Bu sendrom tuzak gibi zihni esir alıyor!
Psikolojik bir tuzak gibi zihinleri etkisi altına alan İmposter sendromu, bireyin kendini yetersiz ve başarısız hissetmesine neden oluyor. İşte bu sendromun belirtileri, nedenleri ve çözüm yolları… İMPOSTER SENDROMU NEDİR? İmposter sendromu, bireylerin iş ya da eğitim hayatlarında elde ettikleri başarıları hak etmediklerini düşünerek kendilerini yetersiz hissetmeleridir. Bu kişiler, başarılarının şans ya da tesadüften kaynaklandığını düşünür ve kendilerini sorgulamaya başlarlar. Başarılarını içselleştiremeyip, adeta “sahtekar” gibi hissederler. İlk kez 1978 yılında psikolog Pauline Rose Clance ve Suzanne Imes tarafından tanımlanan bu durum, “sahtekarlık fenomeni” ya da “sahtekar sendromu” olarak da bilinir. Başlangıçta kadınlarda sık gözlemlense de, zamanla erkeklerde de yaygın olduğu tespit edilmiştir. İMPOSTER SENDROMU TÜRLERİ İmposter sendromu, kişiden kişiye farklılık gösterir ve beş ana türde incelenir: – Mükemmelliyetçi: Her şeyi kusursuz yapma isteğiyle hareket eder. En ufak hata onları başarısız hissettirir. – Süper Kahraman: Her alanda mükemmel olmaya çalışır, aşırı çalışır, dinlenmeye ve hata yapmaya tahammülü yoktur. – Uzman: Bilgi eksikliği olduğunu düşündüğünde kendini yetersiz hisseder, başarılarını şansa bağlar. – Doğuştan Yetenekli: Doğal yeteneklerine çok güvenir, zorlandığında hemen yetersiz olduğunu düşünür. – Solist: Her işi tek başına yapmak ister, yardım almak onları zayıf hissettirir. İMPOSTER SENDROMU BELİRTİLERİ Bu sendromun belirtileri şunları içerebilir: – Sahtekarlık döngüsü: Aşırı hazırlık yapma ya da son dakika erteleme alışkanlığı. – Mükemmeliyetçilik: Ulaşılamaz hedefler koyma ve sürekli rekabetçi olma. – Süper kahramanlık: Kapasitesinin üzerinde sorumluluk alma ve aşırı hazırlık. – Başarısızlık korkusu: Başarısızlık karşısında yoğun kaygı ve utanma hissi. – Yeterliliği reddetme: Başarılarını küçümseme ve şansa bağlama. – Başarı fobisi: Başarılı olmanın getireceği beklentilerden korkma. Diğer yaygın belirtiler arasında özgüven eksikliği, depresyon, utanç, kendini aşırı başkalarıyla kıyaslama, tükenmişlik, övgüleri reddetme ve çeşitli anksiyete veya kişilik bozuklukları bulunabilir. İMPOSTER SENDROMU NEDENLERİ İmposter sendromu ortaya çıkışında birçok faktör rol oynar: – Kişilik özellikleri: İçe dönük, mükemmeliyetçi ve özgüveni düşük kişilerde daha yaygındır. – Sosyal rol beklentileri: Toplumun ya da kültürün beklentilerine uymayan mesleklerde bu risk artabilir. – Cinsiyet: Kadınlarda ve erkeklerde farklı sosyal beklentiler nedeniyle etkileri değişebilir. – Aile: Aileden gelen baskılar, beklentiler ve yetiştirme tarzı kişinin kendini yetersiz hissetmesine neden olabilir. – Toplum: Toplumun cinsiyet rollerine yüklediği anlamlar, bireylerin başarılarını sorgulamalarına yol açabilir. İMPOSTER SENDROMU İLE BAŞA ÇIKMA YÖNTEMLERİ Bu durumla baş etmek için aşağıdaki stratejiler faydalıdır: – Kendine güven kazanma: Başarıları yetenek ve çabayla ilişkilendirmek ve küçük başarıların farkına varmak özgüveni artırır. – Başarıları kabul etme ve içselleştirme: Olumlu geri bildirimleri almak, başarılarını kutlamak ve bunların tesadüfi olmadığını kabul etmek önemlidir. – Profesyonel yardım alma: Psikoterapi ve danışmanlık, özellikle bilişsel davranışçı terapi ile olumsuz düşünce kalıplarını değiştirmek mümkündür. İMPOSTER SENDROMU TEDAVİ YÖNTEMLERİ İmposter sendromu, zamanla kişinin hem iş hem de özel yaşamını olumsuz etkiler. Tedavi sürecinde: – Özgüven çalışmaları yapılmalı, kişi küçük hedefler koyarak bunları başarmalı ve kendini ödüllendirmelidir. – Olumlu geri bildirimler kabul edilmeli ve başarılar içselleştirilmelidir. UYARI: Eğer sendrom yaşam kalitesini ciddi şekilde etkiliyorsa, mutlaka uzman desteği alınmalıdır. Görsel Kaynak: istockphoto/shutterstock
Source: Habertürk
Bayramlar çocuklar için sosyal bir okul gibi
Bayrama sayılı günler kaldı. Herkes bayramda neler yapacağına dair planlar yapıyor. Aile ziyaretleri, büyükleri görmeye gitmek bizim geleneklerimiz arasında. Ancak son yıllarda bu kendini tatil beldelerine plan yapmaya bıraktı. Özellikle çocuklarımızla birlikte büyüklerimizi ziyaret etmek, onlarla bayramlaşmak çocuğa neler kazandırıyor? Psikolojisini ve dünyaya bakışını nasıl etkiliyor? Torunları ile bir arada olmak dede ve ninelerimize neler hissettiriyor? Psikolojik Danışman Aleyna Nazlıcan Yıldız ile bu sorular üzerine samimi bir sohbet gerçekleştirdik: Günümüzde birçok ebeveyn, bayramı tatil fırsatına dönüştürmeyi tercih ediyor. Bu elbette anlaşılır bir durum. Yoğun iş temposu, sınırlı izin günleri, şehir hayatının yorgunluğu derken insanlar biraz nefes almak istiyor. Tatile giden bir çocuk eğlenebilir, dinlenebilir ama bayram ne demek?, Büyükler neden önemli?, Ailede köklerimiz kim? sorularına somut cevaplar bulamaz. Bayramı yaşamak sadece bir gelenek değil, aynı zamanda çocuklarımızın ruhsal gelişimi, değerler eğitimi ve aidiyet duygusu için çok önemli bir psikolojik kazanımdır. Bayram tatilinde, tatil beldesine gitmek yerine akraba ziyaretleri yaparak bayramı ebeveynler ile birlikte geçirmek çocukta yıllar sonrada hatırlanabilecek içerisinde şefkat, aidiyet, sevgi, değer, dayanışma duyguları olan bir anı olarak kalacaktır. Yaşlılıkta da hatırlayacakları bu anı onların yaşamda anlam bulmasını, benliğini ve yaşamı severek hatırlamasını sağlayacak köprüleri oluşturacaktır. Bir çocuk, dedesinin geçmiş bayramlardan anlattığı anıları dinlediğinde hem geçmişi öğrenir hem de bir kültürel süreklilik hisseder. Bu süreklilik, çocukta güven duygusu yaratır. Köklerini tanıyan bir çocuk, hayatın içinde daha sağlam durur. Anne ve babasının kendi ebeveynleriyle ilişkisini gözlemleme fırsatı bulan çocuk için aile bağlarının temeli atılır ve dayanıklı köklere sahip olduğu hissini kazandırır. MERHAMET DUYGUSUNU TANIR Bayramlaşma sırasında çocuklar, yaşlı bireylere nasıl davranılması gerektiğini gözlemler. El öpmek, hal hatır sormak, birlikte vakit geçirmek gibi davranışlar çocuğun empati kapasitesini artırır. Çocuk bayramlarda merhamet ve yardımseverlik gibi duyguları da yaşar. Bayramlarda çocuklar yardımlaşmayı deneyimleyebilir: Yaşlı ninesine ilaçlarını içmesi için su getirebilir ve bu sorumluluğu üstlenmek çocuğun kişilik gelişimi için olumlu bir kazanım olur. Saygı göstermeyi, empati kurabilmeyi, değer verebilmeyi ve paylaşmayı deneyimleyerek, izleyip görerek öğrenme olanağı sağlar. Aleyna Nazlıcan Yıldız BİZ SENİN HİKÂYENİN BİR PARÇASIYIZ Büyüklerin kapısını çalmak, sadece “gitmek” değil; onların yaşamdaki varlığını, değerini ve bıraktığı izleri onaylamaktır. Bu ziyaretler yaşlı bireylerin psikolojisinde, “Ben unutulmadım”, “Hayatımın bir anlamı var” hissini güçlendirir. Özellikle torunlarla kurulan bağ, yaşlı bireyin kendini nesiller arası bir köprü olarak görmesine ve ruhsal olarak daha huzurlu hissetmesine katkı sağlar. Bayramda çocuklar ve yaşlılar arasında kurulan bağ, toplumsal sürekliliği de sağlar. Her iki taraf da birbirini tamamlar. Yaşlılar, bilgeliğiyle rehberlik ederken, çocuklar da onlara canlılık ve neşe getirir. Bu kurulan birliktelik, her iki tarafın da ruhsal ihtiyaçlarını beslemesini sağlar. Yaşlılıkta birçok kişi toplumdan izole edildiğini, artık görünmediğini hisseder. Torunlarının ziyareti, onlara “ben unutulmadım, ben hâlâ önemliyim” duygusunu verir. 75 yaşındaki bir büyükanne, bayramda gelen torunlarıyla sofrada otururken yalnızca yemek yemez; aynı zamanda değerli, görülen ve kabul edilen biri olduğunu hisseder. Yaşadıkları bu duygu, ruh sağlığı üzerinde doğrudan olumlu bir etki yaratır. Uzun süredir kimseyi görmeyen bir dedenin torunuyla bir saatlik sohbeti bile onun uyku düzenini, iştahını ve genel yaşam enerjisini olumlu etkileyebilir. Yaşlı bireye bayram ziyaretine gelen bir torun, onunla sohbet eden bir çocuk, anlattığı anılara kulak veren bir gelin veya damat, ona şu mesajı vermiş olur: “Senin hayatın sadece sana ait değil. Biz senin taşıdığın hikâyenin bir parçasıyız.” Bu da yaşlı bireyin, zamanın içinde silinmediğini; bilakis kuşaktan kuşağa aktarıldığını hissetmesini sağlar. İNSAN İNSANA BİR DENEYİM Günümüzde ekranlarla iç içe büyüyen çocukların gerçek temas alanları daralıyor. Ekranda gördüklerinden ibaret sandıkları hayat, gerçeğin çok dışında. Oysa çocukların yaşayarak somut deneyimlerle öğrenmeye ihtiyaçları vardır. Bayram da büyüklerle geçirilen zaman, dijital dünyanın dışına çıkıp “”insan insana”” bir deneyim yaşama fırsatı sunuyor. Çocuk hitap edebilmeyi gözlemleyerek ve tekrar ederek, söz hakkı alarak deneyimliyor. Modern hayatta unutulan değerleri yaşadıkça, anlamlı duyguları hissettikçe, sakinleşiyor ve empati becerisi kazanıyor. Bayramlar, bu anlamda çocuklar için insan ilişkilerini anlatan, yaşama fırsatı sunan değerli bir “”sosyal okul”” niteliğindedir. TROYA”NIN BAĞRINDAKİ ÇOCUKLUK Geçtiğimiz günlerde “Bir çocuğu yetiştirmek için bir köy lazım” sözünün doğruluğunu gördüğüm bir deneyim yaşadım. Hepsi anne olan üç kız arkadaşımla birlikte Hıdıellez”i Çanakkale”de karşılamak istedik. Çünkü bu topraklarda asırlar boyunca kutlanan bu bayramı, en eski geleneklere göre karşılamayı deneyimleyecektik. Atalarımızın izini sürmek hepimizi heyecanlandırmıştı. Bunu bir görev de bilmiştik. Belki gelecek nesillere aktarmak için biz de birer köprü olabilirdik. En azından çocuklarımıza anlatabilirdik. Bu sebeple aynı araba ile 1915 Çanakkale Köprüsü”nü kullanarak üç saatte Çanakkale”ye vardık. Troya Müzesi”nin de bulunduğu Tevfikiye Köyü”ne geldiğimizde akşamüstüydü. Köy meydanında Hıdıellez ateşi yakılmış, köy halkı ve misafirler etrafına toplanmıştı. En güzeli her yer çocuk doluydu. Çocuklar için onların boyuna uygun, tehlikesiz bir ateş yakılmıştı. Sıraya girip onun üzerinden atlıyorlardı. Köyde geniş bir alan vardı. Çocuklar burada paten kayıyor, bisiklete biniyor, kaykay kayıyordu. Tam bir panayır alanı gibiydi. Çocuklar korkusuz, pür neşeyle Troya”nın bağrında şarkılar söylüyordu. Bir an bir masalın içindeymişim gibi hissettim. HER AİLEYE BİR KÖY LAZIM Ertesi gün, tarihi kalıntıların olduğu bir alana geldik. Masalar kurulmuş, oyunlar hazırlanmış, dondurmacılar gelmişti. Çocuk sesleri kuş seslerine karışmış, herkesin yüzünde sıcak bir gülümseme vardı. Anne-babalar kaygısız ve rahattı, çocuklar özgürce birbiriyle oynuyorlardı. Hep şehirdekilerin daha şanslı olduğu söylenir ama bence bu tam tersiydi. Bir çocuk yetiştirmek için bir köy gerekti ve o köy burada vardı.
Source: Pinar Yildiz Yüksel