Yalnızlığa uluyan köpekler
Davet etmesine karşınçocukluğumdan kalmaönyargılarım ve tedirginliğimyüzünden yılanını görmeyegitmedim. Yılan, evde geniş bircam fanusun içinde ot ve yosunlararasında yaşıyormuş. Evde onaait ayrı bir buzdolabı bile var,yiyecekleri orada saklanıyor.Arkadaşım, zaman zamanyılanıyla birlikte uyuduğunusöyledi. Ürperdiğimi farkedince “Sen yılan korkusuylabüyümüşsün. Oysaonun doğadaki diğercanlılardan ayrı birözelliği yok” dedi. Farklıülkelerden insanlarınhayvanlar konusundafarklı algılara sahipolmaları ne tuhaf!İsveç’e yeni gelen göçmenleredil öğrettiğimiz gönüllü birprojede çalışıyoruz. Onun bazenevinden getirdiği yiyecekleripaylaşırken aynı ellerle yılanada dokunduğunu geçiriyorumaklımdan. Eczacı kızım, evindebeslediği siyah kediye “CengizKağan” adını koydu. Bu ismi,kedisine duyduğu sevgiyibiraz da abartarak seçmiş.Ülkemizde “siyah kedi’’ ile ilgiliönyargılarımızdan söz ediyorum.“Birbirleriyle dargın insanlarınarasından ‘siyah kedi geçtiğine’inanılır” diyorum. İsveç’te doğupbüyüyen kızım, söylediklerimialgılayamıyor, şaşkınlıkladinleyerek gülüyor.İsveçlilerin, hayvanlarakarşı benzer önyargıları yok.Köpek, eşek, ayı sözcükleriniaşağılayıcı benzetme olarakkullanmıyorlar. “Ayı’’ (Björn),İsveç’te erkek çocuklara verilenen sevilen adlardan biri. Birine“Ayı!” dediğinizde alınmakyerine gülüyorlar. Yıllar önce birparkta, yaşlı bir İsveçli kadınlaköpeği arasındaki iletişime tanıkolmuştum. Bankta yan yanaoturuyorlardı. Kadın bir şeyleranlatıyor. Köpek dikkatle dinliyor.Kulaklarını dikiyor. Havayıkokluyor. Kadının gözlerinebakıyor. Ardından uzun uzunuluyordu. Söylenenleri anladığınıböyle ifade ediyor olmalıydı.Kadın, eğitimli birinebenziyordu. Yanlarına gidipkonuşmak istediğimi söyledim.Hiç yadırgamadı. Konuşmayahasrettiler belli ki. Anladıniyetimi, daha ben sormadananlatmaya başladı: “Köpeğim,yaşamımdaki en yakın arkadaşım.Yıllar önce, kocam öldüğündeköpeğimle birlikte günlerceağladık. Şimdi onunla baş başayaşıyoruz Sabahlarıbirlikte kahvaltıyapıyoruz. Uzunuzun sohbetediyoruz. Sonrayürüyüşeçıkıyoruz.Akşamlarıbirlikte televizyon izliyoruz.Aynı saatlerde uyuyup, aynısaatlerde uyanıyoruz. Bazendışarıda işim olduğunda onu evdeyalnız bırakıyorum. Ben yokkenuzun uzun yalnızlığa uluyor.Asansöre bindiğimi üçüncükattan hissediyor. Ulumayı bırakıpkesik kesik havlıyor. Evin kapısınıaçar açmaz üzerime atlıyor,yüzümü, ellerimi yalıyor. Sevinçleodadan odaya koşuyor. Bu, onunkendince karşılama seremonisi.”EVLERDE 1 MİLYON KÖPEKİsveç’te, özellikle yaşlılararasında hayvanlara yuva olmakçok yaygın. Evlerde yaklaşık1 milyon köpek besleniyor.Kediler de eklenirse neredeyseher 10 kişiye bir köpek ya dakedi düşüyor. İsveç İstatistikKurumu’nun verilerine görenüfusun yüzde 48.6’sı tek başınayaşıyor. Başkent Stockholm’de buoran yüzde 50’ye ulaşıyor.Yalnızlar ülkesi İsveç’te,insanlar yalnızlıklarını evdebesledikleri hayvanlarlagidermeye çalışıyor. Aradıklarısevgiyi, sıcaklığı, köpeklerinde vekedilerinde bulmaya çabalıyorlar.Gazete ve televizyonlarda, zamanzaman evcil hayvanı öldüktenkısa süre sonra yalnızlığadayanamayıp yaşamını yitirenyaşlılarla ilgili haberler yer alıyor.Ancak insanlarla hayvanlararasındaki bu bağlılık her zamansürdürülebilir olmuyor. Sokaktayaşayan evsizlerin sayısı artarkenyuvasız hayvanlara rastlanmıyor.Mama, aşı, ilaç ve tedavigiderlerindeki artış nedeniyle bazıevcil hayvan dostları, hayvanlarınıbarınaklara bırakmak zorundakalıyor. Aşı fiyatları bölgeleregöre değişmekle birlikte 1000İsveç Kronu’ndan (Yaklaşık 90Avro) başlıyor. Karma aşılar1.500, kuduz aşısı 1.250, mantaraşısı ise 2 bin kron civarında.Köpek mamaları da markasına,içeriğine ve miktarına göre 450-650 kron arasında.2001’den bu yana İsveç’tetüm köpekler elektronik çiplekayıt altına alınıyor. Yuvasız birköpek görülürse polis barınağagötürüyor. Köpeğin ailesibakamayacak durumdaysabaşka bir kişi ya da aileyeveriliyor. Yuvalandırılmayanlaraise devletin ve hayvan korumaderneklerinin desteklediğibarınaklarda bakılıyor. Bubarınaklarda yaklaşık 200 binköpek bulunuyor.Köpek yuvalandırma süreciİsveç Köpek Kulübü (SvenskaKennelklubben) ve resmikurumlarca denetleniyor.‘PANDEMİ KÖPEĞİ’COVID-19 döneminde, yalnızlıkve sosyal yalıtım arttıkçaköpek ve kedi yuvanlandırmaoranları da yükseldi. Uzunsüren karantinalar ve evdençalışma düzeni, yalnızlıkduygusunu artırdı. Birçok insan,bu boşluğu köpek ve kedilerihayatına alarak doldurmayaçalıştı. 2020’de bir önceki yılagöre köpek yuvanlanma oranıyüzde 11 arttı. Yaklaşık 60 binköpek barınaklardan alınıpevlere yerleştirildi. Bu sürece,ironik biçimde “pandemihund”(pandemi köpeği) adı verildi.Sadece köpekler değil, kedilerde pandemiden olumlu etkilendi.Yıllarca barınakta bekleyenbinlerce kedi, ev ortamınakavuştu. Yalnız yaşayan ve evdeçalışanlar, bakımları daha kolayolduğu için kedileri yeğlediler.Barınaklarda neredeyseyuvalandırarak köpek ve kedikalmadı. Mama ve veterinerhizmetlerine olan taleptepatlama yaşandı.HAYVANLAR İÇİN SOSYALYARDIMGeçim sıkıntısı çekenlereyapılan sosyal yardımlara ekolarak evcil hayvanlar içinde destek sağlanıyor. İlgilikuruluşlar, dar gelirli ailelereücretsiz ya da indirimli aşı, mamave bakım hizmeti sunuyor.Bilgi aldığım bir hayvanyardım kuruluşunun broşüründeinsanlarla hayvanlar arasındakiilişkiler şu sözlerle özetleniyor:“Dünyada insanlar ve hayvanlarbirlikte yaşar. Yoksulluk vesavaşlar nedeniyle insanlar kadarhayvanlar da acı çeker, ölür. Herikisinin de yaşam hakkı vardır.İnsanların öldüğü yerlerde, onlarlakader birliği yapan hayvanlarıgörmezden gelemeyiz. Hayvanlarasahip çıkmak, insanların acılarınıyok saymak anlamına gelmez.Hayvanlara duyarsız olanların,insanlara duyarlı olmasıbeklenemez.”
Source: Ali Haydar Nergi̇s
Siyasetteki kutuplaştırıcı dil, toplum üzerinde yoğun kaygıya neden oluyor: ‘Baskı direnişi tetikler’
Seçilmiş İstanbul BüyükşehirBelediyesi (İBB) Başkanı veCHP’nin cumhurbaşkanıadayı Ekrem İmamoğlu’nuntutuklanmasının ardındanTürk Tabipleri Birliği (TTB),kutuplaştırıcı siyasetin, toplumsağlığına zarar verdiğini veyurttaşın psikolojisi üzerindeolumsuz etkileri olduğunubelirtti. Cumhuriyet, bu süreçtetoplumun nasıl etkilendiğinive siyasilerin toplum sağlığınıkorumak için üstlerine düşensorumlulukları TürkiyePsikiyatri Derneği Medya KuruluÜyesi Prof. Dr. BurhanettinKaya’yla konuştu. Kaya, “Siyasifigürler aynı zamanda toplumunrol modelleridir. Onların ürettiğidil onları izleyenler tarafındankolaylıkla benimsenmekte,özdeşim kurulmakta vekopya edilmektedir. Herhangibir siyasetçinin bir söylemgeliştirirken bütün toplumatarihsel bir sorumluluğuolduğunu hatırlaması gerekir.Dildeki şiddeti ortadan kaldırmasorumluluğunu öncelikle siyasetüretenler taşımalıdır” ifadelerinikullandı.İYİLEŞME DİLDE BAŞLARŞiddetin kendini önce dildeürettiğini belirten Kaya, “Diliniçindeki bütün kavramlar siyasalolarak yüklüdür ve bu yük hemdili sarf edeni hem alıcısınıetkileme gücüne sahiptir. GeorgeOrwel’in 1984 romanındapolitik dille ilgili söylediklerigünümüzün gerçekliğini sonderece iyi özetler. Orwel,‘Siyasi dil, yalanları doğru gibigöstermek ve cinayeti saygınkılmak için tasarlanmıştır’ diyor.Örseleyen, inciten, yaralayan dilolunca, iyileşmenin de olasılıkladilden başlaması gerektiğinivurguluyor” ifadelerini kullandı.Kutuplaştırıcı dilin kötülüğüüretmede bir araç olduğunubelirten Kaya, “Ötekinindışlanmasını, ayrımcılığı ençok dildeki kutuplaştırıcılıktagörüyoruz. Sadece uçları görenve bir ucun ötekini reddettiği,yok saydığı, dışladığı bir dil.Kutuplaştıcı dil kötülüğüüretmede aracı olur. Sevgidennefret eden, kendini dünyanınve tarihin sahibi gören, yıkıcı,kibirli bir ‘tek’liği üretir.Düşmanlaşmaya izin verir” dedi.RİSKLERİ ORTAYA ÇIKARIRKaya, ayrımcı dilin yurttaştapek çok olumsuz etkiye yolaçabileceğini söyleyerek“Düşmanlaştırılan ayrımcılıkyapılan, bu anlamda üretilenşiddeti meşru gören dilin alıcısı,incinme, öfkelenme, yaralanmariski altındadır. Medyanındilinde bu tip kutuplaştırıcısiyasete maruz kalan yurttaş çokçeşitli şekillerde etkilenebilir.Yarattığı belirsizlik yoğun birkaygı ve endişe doğururkeniçeriğindeki haksızlık öfkeüretir. Toplumun kendiniifade edebileceği olanaklar,demokratik haklar elindenalınırsa bu yoğun bir öfkeyeyol açar. Eğer bu baskı, korkudevam ederse bunun içindeboyun eğme, dilsizleşme,sessizleşme riski ortaya çıkar.Her baskı ona karşı bir direnişide tetikler” dedi.
Source: Damla Polat
Sibel Eraslan yazdı: Gençlerde şiddet ve nefret…
Liselerdeki çeteleşmiş şiddet gruplarının haberleri zaman zaman çıkıyordu önümüze. Genelde erkek çocukların veya delikanlıların arasında yaşandığına şahit olduğumuz olaylar, son zamanlarda genç kızların da çeteleştiği haberleriyle katmerleniyor.Dünya Sağlık Örgütü”ne göre (WHO), “gençler arasında yaşanan saldırganlık ve şiddet olayları” dünya toplumlarının en önemli sorunları arasındadır. Dünya genelinde gençler arasında yaşanan saldırganlık içeren ve şiddetle sonuçlanan olaylar,ne yazık ki; “ölüm ve sakatlık” nedenleri arasında ilk sıradadır. 2006 yılında yapılan bir araştırmaya göre lise öğrencileri arasında sözel zorbalığın %33,5, fiziksel zorbalığın %35,5, duygusal zorbalığın %28,3 ve cinsel zorbalığın %15 oranında olduğu belirlenmiştir. 2007″deki Meclis Araştırma Komisyonu Raporu”na göre ise; gençlerin % 22″si fiziksel şiddet, %53″ü sözel şiddet, %36,3″ü duygusal şiddet ve %15,8″i cinsel şiddet ile karşılaşmakta, %35,5″i fiziksel, yüzde 48,7″si sözel, yüzde 27,6″sı duygusal, yüzde 11,7″si cinsel şiddet uygulamaktadır…Bunlar 2007″deki sonuçlar. Bu oranların artığına dair ciddi bir endişem var benim…Geçen gün Ankara Keçiören”de bir parkta aralarına alarak dayak attıkları kız öğrencinin bir yandan da videoya çektikleri dayak yiyiş sahneleriyle bu kez kızların şiddeti pes dedirtti. Meslek lisesi öğrencileriymiş… Arkadaşlarını çembere alıp olmadık işkenceler yapıyorlar. Akıl alır gibi değil bir de bunu sosyal medyada yayımlamışlar. Zaten toplumun haber alması da bu şekilde gerçekleşti, herkes kız öğrencilerin bu halinden yaka silkti…Ankara Valiliği”nin olay ile ilgili açıklamasını okudum: “Keçiören ilçemizdeki bir parkta vuku bulan ve bir grup kız öğrenci tarafından bir kız öğrenciye yönelik akran zorbalık görüntülerini içeren olay ile ilgili olarak adli/idari inceleme ve tahkikat başlatılmıştır. Olaya karışan şüpheli 5 öğrenci tespit edilerek yakalanmış ve Cumhuriyet Savcılığı”nın talimatı doğrultusunda usulüne uygun şekilde ifadeleri alınarak adli makamlara sevk edilmiştir. Ayrıca 2 öğrenci hakkında Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği”nin 175″inci maddesi kapsamında 10 gün okuldan uzaklaştırma tedbiri kararı uygulanmış olup; olaya karışan tüm öğrenciler hakkında idari işlem ve incelemeler sürdürülmektedir”… İnşallah daha ağır cezalar alırlar…Bu çocukları nasıl bu şekilde yetiştirdik bizler? Bu toplumun, ailelerin, okulların, eğitim sisteminin, medyaların, bizlerin şuçumuz hakkında, kara kara düşünmemiz gerekiyor. Bu konuyu Milli Eğitim ve Gençlik-Spor Bakanlığı ortaklaşa yapacakları bir şura ile, farklı koordinasyonlarla en kısa zamanda ele alsalar ne güzel olurdu!10 gün sonra uzaklaştırılan öğrenciler geri gelince ne olacak peki?Peki ya videoya çekilmeyip de bizlerin henüz görmediği zorbalıklar nasıl cezasını bulacak?Yaşanan olayları “akran zorbalığı” başlığında genelleştirmek, o zorbalıkları biraz da ufaltmak olmuyor mu? Yani çocuklar arasında yaşanan türden zorbalıklar gibi bir şey geliyor benim aklıma “akran zorbalığı” dendiğinde… Maazallah arkadaşlarını döven kızlar, benim diyen yetişkin kadınlardan bile güçlü, ne diyeceğiz bunlara çocuk mu diyeceğiz, öğrenci oldukları için yaşanan olayları çocuk kavgası olarak kabul edip geçecek miyiz?İstanbul”da Fikirtepe”de yaşanan Ahmet Minguzzi cinayetinde de katil ve yancıları 18 yaş altındaki mahluklar oldukları için, haklarında “suça sürüklenmiş çocuklar” ifadesi kullanılıyordu. Çocuk, her nasılsa, nefret ettiği diğer çocuğu tam beş kez bıçaklamıştı hem de kalbinden, diğerleri ise yere düşünce kafasını yüzünü tekmelemişlerdi… Hiç tanımadıkları başka bir çocuğa karşı bu kadar çok kini, nefreti nasıl da biriktirmişlerdi… Çocuk muydu bunlar? Çocuk oldukları için mazur görülmeli miydiler? Kalbinden tam 5 kez! Olsun çocuk! Böyle mi demeliyiz?Adalet, bu tip olaylarla tek tek söndürülüyor aslında. Bir toplumda adaletin sönmesi demek o toplumun çökmesi anlamındadır. İnsanlar hukuka, kanuna, adalete güvenmediklerinde cezaları kendileri kesmeye başlarlarsa, ülke adete bir deliler evine döner… Dikkat düdüklü tencere son perdeden ıslık çalmaya başlamış! Patlamadan söndürmek gerekiyor altını…Bu iki kavramı artık kabul etmiyor benim vicdanım: 1- Akran zorbalığı. 2- Suça sürüklenmiş çocuk… Cezai sistemde müeyyidelere dair adil bir düzenleme olmadığı taktirde, okullarda veya okul dışında ama öğrenci topluluğunun işlediği suçlar; sanki suç değilmiş, çocuk kavgasıymış gibi görülmeye devam edecektir. Gençler arasındaki çeteleşmeler de öyle. Hele ki 28 Şubat ile birlikte tamamen işlevsiz hale getirilmiş olan meslek liseleri adeta kontrol edilemeyen gençlerin yığıldığı okullar haline gelmiştir…Cezai sistemde acilen bir düzenleme yapılarak “suç sürüklenmiş çocuk” tanımının yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Çünkü pek çok suç kompetanı bu tip çocukları bir suç makinası olarak kullanmaktadır. Suçları bizzat işleyen veya üstlenen bu çocuklar, çocuk olmanın verdiği müeyyide boşluğundan yararlanmaktadırlar ne yazık ki…Şayet adaleti sağlayamazsak yarın karşımıza daha büyük felaketler çıkabilir. Şahsen benim çocuğumu bu şekilde dövüp kameraya çekseler, cezalarını kendi elimle ben veririm diye geçiyor aklımdan… Torunlarım doğduktan sonra mı böyle oldum bilmiyorum… Ama her iki olay da öyle çok benziyor ki birbirine. Hiç tanımadığım halde Ahmet için üzülüyorum, hiç tanımadığım halde arkadaşlarını döven kızların saçlarını çekiyorum içimden…Çaresizlik ne acı!Cezalar ağırlaştırılmadığı sürece, suçlar işlenmeye devam edecek!Çaresizlik çok acı!
Source: Sibel Eraslan
Danla Biliç, “Çağdaş” Zorbalar ve Hükümet
Danla Bilic… 6 milyondan fazla takipçisi olan internet fenomeni bir genç kadın. “Türkiye’nin en ünlü insanlarından biri” desek abartmış olmayız.
Akli melekeleri yerinde, eğitimi yeterli, parası ve kitlelere erişim gücü var. Yani “çaresiz” biri değil.
Ama bunca gücüne rağmen, kendisine yönelen erkek şiddeti karşısında çaresiz kalmış…
Eski erkek arkadaşı Berk Çetin isimli şahıs, Danla Bilic’i defalarca darp etmiş, taciz etmiş. Hem de Bilic’in polise ve savcılığa başvurmasına ve şahıs hakkında uzaklaştırma kararı verilmiş olmasına rağmen..!
Saldırgan, birkaç ay içinde tam beş kez uzaklaştırma kararını ihlal etmiş. Genç kadının evini basmış. Kendisini ve şoförünü tehdit etmiş. Kılık değiştirerek gittiği mekanlara girmiş. Tekme tokat darp etmiş….
Öyle ki Berk Çetin’in kamuya açık bir alanda Danla Bilic’e tokat ve yumruk attığı bir görüntü basına yansıdı. Herkes, “bir kadına herkesin içinde bunları yapan biri kapalı kapılar ardında neler yapar” diye düşündü. Sonunda Danla Bilic, yaşadıklarını sosyal medya hesabından paylaşınca insanlar ayağa kalktı. Polis, tacizci saldırganı kıskıvrak yakaladı.
Ancak kafamızda bir soru asılı kaldı:
Milyonlarca insana ulaşabilen, son derece güçlü bir kadının bile başına bunlar geliyorsa, şiddete maruz kalan diğer kadınlar neler yaşıyor acaba?
Bunca yasal düzenlemeye, hükümetin bunca hassasiyetine rağmen, zorbalar nasıl oluyor da bu kadar pervasız hareket edebiliyorlar? Kanunu, devleti yok sayacak gücü nereden buluyorlar? Sırtlarını hangi kodamanlara dayıyorlar ki kanun karşısında bu kadar pervasız olabiliyorlar?
KADIN DÖVEN ÇAĞDAŞLIK
Danla Bilic vakası iki açıdan önemli…
Birincisi Bilic, Batı tarzı yaşamı benimsemiş seküler kesimin göz bebeklerinden biri. Kendisi de yaşam tarzı ve değerler itibarı ile o kesime dahil olduğunu gururla gösteriyor, hatta politik pozisyonlar bile alabiliyor. En son CHP’nin tartışmalı boykot çağrısına verdiği destek ile gündeme gelmişti. Kendisine taciz ve şiddet uygulayan eski erkek arkadaşı Berk Çetin’in de aynı sosyal çevreye dahil olduğu ve benzer değerleri paylaştığı anlaşılıyor. Üstelik bu olay tek de değil… Birkaç gün önce aynı kesimden “boykotçu” şarkıcı Kaan Tangöze’nin eşi şiddet gördüğü için karakola sığınmıştı. Tiyatrocu Fırat Tanış’ın sevgilisi de “dayak yedim” diye şikayetçi olmuştu. Hepsi aynı derecede “muhalif”, aynı derecede seküler tipler…
Zaten çelişki de bu noktada başlıyor…
Ak Parti’nin çıkardığı 6284 sayılı yasayı görmezden gelip kafayı İstanbul Sözleşmesi ile bozanlar, bir yandan “İstanbul sözleşmesi yaşatır” diye slogan atıp diğer yandan cinsiyetçi şiddeti iliklerine kadar yaşıyorlar.
Bir yandan muhafazakarları suçlayıp diğer yandan yakınlarındaki kadınları dövüyorlar.
Kadınlar gözlerinin önünde şiddete maruz kalıyor, görmezden geliyorlar, üç maymunu oynuyorlar.
Yetmiyor, ticaret ilişkileri ile, aile ilişkileri ile, para ilişkileri ile şiddet faillerini koruyorlar.
Bunca haksız iftiralara maruz kalın muhafazakar çoğunluk ise insanları ayırt etmiyor.
Kadınların siyasi görüşüne, yaşam tarzına takılmıyor, tüm mağdurları aynı hassasiyet ile savunuyor.
Failin de kimliğine göre tavır almıyor. Zorbalık yapan kişi ister dindar olsun ister seküler ister ateist, şiddeti kınıyor.
Şimdi, manzara bu iken…
Yıllarca dindarlara olmadık iftiraları atanların şu rezaletlerde azıcık olsun kendi sözde “özgür” yaşam tarzlarını eleştirmesi gerekmez mi?
Kolay kazanılan para, içki masası, kumar, bahis, uyuşturucu, bolca estetik ve lüks tüketim… Bunca “çağdaşlığın”, en sonunda mide bulandırıcı bir zorbalık ürettiğini görmek çok mu zor?
ZORBALARI KORUYAN İHANET EDER
Gelelim Danla Bilic vakasındaki ikinci önemli detaya …
“Suçun oluşumunda cezalardan daha önemli olan ekonomik ve sosyal faktörlerdir” diye her zaman yazıyorum.
Bunu böyle yazınca herkes yoksulluğun suça yol açtığını söylediğimi düşünüyor ve itirazlar geliyor.
Oysa kastım tam tersi. Türkiye’de yoksulluk değil, zenginlik ve kolay para kazanma imkanları suça yol açıyor.
Öyle ya, misal Danla Bilic vakasındaki bu zorba kim?
Uzaklaştırma kararını beş kez delebilecek cesareti ve gücü nasıl kendinde buluyor?
Arkasında kimler var? Kimlere güveniyor?
Polisle veya yargı ile ne tip ilişkiler kuruyor da böyle pervasız olabiliyor?
Kazdığınızda bu tip insanların her birinin arkasından şaibeli servetler, rüşvetler, yolsuzluklar, gayrimeşru ilişkiler çıkıyor…
En beteri ise bu rezilliklerin sonunda toplanıp Ak Parti’nin hanesine yazıyor olması!
Oysa Ak Parti döneminde kadına yönelik şiddete dair son derece önemli tedbirler alındı.
Mevzuatımız dünyanın en ileri yasalarını içeriyor. 6284 sayılı yasa, polisin özel eğitimi, kadınlara özel ihbar hattı ve koruma hizmetleri hepsi Ak Parti icraatı. En son KADEM’in girişimleri ile ısrarlı takip bile suç kapsamına alındı. Ve biz bunu suç sayan az sayıdaki ülkeden biriyiz.
Devletin kadına yönelik şiddete dair hassasiyetini Sayın Bakanlar Ali Yerlikaya’dan, Mahinur Özdemir Göktaş’tan ve Yılmaz Tunç’tan bizzat dinledim. Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan’ın ve kıymetli eşleri Emine Hanım’ın bu konudaki net tavırları ise zaten herkesin malumu. Hükümetin kadına yönelik şiddete sıfır tolerans politikasının bire bir şahidiyiz.
Peki o zaman nasıl oluyor da bir şahıs tam beş kez uzaklaştırma kararını ihlal ettiği halde hala elini kollunu sallayarak gezebiliyor, genç bir kadına musallat olabiliyor?
Demek ki emniyet bürokrasisinde veya yargı makamlarında birileri görevini layıkı ile yapmıyor. Faturası ise hükümete çıkıyor.
Açık diyelim: Güç karşısına sinerek veya güçlü insanlarla kirli ilişkiler kurarak mazlumlarım hakkını yiyen her kim varsa Cumhurbaşkanımıza, devletimize ve halka ihanet ediyor demektir.
Kimsenin demokratik Türkiye’nin büyük ideallerini sekteye uğratma hakkı yok. Ne bu ülkedeki tek bir mazlumun hakkının yerde kalmasın müsaade edebiliriz, ne de çirkin zorbaların hukuk sistemimizi istismar etmesine. Yeni yüzyılın sahibi Türkiye, -kimliği ve görüşü ne olursa olsun- kadınlarının kaderini üç beş tane nüfuzlu zorbanın insafına terk edemez.
Gaffar Yakınca / Haber7
Source: Gaffar Yak