdiğinde gülümsüyordu ama gülümsemesiyle gözleri arasında kopukluk vardı. İşte ben en çok orada dururum; gözle gülümseme arasında kurulamayan o köprüde. Çünkü orası genelde acının, yalnızlığın ve bastırılmış kırgınlıkların evidir. Onunla göz göze geldiğimde içimden geçen ilk cümle şuydu: “Bu kız, uzun zamandır kendini anlatamamış.” Program başladığında bir noktada sustum. Çünkü artık sadece bir konuk değil, bir yardım çığlığı duyuyordum. Sessiz ama çok derin bir çığlıktı bu. O anlattıkça içimde bir meslektaş duyarlılığı değil, bir insan olarak sızlayan bir vicdan oluştu. Özellikle cezaevi süreci, toplum tarafından linç edilmesi, kadın bedenine dayatılan kalıplarla baş etme çabası… Her cümlesinde biraz daha çözülen, biraz daha içini açan bir kadın vardı karşımda. Ve en çok da kırgınlığı vardı. Nihal programda özellikle kırgınlığını çok fazla anlatıyordu. Duygusal olarak hem cezaevi süreci hem toplum tarafından linçlenmek, hem de katıldığı stil programlarında çok zayıf olmaya zorlanmak, ya da “balık etli” olmanın kıyafeti güzel taşıyamamakla özdeşleştirilmesi… Bütün bunlar onun psikolojik olarak değersiz olduğu algısına itilmesine neden olmuştu. Aslında haykırdığı şuydu: “Ben yeterli değil miyim?” Program bitti ama içimde bitmedi. O yayında sadece konuşan değil, içten içe tükenen bir genç kadının hikâyesi yankılandı. Ve ne yazık ki o yankının en acı finalini bugün konuşuyoruz. YALNIZLIK VE TERK EDİLME EN KIRILGAN NOKTAMIZ Nihal”in en hassas olduğu konulardan biri duygusal ilişkileriydi. Hayatında ona değer veren birinin varlığı, birçok şeyi dengeleyebiliyordu. Ama maalesef… Partneri tarafından terk edilmek, ardından başka biriyle birlikte olduğunu öğrenmek… Bu, onun için ikinci bir yıkım oldu. Zaten hayatın içinde birçok cephede savaş veriyordu: toplumla, medyayla, kendi iç sesiyle. Ama kalbinde kurduğu yerin yıkılması, diğer tüm cepheleri de düşürdü. Anlatamadığı bir utançla baş başa kaldı. Çünkü kadınlara öğretilmişti: Güçlü görün, üzülme, yıkılma. Ama o yıkıldı. Ve kimse elini uzatmadı. İşte tam orada, yemekle olan ilişkisi yeniden sarsıldı. “Mutsuzum, o zaman yemek yememeliyim,” düşüncesi pekişti. Çünkü zihnindeki denklem çoktan kurulmuştu: “Ben güzel olmazsam, sevilmem. Ben yeterince ince değilsem, değerli değilim.” BİR PSİKOLOG VE KADIN OLARAK TOPLUMA BİR ÇAĞRIM VAR Nihal Candan”ın hikâyesi bir bireyin trajedisi değildir. Bu, hepimizin toplum olarak sorumlu olduğu bir çöküştür. Biz görmezden geldikçe, yargıladıkça, “hadi ama güçlü ol” dedikçe, birileri içeriden sessizce ölüyor. Yeme bozukluğu bir kapris değildir. Depresyon, zayıflığın değil, fazla dayanmanın sonucudur. Ve linç kültürü, hepimizin insanlığından biraz eksiltir. Bu da benim bir psikolog olarak, topluma çağrımdır: – Lütfen birbirinizi sadece gördüğünüz kadarıyla yargılamayın. – Sosyal medyada yazdığınız her kelimenin bir ruhu delip geçebileceğini unutmayın. – Kadınların bedenine dair yapılan her yorum, onları bir adım daha yetersizlik hissine sürükleyebilir. – Sevgisizlik, terk edilme, yalnızlık… Bunlar sandığınızdan çok daha derin yaralar açar. – Ve en önemlisi: Gülümsediği için iyileşti sanmayın. Bazı gülümsemeler, son çırpınıştır. BİR KADININ SESSİZ ÇÖKÜŞÜ Nihal Candan, Türkiye”nin ekranlarından tanıdığı bir isimdi. Renkli giysileri, iddialı sözleri, cesur adımlarıyla tanındı. Ama kimse onun iç dünyasına mikrofon uzatmadı. Gördüğümüz sadece dışıydı. Oysa dışı ne kadar iddialıysa, içi de o kadar hassastı. Onu toplumun gözünde “tarz yarışmalarının yarışmacısı” yapan şey, aslında kırılgan bir ruhun var olma çabasıydı. Kimi zaman çok zayıf olması gerektiği söylendi ona… Kimi zaman da “balık etli kız güzel kıyafet taşıyamaz” dendi. Ve o bu kalıpların arasında, bir kadının “görünerek” var olabileceğine inandırıldı. Ama görünmek başka, görülmek başka. O sadece görünüyordu, hiç görülmedi. Katıldığı stil yarışmalarında yapılan yorumlar, bedenine dair gelen eleştiriler… “Senin proporsiyonun kıyafeti kaldırmaz” dediklerinde, aslında dolaylı bir şekilde “sen yeterli değilsin” denmiş oluyordu. Bunu bir kadın olarak okurken içim ezildi. Çünkü bu yalnızca Nihal”e değil, tüm kadınlara söylenmiş bir cümleydi. Yemekle olan ilişkisi de orada bozulmaya başladı. Çünkü “hafif” olmak, “ince” olmak, bu düzende sevilmenin ve alkış almanın koşulu gibi gösteriliyordu. Oysa yemek yemek, yaşama katılmak demektir. Yemekten vazgeçmek, yaşamdan vazgeçmenin ilk adımıdır. DEPRESYONA BAĞLI ANOREKSİYA Anoreksiya nervoza, sadece bir “zayıflama isteği” değildir. Bu hastalık, kişinin kendini değersiz hissetmesinin, kontrolünü kaybettiğini düşünmesinin, görünmezleştiğini sanmasının bir dışavurumudur. Nihal, uzun süredir bu hastalıkla mücadele ediyordu. Psikolojik destek alıyordu, evet. Ama duygusal olarak her çöküş yaşadığında ilk vurulan nokta yeme bozukluğu oluyordu. Ve biz, dışarıdan izledik. Kimi zaman acıdık, kimi zaman yargıladık. Ama hiç gerçekten duymaya çalışmadık. Bir kadın düşünün… Terk edilmiş, aldatılmış, yalnız bırakılmış. Kendini kötü hissediyor. Hayatla bağı kopmuş. Ve en acısı: Artık yemek yemek istemiyor. Çünkü “yaşama” katılmak istemiyor. Bu, sıradan bir mutsuzluk değil. Bu, varoluşsal bir çöküştür. Anlatması kolay, taşıması imkânsızdır. SEVİLMEK İÇİN BEDEL ÖDEDİ Kadın olmak, özellikle medyada görünür bir kadın olmak… Zor bir şey. Hep bir kalıba sokuluyorsunuz. Kilonuz konuşuluyor. Gözaltınız, bacağınız, saçınız… Her şeyiniz yargılanıyor. Ve bir yerden sonra buna teslim olmamak imkânsızlaşıyor. Nihal de teslim olmamak için direndi ama sonunda bu baskıya yenik düştü. Hepimiz gibi o da sevilmek, kabul görmek istedi. Ama sevilmek için bedel ödemek zorunda kaldı. Ve o bedel, onun canı oldu. SON SÖZ Yemek yemek istememesi, yaşamak istememesiyle aynıydı! Artık yemek yemek istemiyordu. Çünkü mutlu değildi. Çünkü değersiz hissetmişti. Çünkü sevilmemişti. Çünkü yalnız bırakılmıştı. Ve belki de hepimizin biraz daha sarılmaya ihtiyacı vardı. Ama kimse onun elinden tutmadı. O da yavaşça, sessizce… Gitti!
Source: Esra Ezmeci̇
2 aylık hamileydi… 3. kattan düşüp öldü! Emel”in ailesinden kan donduran iddia!
Gaziantep te olay, önceki gün saat 05.30 sıralarında Onat Kutlar Mahallesi’nde meydana geldi. Vergi Dairesi’nde gelir uzmanı olarak çalışan Emel Akbaş Bayhan (38), 1.5 yıl önce evlendiği ve aynı kurumda müfettiş olarak çalışan eşi M.Ş.B, ile oturdukları evin 3’üncü katından düştü. AMBULANSLA HASTANEYE KALDIRILDI DHA daki habere göre çevredekiler durumu 112 Acil Çağrı Merkezi ekiplerine bildirdi. İhbarla gelen sağlık görevlileri Emel Akbaş Bayhan’ı özel bir hastaneye kaldırdı. MÜDAHALE EDİLDİ AMA KURTARILAMADI Hastanenin acil servisinde tedaviye alınan Bayhan, doktorların tüm müdahalesine rağmen kurtarılamadı. Emel Akbaş Bayhan’ın cansız bedeni, dün Adli Tıp Kurumu’nda yapılan otopsi işlemlerinin ardından yakınlarına teslim edildi. İKİ AYLIK HAMİLEYDİ 2 aylık hamile olduğu öğrenilen Bayhan’ın cenazesi ise bugün Bahaeddin Nakıpğlu Camisinde kılınan cenaze namazının ardından toprağa verildi. DÜŞME ANI KAMERADA Emel Akbaş Bayhan’ın 3’üncü kattaki evinin yatak odasındaki pencereden düştüğü anın güvenlik kamera görüntüleri ortaya çıktı. Olayla ilgili soruşturma başlatan polis, Emel Akbaş Bayhan’ın eşi M.Ş.B’yi gözaltına aldı. EŞİNİN İNTİHAR ETTİĞİNİ SÖYLEDİ M.Ş.B., emniyetteki ifadesinde eşi ile aralarında bazı sorunlar olduğunu ve olay günü de tartışma yaşadıklarını belirterek, eşinin intihar ettiğini söyledi. M.Ş.B., ifadesinin ardından serbest bırakıldı. DAHA ÖNCE DARP VE TEHDİT EDİLMİŞ Ailenin avukatı İsmet Tiryaki, Emel Akbaş Bayhan’ın ölümünde bazı şüpheler olduğunu ve bunun üzerine çalıştıklarını ifade ederek, Maktulün ölümünde bazı şüpheli hususlar var. Kimseyi direkt suçlu ilan edemeyiz ancak bu şüpheleri aydınlatıp takibini yapmamız lazım. Maktulün daha önce de şüpheliye karşı adli ve idari makamlara müracaatları var. Darp edildiği ve tehdit edildiğine dair. Bu müracaatlar da kurumlarda kayıt altındadır. AYAKLARININ ÜZERİNE DEĞİL BAŞ ÜSTÜ DÜŞÜYOR Maktulenin ölüm kayıtlarında başının üzerine düşmesi dikkat çekici. Normalde intihar eden birisinin ayaklarının üzerine düşmesi refleks göstermesi gerekiyor. Direnç göstermesi gerekiyor. Hareketsizce yere düşme şekli şüphelidir. Bu şüpheyi aydınlatacağız. Tüm görüntüler de kamera kayıtları ile mevcuttur’’ dedi. ÇOCUĞUNU ALDIRMAK İSTEDİ Emel Akbaş Bayhan’ın annesi Muazzez Akbaş, kızının intihar ettiğini düşünmediğini ifade ederek, kızının hamile olduğunu öğrendikten sonra çocuğu aldırmak istediğini ve bu sebeple eşi ile sorunlar yaşadığını söyledi. KOCASI SÜREKLİ KUMAR OYNUYORDU Daha detaylı soruşturma istediklerini kaydeden Muazzez Akbaş, Kızım intihar etmedi. Kızım kocasıyla hep tartışıyordu. Kocası kumar oynuyordu sürekli. Aylığını sürekli kumara veriyordu. Eve bir şey getirmezdi. Evleneli daha sene olmadı. Defalarca dövüş kavga oldu. Bu tartışmalar kavgalar yüzünden karakolluk da olduk. Benim kızım inançlı ve asla intihar ettiğini düşünmüyorum. İntihar etmez. Evlenmeden önce hiçbir sıkıntısı yoktu. Hamileyim demiş çocuğu doğurmak istememiş imza istemiş ve vermemiş. Sürekli kızımı tehdit ediyordu. Gözaltına alınmış ancak adalete güvenim tamdır. Tutuklanmasını istiyorum. Tek sıkıntım o gezerse dışarıda ben yaşayamam diye konuştu. EVLERİNDE HUZUR YOKTU Emel Akbaş Bayhan’ın kardeşi Ömer Akbaş ise ablasının eşi ile sürekli tartışma halinde olduğunu belirtti. Olayın intihar olduğunu düşünmediklerini kaydeden Ömer Akbaş, “Zaten sürekli ablamla eşi tartışma halindeydiler. Evde hiç huzuru yoktu. Ayın bir iki haftası hep huzursuz olduğu için anneme geliyordu geri gidiyordu. Hiçbir şekilde huzurlu evlilik yaşamadı. Son dönemde de hamile olduğu için aldırmak istemiş bu yüzden tartışma çıkmış. Karşı taraf imza vermemiş çocuğu aldırmak için. Biz bunun intihar olduğunu asla düşünmüyoruz. Savcılığın da kadın cinayet şüphesi olmasına rağmen şahsı hemen serbest bırakmasına da anlam veremiyoruz. Daha ayrıntılı ve detaylı araştırma yapılmasını talep ediyorum. Adalete olan güvenimiz tamdır. Savcılar hakimler gereğini yapacaktır diye düşünüyoruz diye konuştu.
Source: Habertürk
DEM Parti Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu: KHK’lı polis hapiste yatalak oldu, tekerlekli sandalyeyle yanıma getirdiler
DEM Parti Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, Gaziantep H Tipi Cezaevinde tutuklu olan KHK’lı polis Mehmet Hanifi Emeç başta olmak üzere birçok mahpusu ziyaret etti.
“”Cezaevinde yatalak olmuş””
Tr724″ten Sevinç Özarslan”ın haberine göre, Emeç’in yanına tekerlekli sandalye ile getirildiğini ve durumunun hiç iyi olmadığını söyleyen Gergerlioğlu, “Mehmet Hanifi Emeç, KHK ile ihraç edildikten sonra stresten dolayı MS hastalığına yakalanmış. Ağır tedavi süreçlerine girmiş olmasına rağmen hastalığı ilerlemiş. Cezaevine girince iyice yatalak olmuş. Tekerlekli sandalye ile yanıma getirildi. Halen infaz erteleme almamış. Güya 10. yargı paketi çıktı, hasta mahpuslar çıkacaktı deniyor ama halen alabilmiş değil.” dedi.
“”Dokuz aydır ilacını alamamış””
Emeç’in 9 aydır kullanması gerekirken en önemli ilacını alamadığını belirten Gergerlioğlu, “Adalet Bakanı’na sesleniyoruz: Hasta mahpuslara çözüm bulacaksınız.” diye konuştu.
MS teşhisi hapishanede kondu
İskenderun İlçe Emniyet Müdürlüğü’nden görev yaparken 5 Ağustos 2016’da gözaltına alınan ve 20 ay hapis yatan Mehmet Hanifi Emeç, cezaevinde MS hastalığına yakalandı. O dönemde hastalığı nedeniyle tahliye edilen Emeç’e, Gülen cemaatine yönelik soruşturmalar kapsamında 6 yıl 3 aylık hapis cezası verildi. Emeç, ceza Yargıtay tarafından onandığı için 9 ay önce tekrar tutuklandı.
“”Kendi işimizi yapamaz oldum””
Osmaniyeli Mehmet Hanifi Emeç, geçen yıl ailesiyle birlikte KHK TV‘ye röportaj vermiş ve “Altı ayda bir yüksek dozda bir ilaç tedavisi almaktayım. Kendi işimi yapamaz oldum. Baston vasıtasıyla ve eşimin desteği ile yürümeye çalışıyorum. Hapse girdiğimde herhangi bir hastalığım yoktu. Cezaevindeki stresten ve yaşadıklarımız nedeniyle bu hastalığa yakalandım. Ailemizde benden başka MS hastası bulunmamaktadır.
“”Suçumuz devletimizi, milletimizi korumakmış””
Biz devletimizi, milletimizi çok sevdik. Çocuğumu bile hastaneye götürecek zaman bulamıyordum. 15 Temmuz’da görevimiz gereği emniyete gittik. Üç gün evimize gelemedik. Demek ki bizim suçumuz, devletimizi, ülkemizi korumakmış.
Hiçbir zaman haramla işimiz olmadı. İhraç olduktan sonra zeytin bahçemizle geçinmeye çalıştık. Çocuğuma ekmek alacak param yoktu. 1 liramın olmadığı anlar oldu.” demişti.
“”Cezaevleri tıkanmış durumda””
Ömer Faruk Gergerlioğlu, Gaziantep H Tipi Cezaevi çıkışında yaptığı açıklamada Gaziantep H ve L Tipi Cezaevinde kalan diğer mahpusların sorunlarını da dile getirdi. Gergerlioğlu, “Mahpus yakınları kapıda bekleşiyor. Cezaevleri tıkanmış durumda. Maalesef çok fazla mahpus var ve sıkıntılar arttıkça artıyor. Hasta mahpusların dramları devam ediyor. Cezaevi idareleri ellerinden geleni yapmaya çalışıyor. İnfaz koruma memurlarının haklarını da korumaya çalışıyoruz. Onlar da bize sıkıntılarını anlatıyorlar. Mahpusundan, memuruna cezaevlerinde sıkıntılar çok. Memurlar haklarını alamadıklarını düşünüyor, mahpuslar adil yargılanmadığını ve çok kalabalık ortamda ihlallerle yaşadıklarını düşünüyor.” dedi.
“”Üniversite okuyan gençler hapiste””
Gergerlioğlu, cezaevinde farklı kesimlerden mahpusları ziyaret ettiklerini belirterek, “Hasta mahpuslar, genç mahpuslar ve önemli sıkıntılar yaşayan mahpusları ziyaret ettik. Burada da üniversite son sınıftayken yurtdışına bir gezi yaptıkları için tutuklanıp buraya getirilen 50-55 gündür burada olan genç erkekler var. Gencecik insanlar, önemli okullarda okuyorlar.” diye konuştu.
Milletvekili, bu genç mahpusların eğitim hayatlarının da olumsuz etkilendiğini ifade ederek, “Okullarından kalmışlardır. Üstteki sene okuyabileceklerinden de emin değiller. Çünkü iddianame hazırlanmamış. Eylül-ekim ayında da okuyamaya başlayamazlarsa önümüzdeki seneyi kaybedecekler. Zaten geçen seneyi kaybetmişler, bir de önümüzdeki seneyi kaybetme ihtimalleri var.” dedi.
“”Kimi nişanlısından ayrılmış kimi depresyona girmiş””
Gergerlioğlu, mahpusların sadece eğitim değil, sosyal ve psikolojik sorunlar yaşadığını da vurguladı: “Kimisi nişanlısından ayrılmış, kimisi depresyona girmiş, psikiyatri ilacı kullanmaya başlamış. Çok zor durumdalar. Bütün bunların nedeni ne? Bu insanların annesinin, babasının da KHK ile ihraç edilmesi. İktidar bıkmamış, usanmamış. Bir de KHK’lıların çocuklarına musallat olmuş. Çocuklar da şu anda cezaevindeler ve büyük sıkıntılar yaşıyorlar.”
“”Bir genç kız intihar girişiminde bulunmuş””
Özellikle bir kadın mahpusun durumuna dikkat çeken Gergerlioğlu, “Gaziantep L Tipi Cezaevi’nde cezaevine girdikten sonra önceden yaşadığı psikiyatrik rahatsızlığı daha da artan ve intihara teşebbüs eden bir genç kadın mahpusu bana anlattılar. İlk önce bileğini kesmeye çalışmış, ikinci kez de deterjan içmiş, üçüncü, dördüncü kezlerde kendisini yüksekten atmaya çalışmış. Şu anda Adana’da hastanede yatıyor sanırım” dedi.
Source: aktifhabercom
Medya bağımlılığı ve sessiz pandemi
Eskiden zincir deyince, demir halkalardan oluşan, insanın bedenine özgürlüğüne vurulan bir şeydi. Günümüzde ise zincir artık görünmüyor. Ne bileğimizde ne ayağımızda. Bugünün zinciri, cebimizde taşıdığımız bir ekran. Gönüllü mahkumları olduğumuz bir dünya
Her sabah uyandığımızda ilk işimiz güneşin doğuşuna değil, ekranın parlayışına bakmak. Haberleri, yorumları, bildirimleri, beğenileri kontrol etmek. Sürekli ve devamlı bir akış, sürekli bir uyarı “Bak! Bir şey kaçırıyor olabilirsin!” Oysa kaçırdığımız asıl şey, dışarıdaki gerçek hayat.
Dünyada ortalama günlük ekran süresi:
Dünya genelinde ortalama 6 saat 37 dakika
Türkiye’de 8 saat 6 dakika (dünyada ilk 5″te)
Gençlerde ise bu süre (15–25 yaş): 10 saati aşıyor
Bunun anlamı, günde 8 saat ekran başında olan biri, yılda 120 gününü dijital evrende geçiriyor. Bu da yılın 1/3’ü demek. Dikkat ekonomisinde, Ürün aslında biziz.
Dijital medya, bilgiye ulaşmanın en kolay yolu gibi görünüyor. Oysa çoğu zaman, bilgi değil, dikkat tuzağı sunuluyor bize. Tıklamamız için tasarlanmış başlıklar, algoritmaların bizi bizden iyi tanıyan öneri listeleri, sonsuz bir kaydırma hissi, Bunlar modern çağın dijital prangaları haline gelmedi mi?
Netflix”te izlenen içeriklerin %80’i öneri algoritmaları tarafından sunuluyor
YouTube’daki izlenmelerin %70’i ana sayfa ve önerilen videolardan geliyor
Sosyal medya platformlarının içerik önerme algoritmaları, kullanıcıyı ekran başında tutma süresini %40 artırıyor
Aslında biz sandığımız kadar özgür değiliz. Seçtiğimizi düşündüğümüz içerikler aslında bizim için seçenlerin sonuçları.
Medya kuruluşları, sadece haber vermiyor bizi biçimlendiriyor, yönlendiriyor, hatta bağımlı hâle getiriyor. Onlar Reyting değil, “Retina” peşindeler. Ne izliyoruz? Neye sinirleniyoruz? Nerede durup nereden geçiyoruz? Her davranışımız, pazarlanabilir birer veri hâline getirilmedi mi?
Eskiden bağımlılık denince sigara, alkol, madde gelirdi akla. Bugün ise ekran bağımlılığı, bir pandemi salgını gibi hızla toplumları ve bireyleri enfekte ederek yayılıyor. Gençler için sosyal medya, yetişkinler için haber akışları, çocuklar için oyunlar. Herkesin zinciri ayrı ama sonuç aynı, bu gerçeklerden kopuşun sonuçları.
Psikologlar ve sosyal bilimciler bu durumu “dijital tükenmişlik” olarak adlandırıyor. Sürekli bildirim almak, hiçbir zaman tam olarak dinlenememek, ekran karşısında geçirdiğimiz saatlerin bizi yalnızlaştırması. Modern insanın yalnız kalma korkusunu bile dijital kalabalıklarla azaltmaya çalışması. Bu sürdürülebilir sağlıklı bir hayat tarzı olabilir mi?
Her 10 gençten 6’sı sosyal medyada geçirdiği süreyi “kontrol edemediğini” belirtiyor.
Sosyal medya kullanım süresi 2012’den bu yana %300 artış göstermiş
DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ekran bağımlılığını artık bir “davranışsal bağımlılık” olarak tanımlıyor.
Günümüzde toplu ulaşımda tren, otobüs, metro, tramvay, akla hangisi geliyorsa bireyleri kitap okurken, dergi karıştırırken gördünüz mü? Yolcuların neredeyse tamamı kendileriyle bütünleşmiş bir uzvu olmuş telefon denilen mavi ekranlara bakmıyorlar mı?
Trafikte sürücülerin gözleri ve kulakları, ekranda ve gelen bildirimleri sürekli takip ettiğini görüyoruz.
Ekran Süresi ve Zihinsel Sağlık Arasındaki Bağlantı
4+ saat ekran süresi: Depresyon riskinde %48 artış
6+ saat Uyku kalitesinde %40 düşüş
Sosyal medya bağımlılığının en yüksek olduğu yaş aralığı: 13–19
Bugün medya sadece anlatmıyor, inşa ediyor. İnançları, alışkanlıkları, hatta siyasi tutumları. Yapay zekâ destekli algoritmalar, ilgi alanlarımızı analiz edip bizi birer “hedef kitleye” dönüştürmeye başladı. Tercihlerimizin kendi seçimimiz olduğunu sanıyoruz. Oysa seçen biz değiliz, onlar Bizi seçiyorlar.
Bu zinciri kırmak, ekranı hayatın merkezinden çıkarmak pek kolay değil. Önce farkındalık gerekiyor. Sonra niyet. Pragmatik olmak ve sormak gerekmez mi? Bu içerik bana ne kazandırıyor neyi alıyor?
Sürekli veri, sürekli içerik, sürekli tüketim. Bilgi bombardımanına uğramış birey, karar veremez hâle geliyor. Tıpkı fiziksel obezitede olduğu gibi, ruhsal ve zihinsel kontrol Edilemez artışlar zarar vermeye başlıyor. Her şeye hemen ulaşmak artık çok kolay, kaydır ve sonuçlar Retinanda, ama anlamı ve değeri yok.
Dünyada bu sorun her geçen gün derinleşiyor, çeşitli önlemler artık parlamentolarda görüşülüyor, Dijital oruçlar, ekran sürelerinin sınırlanması, kitapla ve doğayla yeniden tanışmak. Hepsi birer çözüm gibi gözükse de olumsuz sonuçların artarak devam edeceği anlaşılıyor.
Fransa’da “Dijital Oruç” programlarına devlet desteği veriliyor. Japonya’da okullarda “dijital farkındalık dersi” zorunlu. Türkiye’de ise Rtük dışında bu alanda sistematik bir bilinçlendirme hâlâ eksik.
Dijital Oruç: Haftada en az 1 gün ekranlardan uzak durmak
Bildirim Sessizliği: Tüm uygulama bildirimlerini belirli zaman aralıklarında, konutlarda telefon dışındaki tüm bildirimlerini kapatmak
Gerçek Etkileşim : yazmak ve konuşmak yerine, Yüz yüze iletişimi öncelikli hale getirmek
Medya Okuryazarlığı: Tüm yaş gruplarına kullanım kısıtlamasına yönelik eğitim
Dijital zincirleri fark etmek, onları kırmanın ilk adımıdır. Medya bağımlılığı sadece bir bireysel sorun değil, bir toplumsal güvenlik meselesidir. Ekrana değil hayata dönmek için, önce bakışlarımızı ekranlardan yeterli süre uzak tutmalıyız.
TÜİK ve BTK. (2023). Türkiye Dijital Medya Kullanım İstatistikleri.
We Are Social & Meltwater. (2024). Digital 2024: Global Overview Report. https://datareportal.com
World Health Organization (WHO). (2023). Screen time and health risks in adolescents: A behavioral addiction perspective.
Statista. (2023). Netflix: Share of viewing from recommendations. Common Sense
Media. (2022). The Role of Algorithms in Children”s Media Use.
APA – American Psychological Association. (2023). Digital Media Use and Mental Health in Youth.
OECD Reports. (2022). Teens, Screens and Social Media: Impacts on Wellbeing.
Fransa Dijital Kültür Politikaları Meclis Raporu. (2023). “Digital Fasting and Youth Japonya Eğitim Bakanlığı (MEXT). (2022). Digital Awareness Curriculum Implementation.
Muzaffer Şafak / Haber7
Source: M Yazilari