Sanat Dünyası Gündemi – Attilâ İlhan’dan Gümüş Ustası Aziz Kantar’a

Aydınlanma işçisi Attilâ İlhan

Attilâ İlhan ’ın doğum günüydü 15 Haziran. Tam yüz yaşını doldurdu. O gün gazetemizde onun yaşamöyküsünü okudunuz. Ben bugün özetleyerek bıraktığı izlerin peşine düşmeye çalışacağım. Şair, yazar, düşünür, gazeteci, senarist ve eleştirmen Attilâ İlhan sosyalistti… Aydınlanma işçisiydi… Tartışma emekçisiydi… Asla ödün vermediği iki ilke bağımsızlık ve özgürlüktü. Hem toplum hem birey için savunduğu bağımsızlık ve özgürlüğün ana koşulunun tartışma olduğunu savunurdu. “İlericilik bir inanç işi değil, bilinç işidir, yani yöntemdir” diyordu. DİYALEKTİK İNANÇ Diyalektiğe inancı sonsuzdu… Onunla her karşılaştığımda, her konuşmamızda ortaya, “tez-antitez” sözcükleri yayılırdı… Sağa da sola da ama en çok dogmacılığa, bir öğretiye körü körüne bağlanmaya, varsayımlara savaş açmıştı. Önyargıları yıkma çabası sonsuzdu. Her denemesinde bu direnişi sergiledi. Hangi Batı, Hangi Sol, Hangi Atatürk kitapları tanığımdır. “Memleket bir kurtlar sofrasına döndü mü, isyan haktır” diyen direnişçi Attilâ İlhan… “Kimi sevsem, sensin!” diyerek sonsuz aşkı ve hep sevmeyi her daim körükleyen Attilâ İlhan… Politikayı, egemenliği, gücü, edebiyatı, romanı, şiiri, denemeleri, öğretileri tartışmaya açan; son gününe dek sormaktan, sorgulamaktan, geri kalmayan Attilâ İlhan… SEVMEK UMUDU Bilmez değilim, kendisi şairden çok düşünür olarak anılmak isterdi. Ama geleneksel halk şiirinden, divan edebiyatından ve dünya edebiyatından yoğurduğu hamurla yazdığı şiirlerle dün olduğu gibi bugün de aşka âşık eder gençleri. “Böyle bir sevmek görülmemiştir” dediğinde o, genç kızlar, delikanlılar inandılar ki yalnız ve yalnız “Benim” aşkımdan söz ediyor. O nedenle sevgilinin gözleri gözlerimize değince felaketimiz oldu ağladık; sevgiliye mecbur kaldık, içimizi onunla ısıttık, elimizden tutmazsa düşeceğimize inandık, yağmurlarda sürüklendik, sokaklarda Jezabel ile birlikte vurulduk, bulutlarla parçalandık, kullanılmamış gökyüzüne uzandık, gözlerimizden şilepler geçti, günler, haftalar ellerimizde ufalandı, sonbaharlarda intihar etmiş yaprakları topladık… Genç kızlar azıcık okşansalar sanki çocuklaştılar… Delikanlılar, bir şehre geldiklerinde, başka bir şehre giden Pia’nın peşine düştüler… Singapur’dan Marsilya’ya, İstanbul, İzmir ve Ankara’dan geçerek savrulduk… Yaşamadığımız serüvenleri, onun dizeleriyle yaşadık. Sanmayın ki o aşklar, o sevgililer, unutuldular. Zaten, belki de gerçek değildiler, birer umuttular… KENTLERİN SESİ Romanlarında ve şiirlerinde kentlerin sesi, kentlerin nabzı duyulurdu. Semt isimleri, bulvarlar, limanlara inan sokaklar, çağrışımlarla yüklü kadın adları, yankesicisi, Emniyet görevlisi, kent insanın bin bir hali… Tam bir geçit töreni. Birbirinden renkli, çok geniş bir yelpazeye yayılan zengin mi zengin, abartılı imgeler… Ritmi hiç azalmayan, temposu hiç düşmeyen, müthiş bir müzikalite… Polisiye tadında nefes nefese bir gerilim… Bütün bu özellikler bana caz müziğinin tatlarını çağrıştırır. Belki doğaçlama duygusu verdiğinden (oysa hiç de doğaçlama değillerdi), belki okunmaktan çok seslenişe, söylemeye/dinlemeye yatkınlıklarından… Bir ucu “Blues” a ya da “hüzün” e, öteki ucu halk şarkılarına uzanan bir tür caz… Daha nice yıllara Attilâ İlhan diyorum. MERAK GİDERME Sevgili okurlar, geçen pazar, “Eyüp semalarında Nâzım” yazım üzerine, “gazete” demeye dilimin varmadığı bir kâğıda kocaman puntolarla yazmışlar: “Emekçiye maaş yok, Nâzım’a para çok” diye. Yalan ve kötülük dolu yazı şu satırlarla sona eriyor: “CHP’li Eyüpsultan Belediyesi’nin, yandaş Nâzım Hikmet Vakfı’na ne kadar para akıttığı merak konusu oldu.” İnsan herkesi kendi gibi bilirmiş. Meraklarını gidereyim. Ne vakıf ne de katılımcılar Nâzım Hikmet programı için 1 kuruş almıştır. Şu birkaç satır açıklamayı yazmak zorunda kaldığım için okurlarımdan özür dilerim…

Source: Zeynep Oral


961 derecede eritiyor! Gümüşte tek o kaldı… “İşlerimiz gayet iyi”

Amcadan babaya oradan kendisine gelen mesleği 35 yıldır devam ettiren Bayburt”un tek gümüş ustası, Aziz Kantar… Kantar, saf haldeki gümüşü eriterek işe başlıyor. Geleneksel yöntemleri modern dokunuşlarla harmanlayan Kantar, gümüş çanak eritme potasına aldığı gümüş parçalarını pürmüz yardımıyla 961 santigrat derecede eritiyor ardından gümüşü şekillendirmek için döküm kalıplara kontrollü bir şekilde döküyor. GÜMÜŞÜ 4 AŞAMADAN GEÇİRİYOR Kalıptan çıkardığı gümüşü astar silindir makinesinde istediği forma sokan Kantar, daha sonra ince işçilik gerektiren gümüş işlemeyi, kıl testereyle özenle yapıyor. 3-4 aşamadan geçen gümüş, uzun ve zahmetli bir sürecin sonunda usta ellerde takı ve süs eşyalarına dönüştürülüyor. “İŞİMİZ ÇOK İYİ” Gümüş ustası amcalarının babasına öğrettiği mesleği babasından devralan Kantar, işini severek yaptığını söyledi. 30-35 senedir bu işle uğraştığını belirten Kantar, işlerinin iyi olduğunu ifade ederek, “Çeyrek asrı aşkın zamandır bu işle uğraşıyorum. Bu iş baba mesleği, babamdan bana kaldı, amcalarımdan da babama kalmıştı. Ben de yaklaşık 30-35 yıldır bu meslekle uğraşıyorum. İşimi aşkla, zevkle yapıyorum. Gümüşü eritmesi, kalıba dökmesi, silindirde çekmesi, işlemesi bunları severek yapıyorum. Elhamdülillah işlerimiz gayet iyi gidiyor, işlerimizden memnunuz. Tezgahımız olduğu müddetçe hamdolsun, şükür olsun” dedi.

Source: Çağla Çağlar